Adettendir, yeni yıl için istek ve dilekleri art arda sıralamak. İçinde çiçekler ve böceklerin olduğu pespembe bir tablo çizmek isterdim.
Barış, mutluluk, huzur, aşk, bol kazanç vs. vs…
Ama elim kalem tutmadı.Yazamadım. Koltuğuma yaslandım. Gözlerimi kapadım. Vazifemi yaptım. Yeni yıl yazımı önce gözlerimle boşluğa yazdım. Boşlukta yer tutanları topladım, cümle yapıp klavyeye düşürdüm.
Dünyanın değişik yerlerinde kutlanan yıl başlarını gözümde canlandırdım. Aklım hep yeni yıla ilk ve son giren yerlerde kaldı. Yani bir gün önce ben girsem ve en son da ben çıksam şu yıldan ne kazanırım, diye düşündüm. Hayattan bir gün çalsam. Boş vakitlerin, çalışma saatleriyle taçlandırıldığı serzenişler dünyasından bir gün kopartsam kâr sayılmaz mı?
Nasıl girsem ben bu yıla diye geçirdim içimden?
Buz Otel’de yeni yıla girmeyi düşündüm. Üşürüm! Buzun koynunda tek yatılmaz. Anılar da ısıtmaz. Şaraba vursam kendimi olmaz. Yeni yıldan uyanınca katır tepmiş gibi olmak istemem. Aklım başımda olmalı. Yeni, yeni gibi yaşanmalı.
Sıcak memleketlere gitsem. Olmaz, zemin oynak oralarda. Yürek titreşimine yenik düşmüş yerküre. Ben ağır kalırım o coğrafyada. Evimde olmalıyım ben, sevdiklerim ve kendimi parçası olarak hissettiğim topraklarda.
Nerede olursam olayım yabancı sayılmadan, yabancılaşmadan önce ben girsem yeni yıla, sonra da ilk ben çıksam şu yeni yıldan. Kendim gibi uyansam sabah, kendim gibi başlasam güne, kendim gibi yaşasam.
“Kendim gibi yaşamak” mümkün mü? Sanmıyorum. Ne zaman bana uyuyor ne de ben zamana. Ciddi bir çevre düzenlemesi yapmam gerekli. İşe önce kendimden başlasam. Vücut bir makine değil mi? Doğrudur, beden bir makinedir. İşte bu nedenle sürekli ayar istiyor. Yeni yıl da bir ayar çekmek değil mi bedene? Yaşlandın güzelim, haydi koydum seni kapıya.
Tam tüketim toplumuna yakışır bir biçimlendirme değil mi? Zamanım yok diyenlere inat bir şey geliştirmeliyim. Kendimi ayarlamalıyım. Öyle estetik operasyonlar gibi bir ayar değil benim istediğim. Vücudumun termometreden, barometreye kadar her türlü ölçüsü var da neden zaman ölçeri yok? Yeni yıl senden zaman ölçer istiyorum. Bedenime bir zaman ölçer istiyorum. Nereden mi çıktı bu fikir? Patenti alsam zengin olurum. Zenginlikte değil gözüm. Zaten bu benden çok öncesinde düşünülmüş. Hatta uygulanmış bile. Nerede mi? Şirin Köy’de. Orası mı neresi?
Anımsar mısınız bilmem çocukken Şirinler isimli bir çizgi film vardı. “Şirinler, ormanın derinliklerinde yaşayan küçük sevimli...” diye başlardı masalı anlatan amca. Hiç bir varmış, bir yokmuş demezdi… Masal hep böyle başlardı. Kötü adam Gargamel’di. Gargamel, belki günümüzün Amerikasıydı. Kapitalizmin vurgununu yapan ve vurgununu yiyen adam Gargamel hep siyahlar giyerdi. Papaz görünümlü Gargamel, Şirinler’i yemek isterdi. Azman isimli kedisi ise güçsüz canların Azrail’i kesilirdi. Tüm bunlara karşın Şirinler, küçük köylerinde mutlu mesut yaşarlardı. Yaşamdan her renk vardı o köyde. Öfkeli, Şakacı, Pastacı, Bilgin, Sakar, bir tek kız Şirine ve Şirin Baba. Sonra nasıl olduğunu hiçbir zaman bilemediğim Bebek Şirin katıldı filme. Babası kimdi, annesi kimdi? Bilmiyorum. Zaten Şirinlerin anne ve babası yoktu. Ne anaerkil, ne de ataerkildiler. Onlar Şirinerkildi. Hepsi tekti. Hepsi biricik. İlginç olan bir şey de yaşadıkları yerde hiç mabet, tapınak, okul yoktu. Tanrının görevini üstlenen ve materyalizme göndermelerde bulunan Doğa Ana, yaşamın ritmini düzenleyen Zaman Baba dışında bir idareci yoktu. Tüm Şirinler birlikte çalışır, kazanır ve yerdi. Lidyalıların simyası para henüz köye gelmemişti.
Peyo bunu nasıl düşündü, diye geçiriyorum şimdi içimden. Böyle bir dünyada yaşamak… Yeni yıldan bunu mu istesem acaba?
‘Tüm bunların yeni yılla ne ilgisi var?’ diyenlere az daha sabır diyorum. Yeni yıl coşkusuyla nu satırları yazıyorum.
Bir gün Gargamel nasıl yaptıysa tüm saatleri durdurmuştu. Şirin köyde düzen kalmadı. Şirin Baba çaresiz kaldı. Şirinler toplandılar, hep birlikte Doğa Ana’ya gittiler. Zaman akmıyor, dediler. Sular kurudu, bitkiler ölüyor. Şirinler mutsuz. Pastacının pastası yenmiyor. Şakacı, şaka yapamıyor. Bilgin üretemiyor. Ve Şirine! eskisi kadar güzel değil. Silikon yok, botoks yok, türlü jimnastik aletleri, haplar! Yok! Yok! Yok! Ne yapacak Şirine’cik şimdi? Ne seveni vardı. Ne de sahip çıkanı. Kötü yola mı sapsaydı Şirine? Şirine ne yapmalıydı?
Burada bir Orhan Baba geçidi olsa ne güzel olurdu. Dertler benim, çile benim, hayat senin olsun !
Barış, mutluluk, huzur, aşk, bol kazanç vs. vs…
Ama elim kalem tutmadı.Yazamadım. Koltuğuma yaslandım. Gözlerimi kapadım. Vazifemi yaptım. Yeni yıl yazımı önce gözlerimle boşluğa yazdım. Boşlukta yer tutanları topladım, cümle yapıp klavyeye düşürdüm.
Dünyanın değişik yerlerinde kutlanan yıl başlarını gözümde canlandırdım. Aklım hep yeni yıla ilk ve son giren yerlerde kaldı. Yani bir gün önce ben girsem ve en son da ben çıksam şu yıldan ne kazanırım, diye düşündüm. Hayattan bir gün çalsam. Boş vakitlerin, çalışma saatleriyle taçlandırıldığı serzenişler dünyasından bir gün kopartsam kâr sayılmaz mı?
Nasıl girsem ben bu yıla diye geçirdim içimden?
Buz Otel’de yeni yıla girmeyi düşündüm. Üşürüm! Buzun koynunda tek yatılmaz. Anılar da ısıtmaz. Şaraba vursam kendimi olmaz. Yeni yıldan uyanınca katır tepmiş gibi olmak istemem. Aklım başımda olmalı. Yeni, yeni gibi yaşanmalı.
Sıcak memleketlere gitsem. Olmaz, zemin oynak oralarda. Yürek titreşimine yenik düşmüş yerküre. Ben ağır kalırım o coğrafyada. Evimde olmalıyım ben, sevdiklerim ve kendimi parçası olarak hissettiğim topraklarda.
Nerede olursam olayım yabancı sayılmadan, yabancılaşmadan önce ben girsem yeni yıla, sonra da ilk ben çıksam şu yeni yıldan. Kendim gibi uyansam sabah, kendim gibi başlasam güne, kendim gibi yaşasam.
“Kendim gibi yaşamak” mümkün mü? Sanmıyorum. Ne zaman bana uyuyor ne de ben zamana. Ciddi bir çevre düzenlemesi yapmam gerekli. İşe önce kendimden başlasam. Vücut bir makine değil mi? Doğrudur, beden bir makinedir. İşte bu nedenle sürekli ayar istiyor. Yeni yıl da bir ayar çekmek değil mi bedene? Yaşlandın güzelim, haydi koydum seni kapıya.
Tam tüketim toplumuna yakışır bir biçimlendirme değil mi? Zamanım yok diyenlere inat bir şey geliştirmeliyim. Kendimi ayarlamalıyım. Öyle estetik operasyonlar gibi bir ayar değil benim istediğim. Vücudumun termometreden, barometreye kadar her türlü ölçüsü var da neden zaman ölçeri yok? Yeni yıl senden zaman ölçer istiyorum. Bedenime bir zaman ölçer istiyorum. Nereden mi çıktı bu fikir? Patenti alsam zengin olurum. Zenginlikte değil gözüm. Zaten bu benden çok öncesinde düşünülmüş. Hatta uygulanmış bile. Nerede mi? Şirin Köy’de. Orası mı neresi?
Anımsar mısınız bilmem çocukken Şirinler isimli bir çizgi film vardı. “Şirinler, ormanın derinliklerinde yaşayan küçük sevimli...” diye başlardı masalı anlatan amca. Hiç bir varmış, bir yokmuş demezdi… Masal hep böyle başlardı. Kötü adam Gargamel’di. Gargamel, belki günümüzün Amerikasıydı. Kapitalizmin vurgununu yapan ve vurgununu yiyen adam Gargamel hep siyahlar giyerdi. Papaz görünümlü Gargamel, Şirinler’i yemek isterdi. Azman isimli kedisi ise güçsüz canların Azrail’i kesilirdi. Tüm bunlara karşın Şirinler, küçük köylerinde mutlu mesut yaşarlardı. Yaşamdan her renk vardı o köyde. Öfkeli, Şakacı, Pastacı, Bilgin, Sakar, bir tek kız Şirine ve Şirin Baba. Sonra nasıl olduğunu hiçbir zaman bilemediğim Bebek Şirin katıldı filme. Babası kimdi, annesi kimdi? Bilmiyorum. Zaten Şirinlerin anne ve babası yoktu. Ne anaerkil, ne de ataerkildiler. Onlar Şirinerkildi. Hepsi tekti. Hepsi biricik. İlginç olan bir şey de yaşadıkları yerde hiç mabet, tapınak, okul yoktu. Tanrının görevini üstlenen ve materyalizme göndermelerde bulunan Doğa Ana, yaşamın ritmini düzenleyen Zaman Baba dışında bir idareci yoktu. Tüm Şirinler birlikte çalışır, kazanır ve yerdi. Lidyalıların simyası para henüz köye gelmemişti.
Peyo bunu nasıl düşündü, diye geçiriyorum şimdi içimden. Böyle bir dünyada yaşamak… Yeni yıldan bunu mu istesem acaba?
‘Tüm bunların yeni yılla ne ilgisi var?’ diyenlere az daha sabır diyorum. Yeni yıl coşkusuyla nu satırları yazıyorum.
Bir gün Gargamel nasıl yaptıysa tüm saatleri durdurmuştu. Şirin köyde düzen kalmadı. Şirin Baba çaresiz kaldı. Şirinler toplandılar, hep birlikte Doğa Ana’ya gittiler. Zaman akmıyor, dediler. Sular kurudu, bitkiler ölüyor. Şirinler mutsuz. Pastacının pastası yenmiyor. Şakacı, şaka yapamıyor. Bilgin üretemiyor. Ve Şirine! eskisi kadar güzel değil. Silikon yok, botoks yok, türlü jimnastik aletleri, haplar! Yok! Yok! Yok! Ne yapacak Şirine’cik şimdi? Ne seveni vardı. Ne de sahip çıkanı. Kötü yola mı sapsaydı Şirine? Şirine ne yapmalıydı?
