Kutu Kafa

“Ne yapıyorsun?”
“Temizlik…”
On dakika önce tartışan iki kişi biz değiliz sanki. Bir şey yokmuş gibi davranıyor. Ne olup bittiğini tam olarak anlamadığı için böyle davranıyor. Şimdi de “koltuğun üzerinde yan gelip yatan biri nasıl temizlik yapar acaba?” diye düşündüğünden eminim. Birazdan “Kral çıplaaaaak…” diye bağıracak. Kendininkinin ne halde olduğunu önemsemeden yüzüme bakıyor. Şaşkın. Hatta allak bullak olmuş durumda. Saçları diken diken, elleri kolları her zamankinden daha hareketli. Sol elini beline dayanak yapmış. Anlaşılan dik durmak için desteğe ihtiyacı var. Sağ elini bana uzatıyor, tam seslenecekken derin bir nefes alıp elini alnına götürüyor. Ansızın soluğu havaya karışıyor. Söyleyecekleri de uçup gidiyor. Bana dokunamadığında kendi saçlarını yolar, yine aynısı yapıyor. Bir şeyler söylememi istediği çok belli.
“Sahi ne yapıyorsun?”
“Temizlik…”
Kaşlarını çattı. Ardını döndü. Öfkelendiğinde kendini böyle kontrol eder. Vaktiyle anlatmıştı anne babası çocukken çok kavga edermiş. Ağza alınmaz kelimelerle, birbirlerini geri dönülmez yollara iterlermiş. Bazen bağrışmalara tükürük, tekme, tokat da karışırmış. Benimki de evin içinde ses yükseldi mi olup bitenlere sırtını dönermiş. Görmez, işitmez olurmuş. Kim kime ne dedi, ne yaptı… Benim adam lal. Kavga, gürültü bitse de dönmezmiş yüzünü. Nice sonra gönlünü bir şekilde yaparlarmış da öyle has yüzünü gösterirmiş. Hala hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda çocukluğundaki gibi davranıyor. Kayıtsızlığım onu eziyor.
Elimde ne bir bez, ne de başka bir şey… Öylece pencere önündeki koltuğa tünemişim. Nereye baktığımı durduğu yerden kestirmesi zor. Renkli plastik şişelerin içine saklanmış temizlik malzemelerini dolaptan çıkartıyor. Bir bir diziyor koltuğun kenarına.
“Ben de yardım edeyim sana.”
İnzibat misali önüme dizdiği deterjan kutularına bakıyorum. Durak büzüp “bunlarla mı bana yardım edeceksin…” gibisinden bakıyorum yüzüne.
“Bu bildiğin gibi bir temizlik değil.”
“Neyi temizliyorsun?”
“Zihnimi.”
Bir iki saniye baktı suratıma. Ve gülmeye başladı. O ses… Darbeli matkap! Zihnimi sarsan bu sesten kurtulmalıyım. Ayağa fırlıyorum. Hazırlıksız yakalanıyor.
“Çirkinsin!”
Kahkahası dondu yüzünde. O anda aklına gelen yanıtların hepsi birden anlamsızlaştı. Tüm yaşadıklarımız birer gölge.
“Artık yüzüne bakmak bana iyi gelmiyor. Kendimi yanında cereyanda kalmış gibi hissediyorum. Üşüyorum.”
Sükunetimiz aramızdaki dalgakırandı. Bu vakitten sonra yeller esiyor bizim dalgakıranın üzerinde. Bugün zabıtalar izinli, işporta tezgahını kurabilirim. Kavga, gürültü… Zihnimi temizliyorum. Yoruldum bir başıma hesap kitap yapmaktan.
“Çirkinsin!”
Kimsesiz kalmış gibi görünüyor. Öfkelenmiş olmalı ki ardını döndü. Ama öylece kalamıyor. Çünkü itiş kakıştan korunmayı öğrenmiş sadece. Sessizlik ya da yüzleşme karşısında ne yapacağını bilmiyor. Düştü düşecek. Kale benimdir!
“Peki çirkinim. Ben şimdi neysem üç gün önce de, altı ay önce de, beş yıl önce de böyleydim. Ben de değişen bir şey yok!”
Yüzüne baktım. İlk defa kendisiyle ilgili bir şey söylüyordu. Aslında ilişkimiz içindeki kendisiyle ilgili ilk kez konuşuyordu. Şimdiye kadar ne zaman tartışsak sessizce kendi kendine konuşup avunurdu. Sarhoşluğu, uykusuzluğu teskin hapıydı. Sevişmelerimizle iyileşirdi. Birkaç gün iyi giderdi her şey. Ama sonra yine…
“Konuşmaya değer pek bir şey bulamıyoruz artık. Bir alt geçitte yaşıyorum gibi hissediyorum seninle. Bağıra çağıra kendimi sana satmaktan yoruldum. “