Burada bir Orhan Baba geçidi olsa ne güzel olurdu. Dertler benim, çile benim, hayat senin olsun !
Hepimizin ruhunu çelen yollar vardır. Yollara sapılır. Ama hiçbir yol dönülmez değildir. İnsan tövbelidir. Sonumuz ‘ne olursan ol yine gel’ değil midir? Şirine aldı bütün arkadaşlarını yanına, koyuldular yola. Çıktılar Doğa Ana’nın huzuruna. Dinledi Şirinleri tek tek Doğa Ana. Sustu. Hüzünle onlara dünyayı gösterdi. Adamın biri, ülkesi neredeyse 8. yüzyılı yaşarken nükleer silahları deniyor. Başka bir adam, kral koltuğuna oturmuş mortal combat oynarmış gibi haritadan yerler beğeniyor ve ordularına işaret ediyordu. Sustu Doğa Ana. Sadece, Zaman Baba’ya gidin, diyebildi. Şirinler, Zaman Baba’ya gittiler. Büyü bir şekilde bozuldu. Nasıl oldu derseniz, işte onu anımsamıyorum. Her şey eski haline döndü. Çiçekler yeşerdi, böcekler uçtu. Dünya aynı dünya oldu. Şirine yine Şirin’e.
Zaman değişse de insan aynı. Önemi olan aynılığın içinde kendimizi yaşayabilmektir.
Hepinize, sevdiklerinizle birlikte mutlu bir yıl geçirmenizi diliyorum.
Zaman değişse de insan aynı. Önemi olan aynılığın içinde kendimizi yaşayabilmektir.
Hepinize, sevdiklerinizle birlikte mutlu bir yıl geçirmenizi diliyorum.
Görsel:
Cerebro
5 yorum:
Sizin için de herşeyin düzgün ve size huzur verecek şekilde geçeceği bir yıl olsun..
Elinize yüreğinize bakışınıza sağlık...
şirinlerin yaşadığı gibi yaşamak benim de yeni yıldan dileğim.çok güzel bir yazı olmuş.hep diyorum,sizi okurken sanki kendi içimi okuyorum.hissedip düşünüp kelimelere dökemediklerimi.huzur dolu bir yıl diliyorum.
İnsan hep farkında olmuş zamanın. Akıp gideni durdurmaya çalışmış kimi zaman, kimi hayallerde zaman makineleri icad etmiş. Neden dersiniz? Zaman makinasının asıl amacı acaba ileriye gitmek midir? Geri dönemeyeceğini bilen herhangi biri gerçekten zamandan bir an olsun çalmak ister mi?
Hatırlarsınız belki, birçok yerde anlatılır; eskilerden biri bana hatırlat zaman geçiyor diye bir adam tutmuş. Senin görevin demiş bana hergün zamanın geçtiği hatırlatmak. Ta ki sakalındaki/saçındaki ilk beyaz görünceye kadar. İlk beyaz ve gelen diğerleri zamanın ölçüsü olmuş. Akıp gidenin... Akıp gittiğimizin...
Zaman; şu dünyada harcama fiili ile anılan iki şeyden biri...
Ne güzel yeni yıl yazısı bu ! Zevkle okudum.
- zaman mekan insan -
yeni bir yıl mı gelen
yoksa aslında saniye dakika saat gün ay yıl yok mu
kendi kendimize oyunumuz mu zaman
boşlukta sallanan insan
anlayabilsin diye ne yaptığını
koca bir pastayı küçük küçük bölüp durmuş mu aslıııı
Yorum Gönder