“Doğru konuş.”
“Koş vatandaş koş. Etimden et kopartıyorum. Aklımdan düşünce. Batan geminin kadını buradaa… Kocasından düşme, kelepir.”
Alnında terler birikti. Dudaklarını ısırıyor kelimeler ağzından kaçmasın diye. Ne oldu! Alt geçidin havasızlığı mı boğdu seni? Gömleğin yapıştı mı tenine tıpkı dilin damağın gibi. Hayatımız bir alt geçitte geçiyor. Kim iner alt geçitlere? Korkaklar. Vızır vızır geçen arabaların önüne atlamak yürek işi. Belki de hayata dört elle sarılanlar kullanır alt geçitleri. Ben ne zaman bir alt geçitten insem, terk edilmişlik hissederim. Bir başına kalmışlığım üzerime üzerime yürür. Yoksulluk, zevksizlik ve özensizlik kamaştırır zihnimi. Geceden kalmaların bıraktığı izleri fark etmemek için ağzımdan solurum. Bir an evvel çıkmak için adımlarımı hızlandırırım. Tam ışığa varacakken yaşlı kör adamın kavalının yanık nameleri ya da mendil satan çocuğun sümüğü dolanır ayaklarıma. Zihnimden koşar adım çıkarım merdivenleri. Ayaklarım mıh kesilir. Kala kalırım oracıkta…
Kim bilir en zamandan beri bu alt geçitte yaşıyoruz seninle. Geçidin tam ortasındayız. Ben hızla çıkmak istiyorum yeryüzüne. Sense ne yapacağına karar vermek için, önce bir durum tespiti yapıyorsun. Önce bir geçmişe uzanıyorsun. Ardını döndüğünde anne ve babanı görüyorsun. Uğultuları sarıyor içini. Kavgalar, itiş, kakış… Çocukluğun bir salıncak misali sallıyor seni. Göklere yükselmek heyecan verici ama sen korkuyorsun. Çok düştün bu salıncaktan çünkü. Ağzın, burnun yara bere içinde kaldı. İnmeli bu salıncaktan. Geçmişin seslerini susturmak için kulaklarını tıkıyorsun, sözler ağzından fışkırıyor. Dişlerini sıkıyorsun, yüzün gözün başka hallere giriyor. Yok! Geri gidemezsin. Yönünü bana çevirdiğinde ise… Korkuyorum. Korkuyorsun.
“Kutu kafasın sen. Karesin! Evet bir karesin. Köşelisin! Dört köşeli bir kirpi gibisin. Sana dokunamıyorum. Köşeli hayatınla her şeyi zorlaştırıyorsun. Aynaya baksana. Sahiden bir baksana. Kendine baksana. Doğruluk abidesi, her şeyi bilen bilgeler bilgesi…  Her şeyin batıyor!”
“Çok acımasızsın!”
“Değilim. Kendinden başkasını göremediğin için herkesi kutu sanıyorsun. Herkesten geçtim, beni de kendin gibi kutu sanıyorsun. Uyan artık dünya yuvarlak. Ve ben istediğim an, istediğim şekle bürünebiliyorum. Sakın bana ardını dönme… Sana söylüyorum. Özgür! Sakın bana ardını dönme.”
“Demek zihin temizliği böyle bir şey... Aklına gelen her şeyi söylemek. Yetmedi çemkirmek… Bravo Özge Hanım! Bugün sayenizde bir şey daha öğrendim.”
“Bir kutuya ne sığarsa o kadarsın Özgür.”
            O kadar sessiz ki. Daha önce de kavga ettik. Bağırıştık. Ama hiç böyle olmadı. Kendimi dışarı atmak istiyorum. Alt geçitten çıkmalıyım. Nafile kımıldayamıyorum. Sakin sakin durması sinirlerimi bozuyor. Gitmek hissim kuvvetlendikçe koltuk sarıyor beni. Ayaklarım yayılıyor. Bedenim gevşiyor.
Birden alt geçit kararıyor. Haftalardır salonun köşesinde duran kitap dolu kutuya yöneliyor. “Kan çekti herhalde” diye düşünüp, gülüyorum. Hışımla içindekileri savuruyor. Sayfalar, kitap kapakları, ayraçlar havada uçuşuyor kar misali. Hepsinin altında dönüyorum sanki… Gelinlik giyinmişim üzerime bereket diye buğday serpiyorlar. Belki ölmüşüm de toprak…
Küüüüüüüt!
Kapının sesi yankılanıyor tüm hayatımda. İçine bir bir dizdiği renkli temizlik malzemeleriyle dolu kutuyla benim yerime iskeleden ayrılıyor.

Görsel: Yusuf Gencer

Hiç yorum yok: