Mavi'dir Kelebek


Göz bebeklerinde kelebek etkisi
Düşenler mavi
Tutamadığım, tutunamadığım, içine karışamadığım mavi
Gözlerin alacaklı benden
Mavilerini topladım dün birer birer
Sen diye, benden dökülen mavileri topladım
Kuruttum, sakladım tane tane bizi
Kelebek mavi!
Yüreğin kurak kaldığında seslen
Sana biraz göz y’aşımdan vereceğim
Ruhunda akıp giderken mavi
Bende kelebek etkisi
Uçuşanlar mavi!

Belki ruhunda semah ederken benden düşen senler
Özgür kalır kelebek
O zaman sahiden bana gelirsin!
Kalpte kelebek etkisi
Yürek mavi!



Sağ Eliniz, Sol Elinize Ne Derdi Hiç Düşündünüz Mü?

“Yürümek; yürümeyenleri arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak yürümek!..”

Nazım Hikmet


Saçlarımı kestiğimden beri dünyayı bir başka görüyorum. Issız bir yolda tek başıma yürür gibiyim. Az öteden ne çıkacağını kestiremiyorum. Bu, yoluna pusu kurduklarım olmadan yürümek gibi bir şey. Fason aşkların işgal ettiği bir memleketten, anayurda koşmak gibi bir şey. Dedim ya saçlarım olmadan dünyayı bir başka görüyorum. Aslında daha çok bıyıkları kesilmiş bir kedi gibiyim.. Yolunu kaybetmiş, rotasını şaşmış bir kedi gibiyim..

Gözlerim varmış benim. Kocaman! SEN’den geriye kalan ve bana çok yabancı olan gözlerim! Gözlerim, saçlarım, bedenim hatta mavi gömlek bile çok yabancı şu an bana.. Aidiyet duygumu kaybetmiş gibiyim. Ben çıplak halimle dünyanın merkezine düşmüşüm sanki. Daha doğrusu en çıplak halimle dünyanın merkezinden düşmüş gibiyim.
YÜREĞİNDEN DÜŞTÜM! SEN’den düştüm!



Bu düşüşte kolum kırıldı. Sol kolum alçıda. Hâlâ alışamadım kolumun kırıklığına. Benim yürüdüğüm sokaklarda kemikler ihanet etmezdi adama! Kalpler kırılırdı. Kalpler kırıldı ama kemikler dimdik dururdu ayakta. Kolum kırıldı! kalbim kırıldı! Ama kalbimi alçıya alacak bir doktor yoktu. Kalbi alçı tutmaz! Kalbi bir tek aşk tutar. Aşktan da alçı olmaz! Kalp nakli yapalım dediler, istemedim. Devraldığım kalbinde aşklarını sırtlanacak gücüm yoktu çünkü. Üstelik kolum da kırılmıştı..

Ne zormuş bildiğin, alıştığın bi şeyi yitirmek. Küçük Ağa’nın Çolak Salih’i gibiyim. Kuytularda kırık elimi arıyorum. Çünkü; dünya, açılması gereken kapılarla dolu. Kolum anahtarım benim. Kolum sol anahtarım benim. Çünkü ben SOLAĞIM! Yaşamımı hep soldan yaşayıp, sağa ayak uydurmaya çalıştım ben. Uygunculuk aslında ruhuma ters! Ama dünya, sağdan kurulmuş bir kere. Egemen sağ el olmuş bir kere. Solak olan bense baş kaldırmadan asimile olmuşum.. Hep bir şeyler eksik kalmış. Belki de bu nedenle yarım kalmış işleri tamamlama konusunda çok ısrarlıyım.



Saçlarımın yasını tutmuyorum. Saçlarım acımıyor. Ama elim çok acıyor! Elimin de yasını tutmuyorum; çünkü her yoksunluk, bir varlığımı fark etmemi sağlıyor. Aslında bendeki SEN’i çıkarmıyorum. SEN’siz, bendeki beni fark ediyorum. Bugün mesela ilk kez bir elim daha olduğunu fark ediyorum: SAĞ! Ve bugün ilk kez benden SEN’i çıkarttığımda geriye kalanlarla yüzleşiyorum; SAĞ!

Fark ediyorum ki yıllarca aradığım ve belki de aramaya bir ömür boyu devam edeceğim bir şey gizli, sol elimle aramızda. Bir dokunuş mesafesi kadar yakınız oysa. Ona ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Düşünüyorum. Öylesine SEN’le doluyum ki başka hiçbir şey düşünemiyorum. Sanki SEN’den başka hiçbir düşünce kan-beyin bariyerimden geçmiyor.. Bu uykusuz geçen kaçıncı gece bilmiyorum. Gün, gecenin koynundan usulca uyanıyor. Güneş, penceremin önünde soyunuyor bana. Sağ elim yumruk oldu; sol zindan içinde. İçim acıyor. Bir ıhlamur kokusu alıyorum. İşte o anda ezan serenat yapmaya başlıyor güneşe. Sağ elim, sol elime dokunuyor. Sağ elim, sol elimi sarıyor. Anneannemin öğrettiği dualar dökülüyor dilimden.. “Kuşluk vaktine ve sükuna erdiğinde geceye yemin ederim ki RAB’bin seni bırakmadı ve sana darılmadı..

İşte o anda sağ elim haykırdı, sol elime: YALNIZ DEĞİLSİN BEN VARIM!

Sevşirken Çiçek Kokan Adamlardan Nergis Aldım

Soğuktu hava. Bilinenin aksine aralık s’eksi değildi. Sımsıcaktı. Yol boyu el ele, sarmaş dolaş olmuş çiftlere baktı Limon (Sarı araba!). Birkaç adım ötede, onlara bakıp iç geçiren yeni yetmelere, maça kızlarına, evde kalmışlara, kocamışlara, tazeyken dul kalmışlara, gösterip de vermeyenlere, kendinin hiç farkında olmayanlara vs., vs., vs. baktı Limon (Sarı araba!).

İnsan olmak nasıl bir şey diye düşündü? Çelikten gövdesine o anda bir damla yağmur çarptı. Derin bir soluk aldı Limon (Sarı araba!). Titredi.

İnsan olmak“ diye inledi, galiba “Dokunmak” dedi.. İşte o anda sert bir rüzgar esti. Tam sarı arabaya binmeye hazırlanıyordu ki etekleri savruldu Uzağa Giden’in. Beresi düştü yere. Bukle, bukle simsiyah saçları döküldü omzuna. Rüzgar, saçlarını taradı. Buna hiç itiraz etmedi kadın. Yüzünü döndü rüzgara. Açtı kollarını iki yana; sanki tutkuyla sevdiğini kucaklar gibiydi. Sanki onu öpecekti hoyrat rüzgar. Yumdu gözlerini kadın. Nasıl güzeldi bu duygu.. İliklerine işledi soğuk. “Uzun süredir saçlarım böyle taranmamıştı” dedi kadın.




Rüzgar! Elleri gibiydi. Özlediğim eller gibi”. İşte o pencerenin perdesini havalandıran rüzgar sendin! Kızların eteklerini uçuran haylaz rüzgar.. Kibritçi kızın ellerini donduran zalim rüzgar.. Nisanda bedenleri çıplak koyan, sevişmeye hasret rüzgar! İşte o sendin değil mi?. Aralıkta geldin.. Geldin değil mi rüzgar? Ses veremedi rüzgar. En kuytularında gezdi kadının. İçini titretti. Varlığını hissetti kadının. Oysa kadın, sadece ona sözleriyle dokundu. Rüzgarın soluğu kesildi. Kaçtı… Bir hışımla gitti rüzgar. Duramadı kadının karşısında.

Eğildi beresini aldı Uzağa Giden. Gülümsedi.. “Üşüdüm” dedi titrek bir sesle. Limon (Sarı araba!) sardı kadını. Yol boyu, çiçek satan adamları gördüler. Soğuk havayı, çiçekle ısıtan adamlara baktı ikisi de, tokat tokat yağan yağmurun inlettiği pencerenin ardından. Kara yüzlü, elleri soğuğa yenilmiş adamlar bunlar diye düşündüler. Kendi evlerine, kadınlarına hiç çiçek götürmemişler onlar. Ama çiçek kokan adamlar bunlar. Sevişirken çiçek gibi olan adamlar. Sevişirken nergis kokan adamlardan çiçek aldım.



İşinden dolayı nergis kokan adam baktı yüzüme. “Bu gece karına nergis kokacaksın” dedi ona, içinden, Uzağa Giden. “Kadınına bu kokuyu hissettir be adam. Sev onu işte. Sev! Senin kadının olduğunu hissetsin işte. ” diye fısıldadı. KADIN nergis, NERGİS kadın olsun. Sen de buram buram kadın, nergis kok be ADAM!

Ellerime nergis değsin istedim o anda. Çiçek kokmak istedim. Gelmeyeceğini biliyorum! “Bekleme beni artık.” dedin. “Bekleme bu gece!”. Olsun belki gelirsin, bekleyeceğim! Yalandan da olsa “Geleceğim.” deseydin keşke. Gelmesen de bekleyeceğim! İşte bu nedenle çiçek kokmak istedim. Sen gelecekmişsin gibi, sana hazırlanmak istedim. Sana uyumak ve sana uyanmak istedim. İşte bu nedenle, bir çiçek gibi kokmak istedim. Nergis kokmak istedim. İki demet nergis aldım. Biri ben, biri sen..



Çiçek çiçek koktu sarı araba. Uzun zaman olmuştu, Uzağa Giden çiçek almayalı. Gülümsüyordu kadın. Elleri dokunuyordu sarı yapraklara. Sonra saçlarına gitti eli. Bir yaprak tutuklu kalmıştı buklelerde. Daha bir gülümdi kadın. “O sakladı bunu saçlarıma” diye mırıldandı. ‘Rüzgar! Rüzgar! Rüzgar!’ diye çoştu kadın. Derin bir soluk aldı… Sustu!

Mırıldanmaya başladı o anda.. Tandık geldi şarkı Limon’a (Sarı araba!). Duygu Can (Radyo!) anımsadı melodiyi.. Ah! Keman öğretmeni..





-Hazır mısınız ?
-Evet efendim
-Kemanın akordu tamam mı?
-Evet
-İyi, başlayabiliriz.. ‘fa’
-’la, mi’
-’re, mi, fa’
-’mi’ye dikkat et
-Affedersiniz
-’sol’
-’si, fa’
-’sol, la, si’
-’la, si, do, la, fa’
Nedir bu duyduğum heyecan
Bambaşka bir duyguyla coşuyor şu an içim
Nasıl da parlıyor gözlerim
Bir duygu, unuttuğum, kaplıyor her yanımı
Âşık mı oluyorum
20 yaş farka rağmen
Ben sana söylemek istiyorum ki
Ben seni öyle çok seviyorum ki
Seninle birlikte göz göze
Geldiğimiz anlarda, bir garip oluyorum
Bilmem ne olacak sonum
Sana ders vermek için günleri sayıyorum
Âşık mı oluyorum
20 yaş farka rağmen
- İyi, yarından sonra görüşürüz
- Hayır efendim
- Perşembe öyleyse
- Hayır efendim, artık dayanamayacağım …
- Neden, derslere devam etmek istemiyor musun?
- Hayır efendim.
- Peki ama neden?
-Çünkü ben de, ben de sizi seviyorum

.. ve kadın güneşle konuştu!

Güneş usulca bana yüzünü dönmeye başladı tam akşam sularında. Su gibi içime aktı güneş. İçim akşama doğru ısındı. HOŞGELDİN! HOŞGELDİN GÜNEŞ! Güneş bugün kara yenilmiş. Kar başka yüzlerini göstermiş Güneş’e. Ama Güneş yılmamış mücadele etmiş. Akşama doğru gelebilmiş ancak. Hoşgelmiş.. Bi gün bizde sana gelelim be Güneş! Senin geldiğin gibi gelelim.. Tamam tamam ABD başkanı değilsin ama sana geldiğimizi de bilirsin. Öyle kırmızı telefona ihtiyacımız mı var be Güneş! Anlarsın işte sevda sesinden çalan telefonun.. Anlarsın dimi Güneşşşşşş!

Şehrimin sokakları çıplak bir kadın gibi. Burnumu tüm öğleden sonra boyunca pencereden kaldırmadım. Düşler gördüm! Senin şehrine gelip gittim. Çayındaki şekeri karıştırdım. Çayındaki şekeri sen görmeden yedim Güneş! Bugün mutluluksuz kaldım.. Mutluluk malum şikolata!!!! Çocukken bize öyle öğretildi.. Şikolataya kendimizi bilinceye kadar mutluluk dedik biz.. Gelirken mutluluk getir tamam mı Güneş!

Akşam oluyor yavaş yavaş.. Ezan uğurlarken Güneş’i dilimde Teoman olmayan Teoman şarkıları..

Mevsim rüzgarları ne zaman eserse
O zaman hatırlarım
Çocukluk rüyalarım, şeytan uçurtmalarım
Öper beni annem yanaklarımdan
Güzel bir rüyada
Sanki sevdiklerim hayattalarken hala


Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız kulesi ve adalar
Ah burda olsan
Çok güzel hala İstanbul’da sonbahar


Bu şarkıyı Teoman daha güzel söylüyor be aşkım! Akşamüzeri Kız Kulesi ya da düşünü kurduğumuz gibi Galata Kulesi.. Belki İzmir’de Asansör.. Belki Ankara Kalesi’si.. Güneş! Kalelere, Kulelere hapsolmuş Güneş! Masalın Rapunzel’i benim! Senin beni gelip alıp kaçırman gerek. Andımdır! Gelip seni bulacağım! Hangi bulutun içine saklandıysan çıkaracağım! Seni koynuma alacağım. Masallarımı anlatacağım. Yeniden yeniden seninle başlayacağım! Korkmuyorum! Yüreğim zihnime düştüğünden beri! Zihnime sen düştüğünden beri! Çiğ taneleri Çığ olduğundan beri! Korkmuyorum!

Her zaman kolay değil sevmeden sevişmek
Tanımak bir vücudu
Yavaşça öğrenmek, alışmak ve kaybetmek
İstanbul bugün yorgun, üzgün ve yaşlanmış
Biraz kilo almış
Ağlamış yine, rimelleri akıyor
Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız kulesi ve adalar
Ah burda olsan
Çok güzel hala İstanbul’da sonbahar



Atkın mavi! Seni saracak yakında Güneş.. Ellerin çok üşümüş ya! Belki bi eldiven alırız sana.. Güneş yüzlüm! Sözlerindeki korkuları sil Güneş! Ben seni kendimden ayrı tutmadım ki.. Seni incitir miyim! Seni incitmek kendimi incitmektir. Kendimi incitir miyim?Sözlerim haykırışımdır! Doğrudur sen beni bilmeden daha ben seni bildim! Ben seni sevdim! Sevgi korkutmaz Güneş! Sevgi yaşatır.. Korkma! Sevgi üretken olduğunda gerçektir be Güneş! Düşündüren, düşleten, üreten sevgi gerçektir be Güneş! Yüreğime seni ektiğimden beri dünya gerçektir Güneş!

Eğer bir gün uzaklara gidersem ben sakın korkma.. Bu gidişte gözyaşı olmaz. Sadece sevgi olur.. İnsan sevgiden de gider be Güneş! İstediğinde söylersin giderim! Gidiş ve gelişte en önemlisi dürüstlüktür Güneş! Ben sana öyle geldim! Sadece kendim geldim!

Akşam gün oldu şimdi burada. Akşam gündüz oldu! Güneş ön ışıksa, ay arka ışıktır sevgilim. Artık gecelerinde Ay olacağım! Güneş gibi olmasa da içine dolacağım. İçindeki ışık olacağım.. Ama unutma Ay’ın ışığı yoktur! Ay, ışığını Güneş’ten alır.. Gece yüreğinin ışıklanması için gündüz doğacak mısın? Yemek yapmayacağım bugün. Özlemlerim, açlığım başka.. Şimdi yola çıkacağım! Uzaklara doğru!

Ben Uzağa Giden Kadın! Bi gün uzakları Güneş edeceğim.. Bi gün! O zamana kadar sevgimle kal! Daha tamam değil! Daha tamam değil! Yeni başladım! Sana yeni geldim! Şimdi gidemem! Şimdi gelmek zamanı.. Şimdi kendime gelmek zamanı! Kendime gelmek sana gelmek çünkü GÜNEŞ!

ARALIK SEKSİDİR!

Sözler ruhları verimli kılan, toprağı bereketli hale getiren çiy damları gibidir. İşte bu nedenle satırlara şebnemler damlıyor. Görseniz de, görmeseniz de ben bu satırların içindeyim. En az sizler kadar bu satırların içindeyim.

Kışın tam ortasındayız. Hiç bitmemesini umduğum sonbahar beni terk edeli kaç gün oldu bilmiyorum. Hatırımda kalan yarı baygın güneş, dudağımdaki çapkın kedi gülümsemesi ve rüzgardan uçuşan eteklerim. Bellek antolojime düşenlere nazire olsun diye, şimdi benim şehrime kar yağıyor.



Kış bana tuhaf sayılabilecek şeyleri özletiyor yaza dair.


Etek giymeyi özledim. Sanki dünyanın en yüksek dağlarının eteklerini ben giydim. Eteklerime tutunmuş karlar.. Çuha ve çan çiçekleri.. Usulca kıvrıla kıvrıla akan, bu coğrafyanın oryantal ritmini içine sindirmiş bir dere. Dünyanın ruhunu gezdirdim eteklerimde. Meydan okudum mevsimlerce ruhumu çöle çeviren sıcağa. Leyla’yı görenler gibi dudak büzmedim “bu muymuş Kays’ın aşkı“ diye ruhumu kurutan sıcağa. Gel dedim. Gel! Senin ateşin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.. İnançla yalan kafiyelerin dizildiği şu dünyada, rüzgarda uçuşan eteklerimi özledim. İnce kumaştan yapılmış elbiseleri, tenimde dans eden şifon ve ipekleri özledim.




Yaşamın uzun kollularına direnmek neden diye düşünüyorum? Ruhuma beden yaptığım, kış elbiselerime baktım. Kadın kokanlarını buldum, giyindim bu sabah. Kadın! Ne giyersem giyeyim kadınım ben.. Burka altında da.. Kara çarşaf altında.. Bikinisiyle.. Yokinisiyle.. Geceliğiyle.. Gündüzlüğüyle.. Kadın! Kadın kokan bir mevsimi giyindim, uzun kollular yerine. Şiir gibi damlayan hece hece. Ara’lık! İçinde gizli bir ılık saklıyor. Söylerken o ılık dudaktan damlıyor.. Tutku gibi. Fışkıracağı zamanı bekliyor ılık. Saatin tik taklarına göre ya donduruyor ya da yakıyor. Mevsim ara’ılıkta can buluyor.



A-RA-LIK.. Diye mırıldanıyorum. Kendi kendime. Defalarca.. Defalarca.. Defalarca.. Zihnime damlayan düşüncelere dokunuyorum. Düşüncelerin içindeki düşleri topluyorum. Düşünceleri düşürmüyorum. İçime çekiyorum derin bir solukta tüm yaşanmamış zamanları. Ilık baharları, kavruk yazları, yağmurlu nevbaharları ve insanın içine kaçan kışları.. Tüm zamanları bir solukta içime çekiyorum. Yaşamı tümlüyorum, şimdiki zaman penceresinde. Bakıyorum hayata ılık ılık, tutkulu. Ezber bozan zamanların güneşiyim ben. Bir ıslık gibi çalınır dudaklarımda aşk.. Öpücük! Sesini duyar ruhlar. Usul usul aralık zamanlar başlar..



Ellerim ceplerimde. Yerlerde savrulan üç beş bahar yaprağına bakıyorum. Yaprağın kaderidir düşmek biliyorum. Zihnimi kuşatan bilgi mahpusluklarından, zaman mahkumluklarından, parmaklık gibi beni kıstıran sözlerden ve bana gardiyan olan bedenimden sıyrılıp düşünüyorum. Ufuklar çok uzaklarda, etrafımdaki dev manzara ise çoğunlukla bir terra incognita. Chistophe Colomb gibi yelken açmışım eski dünyadan, yeni yollara. Ne bulurum dersiniz… İgnoramus! İgnorabimus! (Bilmiyoruz! Bilemeyeceğiz!). Plan yok, hayal yok. Sadece yaşayıp göreceğiz. Gerçekler kırılmaz.. Ederinden eksine bozdurulmuş hayallerden dikilmiş gerçeklik elbisesi değil ki yaşam. Mırıltılar, uğultular sonunda ritmini buldu.. Bir cümle döküldü dudaklarımdan “Aralık seksidir..


BirMilyonKalem‘de her ay bir gelenek olduğunu biliyor artık bu satırlara yürek koyan, zihnini eken okurlar. Hayatın soluğu bu satırlarda dolaşıp duruyor. Her kelimede bir nefeslik aşk gizli. Okur bunu biliyor. Okur nabzını tutmadan fark etmeli içindeki devinimi. O halde bu ay başka olmalı. Aralık, ılıktan öte olmalı.. Ne olmalı.. ARALIK: Seksi olmalı…
Aralık seksidir sorunsalını yazdı Kalem’ler bu ay. Her zihnin işdüşümüdür gözünüze çarpan sayfalar. Ayağınızın takıldığı, yorum olarak not düştüklerinde ise sizden yansımalardır. Biliriz! Bu sayının zihninize dokunmasında emeği geçen tüm KALEM’lere, imla editörü Funda GÜLSEVEN‘e, görsel destek editörü Münir ALATİ‘ye, gündem editörü Naif KARABATAK‘a ve içerik editörü Zuhal VOİGT‘e çok teşekkür ediyorum.
Bir de yol arkadaşım Erkan BAL‘a





ARALIK SEKSİ MİDİR?” diye sorarsanız da size vereceğim cevap..

Memleketime bakıyorum. Yalnız ve güzel ülkeme! Kömür karasının perdelediği bir havanın içinden yaşamda var olmaya çalışan insanlarıma bakıyorum. Gerçeklerin hayal gibi kırıldığı, zekatların çalındığı, fenerlerin kararttığı bir coğrafyada umut diye nelere sarıldığımıza şaşırıyorum. Düşünüyorum! Zihnimde yankılanan soruyu soruyorum şimdi kendime: “ARALIK SEKSİ MİDİR?” Bunca aymazlık boş yere değil. Biliyorum! Açlık, susuzluk ve cinselliklik gibi birincil güdüler, manipüle edilerek insanlara hükmedebilinir. Şimdiki zaman bezirganları bunu yapıyor. Ama onların da zihinlerine düşmeyen bir soru var. Belki de korkudan akıllarına bile getiremedikleri bir soru bu. Ruhlarına beden ettikleri seksi hangi cennete, hangi kurye ile havale edecekler ben işte bunu merak ediyorum!



Tüm bu düşüncelerin sonunda seksi aralık dile gelir mi? dersiniz..

Aşkın, seks olduğuna inanan bir neslin zihninin kapısını aralamaya geldim. Basit bir soru soracağım. Belki de sadece anoloji kuracağım. Sonra aralıktan çıkıp gideceğim… Aşk gibi penceremi çalan kar tanelerini ardımda bırakıp, seks kokan şehre ineceğim… Sonra yüzlerinize bakacağım. Gözleriniz, verecek bu sorunun cevabını. Sonra sizde bulduğum cevapları usulca fısıldayacağım ..

Aralık sahiden seksi midir?


http://www.birmilyonkalem.com/2008/12/01/editorden-aralik-seksidir/#more-5679

Gazze

Milletin hayatı söz konusu olmadığında savaş bir cinayettir.”
Kemal Atatürk

Şehirlerim bir bir yok ediliyor. Dünya gözüyle bir daha Beyrut’u, Kudüs’ü ve Gazze’yi görebilir miyim? Bilmiyorum. Gördüklerimden sonra bir daha dünyaya bakabilir miyim? Bilmiyorum!

Daha önceki yazılarımda Gazze’li kadınların çığlıklarını yazdım. Savaşta anne olmanın ağırlığını savaşta yaşamak! Kadın olmanın çilesini savaşta yaşamak.. Kadın olmak!

Elmayı kadın çaldırmıştı adama! Adam ne için çalmıştı elmayı? Adam ve kadın ne için gelmişti dünyaya? Bu dünyaya aşkı bulmak için gelmemiş miydik? Kadınlar aşk değil bugün. Kadınlar aşık değil bugün. Kadınlar çileli..

Gazze'de kadınlar özgürlük için duvar yıkıyor. Çocuklarına ekmek ve ilaç için haykırıyor.



Benim memleketimde kadınlar bayrak sallıyor balkonlardan vatan için! Onlar Kurtuluş Savaşı kadınları. Erk'eklerse kapatıyor kadınları.. Her coğrafyada kadınlar kendilerine ağlıyor usul usul! Benim memleketimin üretken kadınları.. Şehit anaları.. Aşık kadınları.. Sözden öte, kaderlerini nakışlara oyalayan kadınları.. Bugün tüm kadınların gözlerinden bir damla yaş damladı toprağa savaşın çocukları için. Bu yaş dua olsun! Bu yaş, insanlığın kendini yok edişine karşı bir direnç olsun..

İnsan olmak bugünlerde yüreğime çok ağır geliyor. Diliyorum ki bir gün insandan daha üstün bir ırk gelir bu coğrafyaya, insanın kendi ırkına yaptıklarının hesabını sorar. Bu ister dabbe olsun, ister başka bişey! İnsanın, insana ettiğini başka hangi canlı türü kendi ırkına yapabilir ki?

Savaş tüm acımasızlığı ile üzerimize yürüyor. Biz izin veriyoruz. Susuyor ve bekliyoruz. Savaşı televizyondan izliyoruz. Aklımızda ölen insanlardan çok, petrole bulanmış bir kuş geliyor. Belki petrole bulanan o kuşu anımsayan yürekler, acıya dayanamadığı için insanı yok sayıyor..
Çocukların çığlıkları sardı toprakları. Sular kurudu. Toprak ekin vermiyor artık. Yetmedi ey insanlık! Daha nasıl bir uyarı bekliyorsunuz. Daha nasıl bir kıyamet olsun istiyorsunuz? Kınadı Amerika, kınadı Birleşmiş Milletler Gazze'de olanları. Kınama, kına oldu İsrail’e! Evinizi yıkacağım başınıza şimdi dedi telefonda bir ses. Şahadet getirdi insanlar.. Öylece gömüldüler toprağa!

Soy kırım yapılıyor.. Canına yandığımın dünyasında 40 yıl önce soyu kırılanlar, cana kast ediyorlar.. Kimse onların karşısında duramıyor. Sanki geçmişin rövanşı insanlığımızdan çıkıyor. İnsanlıktan çıktıkça aslımıza dönüyoruz. Sanki aslımıza dönünce insan oluyoruz. İNSAN!



Savaş gerçekten cinayet. İçinde gözyaşının ve kanın olduğu cennet yoktur. Eğer gerçekten halkının canı tehlikede değilse savaş cinayettir. Şimdi bu sözün sahibini özleme.. Gel de özleme! Savaş diye inleyen bedenler hareketli. Gazze’de çok şey olacak. Gazze kana bulanınca aslında dünya kanla yıkanacak. Dünya kan olacak.. Suları kan basacak. Toprak bedenlerle dolacak. İnsan, kana karışacak.

Dünya dönüyor.. Sadece gündemi kriz, yerel seçimler, yeni yıl sanmayın! Dünyanın değişik yerlerinde binlerce insan acı çekiyor. Ölüyor. Burnumuzun dibinde çocuklar can veriyor..


Yaşam sadece bir algı da seçicilik durumu. İlgin, bilgin, görgün neyse; o anki ihtiyacın neyse gözün onu görüyor ve yaşıyorsun. Kırmızının Türkler için anlamının BAYRAK olması gibi. Bir de algı da değişmezlik var! Dünya yansa, hep aynı şeyi yaşamada ısrar etmek var ya! İşte o insanı tüketiyor.. İşte o zaman savaş oluyor..

Gazze kanayan yaradır. Yarası hiçbir zaman kabuk bağlamayanların coğrafyasında kan durmaz. Savaşın çocukları nasıl bir geleceğe açar gözlerini bilinmez. Gözünden mutluluk damlayan çocuklar nerede şimdi.. Benim şehirlerim nerede şimdi? Sadece kitap yapraklarında kalan şehirler olmasın onlar! Çocuklarım da görsün benim şehirlerimi...

Bugün dua ettim hepimiz için, yüce Allah hepimizi af etsin!





Tamamlanmamış işler...

Bu sabah, saat 8.00 suları uzun bir yolculuk için metrodayım. Oturdum düşünüyorum. Bu sabahı düşünüyorum. Yanımda bir baba ve kızı. Gidiyoruz işte yolumuza. Birlikte çıktık bu yola. Herkes kendi yoluna gidiyor aslında. Eğildi oyuncu kedi, yüzüme baktı, bir gülücük attı, "şapkan çok güzel" dedi. Sırıttı! Muzu enlemesine yiyecek kadar sırıttı. Aynı dolulukta bir gülümseme alınca karşılığında muzu ikiye katladı. Belki 4, belki 5 yaşında. "Kırmızı" dedi. "Kırmızı. Sever misin?" dedim " Severim" dedi. "Başka hangi kırmızıları biliyorsun?" dedim. "Şeker" dedi.. "Hmmmmmmmmm" dedim! "Bayrak" dedi. Gülüştük. "Canın mı sıkkın?" dedi. "Az" dedim. Düşünüyorum. 'İyi düşün' dedi. Babasına döndü tekerleme söylemeye başladılar. Yol boyu hiç susmadılar. Ben, içimden konuştum. Ama onlar duymadılar.

Düşünüyorum. Sabah evden çıkarken çalışma masama baktım. Düzen içinde boğulmuş, nefes alamayan hatta düzeni kompülsyon haline getirmiş bir odada darman duman bir masa. Tam anarşist! Yaşamak, anarşist olmayı gerektiriyor zaten. Masanın üzerindeki hiçbir şey tamamlanmamış. Her şey eksik!

Bir elma var tabakta; üç beş ısırık alınmış, bırakılmış. Sonra hiçbir zaman tek bir kitabı okuyamadığımdan üç kitap üst üste atılmış. Değişik yerlerinden kağıtlar sarkmış, çizilmiş, üzerine notlar alınmış. Biri sondan başa okunuyor. 'Her Gün Biraz Daha Yakın’a özel muamele yapılmış; içine bir kalem sıkıştırılmış, kırmızı. Sonra masanın tam ortasında Faraone’nin son makalesi duruyor. Üzerinde tepinilmiş belli. Uzun bir zihinsel mesai yapılmış üzerinde, tam bir gece. Yazmış gene canına yandığımın adamı benden önce. Bir gün dayanacağım kapına, hipotezimi koyacağım önüne. Ben senden öte şeyler düşünüyorum, diyeceğim. Beynimi tetikliyorsun, düşündürüyorsun. Hırsla okutuyorsun ve yazdırıyorsun. Bir gün senin kürsünde sana ders anlatacağım. Bir gün, bir makalende benim çalışmalarıma atıfta bulunacaksın. İkimizin de ömrü yeter buna.

Aklıma tamamlanmamış iş listesi düştü aslında. Tamamlanmamış işler, vurur insanı bu dünyada. Birini çok seversin. Sözden öte seversin. Kimseye demediklerini dersin. Ekmek gibi kendini yedirirsin. Ama öyle bir an gelir ki o gider. Ne olduğunu bilemezsin. Nisanda açıp, ardından dona çekmiş bir ağaç gibi erirsin. Ardından tüm yaşamın boyunca hep bu eksiği tamamlamaya çalışırsın.

Ben okuldayken bir merdiven vardı; güneşin şehre battığı, ya da şehrin güneşten çıktığı. Oturur düşünürdüm o merdivende. Çocukluğumu bıraktığım, takvimsiz zamanlar yaşadığım okulum. Tam o merdiven başında bir simitçi oğlan vardı. 15 yaşındaydı ama böbrek hastası olduğu için bedeni 7-8 çağında kalmıştı. Her gün gelirdi yanıma. Laflardık. Dertleşirdik.

Bir gün, bir simit alırdım ısırırdım. Sadece ısırdığım kadar parasını vereceğim dedim. Bu simitten gönlüm geçti. Manyak mısın, dedi. Isırılmış simiti kime satacağım? Tam simit parası vereceksin. Yok, dedim, vermeyeceğim. Senin gözlerinde, dedi, gizli bir hüzün var. Simit yesen de geçmez, yemesen de. Paramı vereceksin! Tükürdüm simiti. Bir daha senden simit yemeyeceğim, dedim. Yeme, dedi. Çöktü yanıma.

O sırada okulda askerliğini yapan bir çocuk vardı. Laflardık onunla. O geldi. Oturdu yanımıza. Dersi asmışsın, dedi. Siz kavga mı ediyorsunuz? Yok dedim! Astım dersi. Gelecek ay, dedi, ben evleniyorum. Ama aklım karışık. Şimdi buradaki cici kızları gördükten sonra nasıl gidip Fatma ile evleneceğim ben? Üçümüz de sustuk. Simitin parasını ödedim. Tükürdüğümü yemedim. Asker evlendi, düğününe gittim. Sonra üçümüzün de yolu ayrıldı. Simitçi öldü. Askerin üç çocuğu oldu. Ben bir hipotez peşinde 7 koca yıl tükettim.

Ama her şey yarım. Tamamlamak gerek. Yoksa dolap beygiri gibi dönüp dolaşıp başladığın noktaya geri geliyorsun. Martta yedi yıllık esaretimin bitip özgürlüğe geçişimin 2 yılı doluyor. Tamamlanmamış her şey bugün üzerime çullanıyor. Çok şey anımsıyorum. İşte ineceğim durağa geldim sonunda.

Tam yolculuk bitti derken ayağa kalkıyorum, kırmızı bereli ardımdan bağırıyor…

- Şşşşşşşşşşşşt kız telefonun çalıyor.
Dönüp gülümsüyorum.
- Görüşürüz, diyor.

Çocuklar bilge. Kırmızı bereli kendince benimle yaşadığı süreci tamamlıyor.
Metrodan indim. El salladım kırmızı bereliye, hoşça kal dercesine..

Ben de mırıldanmaya başlıyorum... Eksik bir şey mi var hayatımda?...






Sarı Saçlım, Deniz Gözlüm Nerdesin?

Uzağa Giden ve Limon (sarı araba!) Çankaya sırtlarından, Beşevler'e kadar uzanan günlük yolculuklarına başlamışlardı. Yol boyu söğüt ve ladin ağaçlarının gölgesinde ilerlediler. Sessiz bir sabah diye mırıldandı Uzağa Giden.. İçi titredi. Elleri her zamankinden daha soğuktu.

Zihninin sislerini dağıttı Anıt - Kabir.




Her sabah olduğu gibi bir selam gönderdi.. Bi günaydın! Gülümsedi.. Bi daha baktı gözleri bulutlu bulutlu. Hüznünden kavradı Kasım'ı ve düşündü Uzağa Giden. Aklından çocukluğunda okuduğu şiirleri geçirdi. O bayram ve anma coşkusunu. Türküleri mırıldandı. Ruhi Su'ya eşlik ettik çocukluğunda olduğu gibi.

Ankara'nın taşına bak..
Gözlerimin yaşına bak..
Uyan, uyan Gazi Kemal!


Türkü, türküyü kovaladı. Ama biri vardı ki! Daha geçenlerde 29 Ekim'de tüm sokakları çınlatmıştı. Her anma töreninden sonra akılda kalan "Sen kalk, ben yatam" söyleminden öteye gitti.. Ben vatanım için, milletim için ne yaptım diye düşündü Uzağa Giden. İç burkuntularını döktü yine ortaya. Kendinle hesaplaştı. İnceden türküsünü mırıldandı..

Sana Hasret Sana Vurgun Gönlümüz
Neredesin Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost
Bu Gemi, Bu Karadeniz
Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost


Ah sonbahar! Yeşilin sarıya olan aşkını önce kırmızıya dönüşüp yanıp kavrularak ardından da yerlerde sürünerek anlatan kaç mevsim var senin gibi. Neden sana son demişler, hazanla özdeşleştirmişler. Kasım vurgununa senden başka dayanacak bir başka mevsim olabilir miydi ki? Duygu Can'ın (radyo!) sesi daha bir gür çıktı o anda. Beraber ve sola haykırışlarla bir hasret türküsü yankılandı sokaklarda.

Ararım İzini Dolmabahçe’den
Bir Daha Dönmez mi Bu Yola Giden
İçimde Sen , Gözümde Sen Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost


Tüm renklerin yeryüzü ile dalga geçtiği ve sonunda olması gerekeni dünyaya hediye eden bir mevsim sonbahar. Varoluş ve yok oluşun ince bir çizgide gidip geldiği ve insana hiçliği çağrıştırdığı için bu kadar özel sonbahar. Tüm bunları fark edebilmek öyle güzel ki. Yaşadığımı, bir insan olduğumu hissediyorum. İçim kıpır kıpır seninle sonbahar. Umarsızca yolları arşınlayısım geliyor. Yapraklar üzerinde gezinmek başka duygular uyandırıyor. Üzerlerinde ter ter tepinip, tekme attığım dökülen yapraklara baktığımda yitirdiklerim ya da kavuşamadıklarım gelmiyor artık bugün aklıma. Ağaçlar bile yalnız ve çıplak kalma pahasına en sevdiklerini uzun bir süreliğine göndermeyi başarabiliyorlar. Önlerinde uzun ve çetin bir kış olduğunu bile bile. Bende tıpkı sonbahar ağaçları gibiyim. Ama biraz hoyrat bir ağaç. En çok kendi canını acıtan bir ağaç! Ama bu günlerde her tekme attığımda yerde sürünen yapraklara yüklerimi bıraktığımı ve daha çok özgürleştiğimi hissediyorum. Bu da mutlu ediyor beni. Ah benim sadık aşkım sonbahar!

Kurban Olam Yürüdüğün Yollara
Kara Peçe Yakışmıyor Kullara
Uyan Bak Bizim Hallara
Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost


Her mevsim ben, senin peşindeyim ve seni özlüyorum sonbahar. Her şey değişiyor bir sen ve ben değişime direniyoruz. Yollara vuruyoruz kendimizi, rüzgar canımızı acıtarak bizi sarsıyor ama yine de direniyoruz. İnceden bir hüzündür bu. Dedim ya bir Kasım vurgunu belki de. Oysa her düşen yaprak yeni bir yaşamın habercisi biliyorum..

Bulutlar Terinden, Dağlar Kokundan
Sarhoştur Sevdiğim Mahsuni Bundan
Bir Daha Gel, Gel Samsundan
Sarı Saçlım Mavi Gözlüm
Nerde Nerde Nerdesin Dost


İşe geldiler. İşte o bildik çocuk şiiri yankılandı birden caddede. Baktı. Gülümsedi Uzağa Giden.. Elinde bayrak, bir ilk okul öğrencisi haykırıyordu..

Saat 9'u 5 geçe..

İki damla göz yaşı akıp gitti o an da dua niyetine..

Limon (sarı araba!)

Uygarlık Düzeyimiz..

Bir ülkenin uygarlık düzeyi......

Çocuğuna..
Yaşlısına..
Akıl sağlığı yerinde olmayan vatandaşına..

uyguladığı muamele ile yakından ilgilidir.

Yaşamın özü atasözlerinde gizlidir gerçekten.
Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.
24 saat, bir fiil bakıma muhtaç olan biriyle yaşamak çok zordur..
İnsan eti ağırdır!
Ama, bu ağırlık muhtaca yapılan eziyetle hafifletilmez....

Zor insanı aslına döndürüyor değil mi?

Gözleri bağlı..
Elleri arkadan bağlı...
Bi çocuk!
Hareket kabiliyeti kısıtlanarak
5 duyusu örselenerek
Yaşama hakkı elinden alınan,
İnsanlığından edilen çocuk..

Evlenmek istemediği için
En güvendiği insanlar anne ve babası tarafından
Bir odaya kapatılıp
Gelecekteki "eşi"nin şiddetine uğrayan bir başka çocuk...
A'ile kisvesi altında suçun "outlet" olduğu
Tecavüzcüsüyle evlendirilerek durumun yasallaştırıldığı bir düzen KADIN olan çocuk..

Kendisinden yaşça büyük bir adama ailesinin refahı için "kurban" edilen bir başka çocuk..

14 yaşın altında çalışıp, çocukluğu teriyle yaşayan çocuk. Alın yazısı, terle silinmiş çocuk..

Evinde örselenen, başkalarının doğrularını yaşarken, kendini hep "e" şıkkı, "hiçbiri" olarak algılayan çocuk..

Çocuk..
Çocuk..
Çocuk..

Bir gün bu çocukların eline GÜÇ geçtiğinde.........
Ne derece KONTROLLÜ kullanırlar sizce?




Ne kadar uygarız DEĞİL Mİ !?
................................................................................................

EDİTÖRDEN: BirMilyonKalem Kasım Özel Sayısı

Yaşamda bir son bahar yolculuğuna çıkmak: Yıl 2008…

İnsanın ruhundaki yazkları soyunması öyle kolay değil. Mevsimlerin verdiği bir alışkanlık var. Kış, soğukluğuyla acılara duyarsızlaştırmış bizi. Bu nedenle belki de acılar hep baş köşede oturan misafir. Çünkü onları bellekte canlı tutan çok fazla çakıl taşı var. Ağlamak, gökyüzünde yıldız kaydırmak gibi bu coğrafyada. Bir şarkı başlar efkarlanırız. Sahile vurup kendimizi bir cigaraya sarmak, rakı şişesinde balık olmak! Eskidendi, çok eskiden..

Cıvıl cıvıl sabahlara uyanmak var serde. Maviye tutunmak! Çingene gönüllü pembelere bürünmek. Beyaz bir akşamın koynundan, ılık meltem rüzgarlarının bedenimizi okşadığı sabaha uyanmak. Yollara vurmak ruhumuzu.. Olmadı balonla turlamak belki dünyayı. Rüzgar kovalamak belki bir motorsikletle. Yusufçukları yakalamak dağ köylerinde. Gömlekleri yırtmak kiraz ağaçlarında. Bir başak tarlasında sevdaya tutulmak. Yağmur duasına çıkmak, ruhumuzda kelebekler uçussun diye.Kozaladığımın dünyası oyalar bizi. Oyaladığımın dünyası kozalar bizi.. İşte o vakit düşünürüz... Sarının seranatı başladı mı bu coğrafyada bahar gelir. SON! Soluk alırken burnumun direği yanar.. Bilirim! İşte O zaman bilirim gelişinden son baharı.. Kaçırmak var seni serde. Sonbahar gibi sonlamak yüreğimde...Bunların hiç birini yapamadık mı? Dertlenmek yok? Akıl yolculuğuna çıkma zamanı. Cama burnumuzu dayayıp bir düşe dalmak usul usul, ta ki iş bizi uyandırıncaya kadar. Geçen ömrümüzün anılar sokağından birine takılıp kalmak yerine, bir solukta yaşamın sonbaharlıklarını giymek yeniden!Bir milyon kalem editörü olmak...

Belki, "Haziran' da mavi benekli bir çocuğuz kimsenin bilmediği*". Kaptanın seyir defterine not düşmek gibi bir şey bu. Günler, hayat denen ormanda yolumuzu bulmamız için bize bırakılan taşlar sanki. Kuşe kağıda basılmış ve kapağı hiç açılmamış dolap süsü olarak kalan bir kitap değil ömrümüz. Yaşamın nabzını tutmak gerek. Yaşam sadece çok uğraşıldığında eve gidiş yolunu bulmak için kullanılan bir bilet değil.

Sahi, sizin son zamanlarda yaşadığınız en güzel deneyim nedir?

Yaşam, insanı şaşkına çevirebilir. Zaman akıp gitmekte. Bu gidişin yarattığı şok dalgası bedenin her köşesinde yankılanmakta. Yorgunluklar, hastalıklar, derin çizgiler... Hepsi bizden yaşama bir armağan, belki de yaşamdan bize...

Yarı baygın bir güneşin altında, dudağımızda çapkın kedi gülümsemesi ile sonbahar yolculuğumuza başlıyoruz. Ömür, rüzgarda savrulan bir şifon etek misali. Açılsa etekler dünyayı görsek ama günah, sevap demeden. Bir uçurtmanın ipini, bir bisikletin gidonuna bağlayıp yaşamak. Sonbahar olmak...

Ufuk çizgisine meydan okuyup, bir baharlık ömrü sürdürmek zamanı..Yaşamın sonbaharını yaşamalı şimdi..Kalemler yazdı ruhun üflediğini.. Akıl şimdi ruh toplamakta kendine..
Okumak!
Hissetmek!
Düşünmek!

3 Kasım 2008 Pazartesi
BirMilyonKalem KASIM ÖZEL sayısında sizinle...
* Atila İlhan'dan alıntıdır...

SANSÜRE HAYIR!

Bir sabah uyanacağım ve yüzümün oladığını göreceğim dedim.
Çünkü yüzüm yasaklanmış olacak.
Ama bundan benim haberim olmayacak.
Aynanın karşısında duracağım yüzüme bakacağım, ama orada bir şey göremeyeceğim.
Sonra ısrarla tekrar, tekrar bakacağım..
Derken aynada bir yazı berlirecek..

“Yüzünüze bakma erişim hakkınız mahkeme kararıyla engellenmiştir!”




OKUMAK ÖZGÜRLÜK!
YAZMAKSA BENİM İÇİN NEFES ALMAK..
İNSANLIĞIMDAN ELİNİ ÇEK YASAKÇI ZİHNİYET..

Kalkan Olan Bir Çift Ayakkabı

Bedensel ihtiyaçlar karşılanmadığında, zihinsel süreçler çalışmıyor. İnsan düşünemiyor, üretemiyor. Aslında bir toplumun kaderi atasözlerinin içinde gizli. Çünkü, aç ayı gerçekten oynamıyor. Önce birincil ihtiyaçlar doyurulsun ki, insan zihnini bilsin. İnsan insanlığını bilsin.. Düş görsün! Düşünsün! Üretsin!

BASIN BİLDİRİSİ: 14 yaşında evlendirme yasasına hayır!

Türkiye Ruh Sağlığı Platformu, Bebek Ruh Sağlığı Derneği, Koruyucu Aile Evlat Edinme Derneği, Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği, Türkiye Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı, Ergen Sağlığı, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkesi ve Şubeleri Dernekleri TARAFINDAN KAMUOYUNA DUYURULUR..

9-10 Ekim 2008 tarihlerinde Adalet Bakanlığında düzenlenen bir toplantıda;
“Medeni Kanunda evlenme yaşının 14’e indirilmesi, TCK’da ‘reşit olmayanla cinsel ilişki’de suçun cezalandırılması için gereken şikayet koşulunun 15 yaştan 14’e çekilmesi ve tecavüz edenin, mağdurla evlenmesi durumunda cezadan kurtulması ve eşe tecavüzde 7 yıla kadar olan cezanın 1 yıla indirilmesi” gibi yasa değişikliği önerilerinin tartışıldığı basına yansımıştır.
Bizler, çocuğu ve kadını değil, tecavüz edeni koruyan düzenlemeler yapılması fikrine karşıyız.Şu anda yürürlükte olan çocuk hakları, kadın hakları ve insan hakları Sözleşmelerinin tarafı olan ve Anayasanın 90. maddesiyle bu Sözleşmelere öncelik tanıyan Devletin böyle bir geriye gidişe evet dememesi gerekir.Yine Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine taraf olan bir Devletin Mahkemelerinin görevi, çocuğa ve kadına öncelik tanıyıp onun haklarını korumak olmalıyken, kadına ve çocuğa tecavüz edeni koruyan bir sistemin Türk Hukukuna girmesine onay verilmesini kabul edemiyoruz.Türk toplumunun temeli olan aile yapısını korumanın yolu sağlıklı aileler oluşturmaktır; çocuk kadın- çocuk anne yaratmak değildir.

Anne olmaya zorlamak ya da yönlendirmek, çocuğun gelişimini olumsuz etkilemektedir. Yasalarda yapılması önerilen değişiklikler;

1. Çocuklara karşı işlenen cinsel suçlarda şikâyet hakkının 15 yaştan 14 yaşa indirilmesi, 14 yaştan itibaren istismarın koşulsuz olarak cezalandırılmasını değil, çocuğun ve / ya da ailenin cinsel istismara ilişkin şikâyetini esas almaktadır. Bu da, çeşitli baskılarla şikâyetini geri çekmek zorunda kalacak olan çocuk yaştaki ergenlerin bedensel ve ruhsal mağduriyetine yol açacaktır. Evlenme vaadiyle çocukların kandırılması olasılığını artıracak, yasanın caydırıcılığı ortadan kalkacak, istismarı teşvik edecektir.

2. İstismara maruz kalan bir çocuğun kendisini istismar eden kişiyle evlendirilmesi, çocuğun bir ömür boyu kendisini istismar etmiş olan kişiyle yaşaması anlamına gelmektedir ki, bu tasarıda çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimini korumaya yönelik hiçbir yan bulunmamaktadır. Aksine tasarı, çocuğa yönelik cinsel istismar eylemini istismar tanımı kapsamından çıkarmayı, istismarı meşrulaştırmayı ve istismarcıyı korumayı hedeflemektedir.

3. Evlilik yaşının 14’e indirilmesi, istismar bir yana, en olumlu koşullarda gerçekleşecek olan bir evlilikte dahi, ruhsal ve bedensel gelişimini tamamlamamış bir çocuğun zamanından çok önce altından kalkamayacağı bir yükün altına sokulması, baş edemeyeceği yaşantılarla karşılaştırılması ve olası ruhsal ve bedensel hastalıklara açık duruma getirilmesi demektir; çocuğun eğitim hakkının engellenmesidir.

4. Bu durum sadece o çocuğun yaşamını olumsuz etkilemekle kalmayıp, onların çocuklarını da olumsuz etkileyerek gelecek kuşakların sağlıklı gelişimlerine engel oluşturacaktır.
Sonuç olarak, cinsel istismarın, mağdurları için ahlakî sorunlar yaratmakla sınırlı bir eylem değil, ağır psikolojik yaralara yol açan bir eylem olduğunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ayrıca bu tür eylemlere uygulanacak yasal düzenlemelerin, hatta bu düzenlemeler öncesindeki tartışmaların yalnızca suçlu ve mağdurları değil, bütün toplumu etkilemekte olduğu da unutulmamalıdır.

Çocuk Gelinler..
http://www.birmilyonkalem.com/2008/10/21/cocuk-gelinler/#comment-138

Seninle Neden Evlenmem

Çok güzel bir yazı olurdu aslında! Ama sadece bir kahve molasında dinlenen bir şarkıya yazıldı bu sayfa! Müzik! Ellerimden tutup beni çekti piste.. Kör bir adam gibi sardı ince belimi. Başla dedi.. Yönet beni! Yürü piste.. Ah! Kadın kokusu.. Sadece görmek gerekmez yaşamak için. Sadece sarmak gerekmez sevişmek için. Dinle! Sadece yüreğini dinle! Dans et benimle.. Dans et tüm bedeninle.. Dans et müziğimle.. İşte sadece bir şarkı dinledim.. Sonra sözlerini size söyledim..

Jens Lecman’ın bir şarkısı! Bi düğün şarkısı! Bu şarkı, pedallarına basınca lavanta kokusunun etrafa yayıldığı bir piyano eşliğinde çalınmış.. Müziği duyulunca insan gözlerini kapatmak istiyor! Sanki, o hep beklenen prens ya da prenses gelip öpüverecek dudaklarından insanı.. Hazır olda bir bekleyiş.. Geldin mi diye haykırtıyor insanı! Yok gelmemiş. Daha beklemek gerek.. Daha çok beklemek gerek..

İnsanın ruhunda dans eden, düş kurdurtan bir müzik.. Ruhun yağmurdan ellerini tutan bir müzik.. Dudaklarımda bir telaş.. Neydi bu şarkının sözleri.. Sonra ki, sonra ki, sonra ki sözleri.. Uçuşan etekli kızlar geçiyor bahar dansıyla gözlerimin önünden. Kuğu gibi oradan oraya dans eden kızlar.. Sonra çapkın bir gülümseme.. Limonata içsene benle.. Ah gençlik işte.. Elimden düştü mendil.. İçinde bir şiir.. Sana yazıldı. Bi zaman, bi yer, bildik saatte! Ah! Gençlik.. İşte bi düğün şarkısı başlıyor.. Nikahına beni çağır cinsinden:)))))) İşte şarkı başlıyor..


Eğer herhangi birinin düğününde şarkı söylemesine ihtiyacın varsa
Son dakika kararıyla
Aradığın kişi benim aslında

Sen söyle!
Ben bütün şarkıları bilirim..
Bacharach veya David’den bile çalar söylerim
Bütün aptalca saydığın ve yüreğine dokunan şarkıları
Bir tek sana ben söylerim

Müzik listelerindeki üst sıralara tırmanan bütün güçlü baladları bile bilirim..

Sana gülünç gelebilir
Benim bu kutsal evlilik bağına olan takıntım
Ama aslında gerçek aşka şahit olmaktır beni heyecanlandıran

Ve gerçek aşk ölçülebilir!
Bu basit keyif veren şeylerle bile yapılabilir
Onlar keşfetmen için seni bekliyor

Ah bir sevgilim olması için sağ kolumu bile kesebilirim
Belki o oğlanla tanışırım bu gece orada,
Senin düğün yemeğinde
Ona doğru yürürüm
Çiçek buketimi kaptığımda
Ve ah!
İşte o zaman biz onunla bir kasırga gibi oluruz..

Nasıl güzel bir şarkı bu böyle.. Ama eksik kalmış sözleri.. Gerisini de KADIN ekledi..


Sen evlen! Düğününde ben şarkı söyleyeceğim!
Söz! İstediğin bütün şarkıları söyleyeceğim..
Müzik elimden tutacak dans edeceğim.
Sen evlen! Ben senin düğününde şarkı söyleyeceğim!
Söylemeyen ne olsunTabi ki gelin olsun!

ŞAİRLER ERKEN ÖLÜR

Tek bir dize ile aşkı anlatabilmek için ömrünüzden kaç gün verirdiniz?
“bana öyle bir yalan söyle ki, ömrümce sürsün tüm doğruluğu?” Asaf .

Şairler, yazarlardan daha erken ölüyormuş. Şair ömrü 6 ile 10 yıl daha kısaymış, yazar hayatından. Şair adamın işi zor. Neden mi? Aşkı anlatmayı meslek edinmiş bi kişiye bir ömür yeter mi?
“bazen bir cümleye sığar inan, koca bir ömre sığmayan” Erkan Bal .

Ömrü bir yemeni gibi düşünelim. Şairi ise yemeniyi çevreleyen oya! Oyaladığımın hayatı yazacağım bir gün seni. Yemeninin sınırlarını nasıl çiziyorsa oya, şairde hayatın sınırlarını belirler tek bir ile dize ile. Oyayı, yemeniye tutturan nedir? İki sevgiliyi birleştiren güç kimindir?
“sadece iyi olduğunu bilmek istedim
hangi koyunda ya da coğrafyada olduğunu değil!
nefes aldığını hissetmek istedim
ben uzakta değilim
gülüşündeki gamzeyim
sen gülümse ben hissederim.” A.Şebnem


Aşk! Yaratıcının dünyadaki yansımasıdır. Aşık, nesnesinden tek bir an dahi ayrı düştüğünde yanar kavrulur. Öte dünyada cezayı ateş çemberinde yanmak sananlar, sevgiliden ayrı kaldıklarında yaşadıkları ıstırabın cehennem olduğunu ne zaman fark edecekler kim bilir. Şairler cennet ile cehennem arasına sıkışmış aşık. Sevgiliyi bir dizeye hapsetmek yürek ister. Bu nedenle herkes şair olamıyor belki de. Hepimizde var iki karıncık, iki kulakçık. Ama bizim yürek atışımız metronum ritmini kaçırmış.. Şairinki belki de metronomun kendisi.
“aklın utanmaya ermediğinde, göz kirası ister her gördüğünde” Cemal Safi

Zihnin sokakları dar gelir bugün bu satırları okuduktan sonra size. Çok soru var sorulması gereken. Yanıtlansın ya da yanıtlanmasın, soruların sorulması gerekir. Zihin şehrinin cevapsız kalan soruları, bedeninize ruh yapacağınız bir fahişe de değildir. Zorunlu aşk mesaisi değildir düşünmeler. Zihnin koynundan çırıl çıplak çıkılmaz. İnsan ya şair olur ya da.. “bu yıldızları böyle her gece niçin yakarlar?” Vladimir Mayakovskiy

Şair olup ne yapacaksın? Şairlik erken öldürüyor. Şeyh Galip’in dediği gibi “Şiir, mumdan kayalıklarla alev denizin geçmekmiş.” Göklere inanıp, denizlerin derinliğini görmekmiş. Şiir belki ölümsüzlüğün anahtarı. Kapıyı çalan kim? Kapıyı açan kim? Beden, mekan ve zaman içinde nesneleşmiş iradeden başka bir şey değildir. Ölümlüdür! Ruh ise şiir gibi nesnesi olan her yürekte esen bir iradedir. Ölmez, sadece form değiştirir.

Şiir, asi bir duruş. Satırlarıma göz yaşından kelimeler çizsem gelip yıkanır mısınız? Her kelimeye bir düş sakladım, her satıra bir anı kazıdım. Gelip geçerken selam veren de, vermeyen de bazı satırlara takıldı kaldı. Bazılarınız düştü canı yandı.. Bazılarınız eksik tamamladı. Hem kendinde, hem bende.. Takıldığınız yerde beni aramayın. Orada siz varsınız. Ben yalnız yürüdüm bu satırları yalın ayak. Bi tek şehir şahitti bu satırlara, bir de şair ruhlar.
“biliyorsun, ben hangi şehirdeysem, yalnızlığın başkenti orasıdır..” Cemal Süreyya


“Sarman kedi”, “Mavi gözlü dev” gitmiş başka bir dünyaya bugün. Şairlerin ömrü kısaymış gülüyorum buna. Neden mi? Nazım kazımış kendini bu dünyaya. Tahir ve Zühre yüreklere.. Benerci Kalesi’ne! Daha nicelerine.. Ben en sevdiğim şiirini okuyarak ona bir dua göndermek istedim. Siz de okuyun. O hisseder!
ŞEHİR, AKŞAM VE SEN
Koynumda çırılçıplaksınız
Şehir, akşam ve sen
Aydınlığınız yüzüme vuruyor
Bir de saçlarınızın kokusu.
Bu çarpan yürek kimin
Sesleri soluklarımızın üstünde küt küt atan
Senin mi, şehrin mi, akşamın mı, yoksa benimkisi mi?
Akşam nerde bitiyor, nerde başlıyor şehir
Şehir nerde bitiyor, sen nerde başlıyorsun
Ben nerde bitip, nerde başlıyorum?


Çocuk yüreklerde bir burkuntu var bu sabah. Memleketimin çocukları bu sabah daha bi üşür. Eski zamane hastalıklaırndan geriye ne kalmış ki.. Kuşpalazı, verem, kabakulak..
Fazıl Hünü Dağlarca bu memleketin tarihini dizeleştirdi. Yoksulluğu, çağresizliği, ölümü çocuğun gözünden anlatmayı kaç kişi yapabilir ki..

ANISINA SAYGILARIMLA..



AĞIR HASTA
Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.

**

ÇOCUKSUZ GECELER

Bu gece beni terk ettin çocuğum
Ki hala ellerimde bir şafak.
Herkes ölürken son anda
Bir gece hatırlayacak.

Birikti serçeler saçaklara
Davetler gibi uzaklardan.
Ülkeler midir ki varılmaz
Uykular içre kalan.

Vaktin saadetiyle durmuş
Kağıt gemilerim ve rüzgar.
Seyretsin sonsuz hudutları,
Harap kalelerinde krallar.

Çocuğum tarlalar sarardı,
Nur gibi olgun başak.
Herkes ölürken son anda
Bir çocuk hatırlayacak.

KADINDAN LİDER OLUR MU?

Ne kadınlar gördüm aslında yoktular..
Attila İlhan, Böyle Bir Sevmek

Yine klasik bi öğle arası. Açlıktan ölüyorum. Zaten son üç gündür doğru düzgün hiç uyumamışım. En bilimselinden gece mesailerine devam. Yaz, çiz aynı şey. Hipotezimi ispatlayamıyorum. Kaç geceyi daha düşünce mezarlığına gömmek gerekecek bilemiyorum. Zihnimin editörlüğünden yoruldum. Ruhum kazan kaldırdı.

Açım. Çok açım. Bir şeyler atıştırmak için zaman yok ama. Her öğlen olduğu gibi zorunlu eğitim saatine katılmak zorundayım. Bir konferans dinlememiz gerekiyor. KONFERANS! Serde aslında çıkıp gitmek var ama zorunlu olarak kalmak gerekiyor. Sağım da AYS, Solumda Ateş mehter takımı edasında yürüyoruz. Önümüzde, sıcağa inat 100 metre koşucusu edasıyla yürüyen Hamile Kadın'a bakıyoruz. Sürekli Ada'mızla konuşuyor. Oysa AYS'da hamile. Efe'miz henüz fasülye oğlan. Bana kızıyor oğlumuz deyinde. Efemine olsa sevmeyecek misin diyor? Gülümsüyorum. AYS'ın Efe'si olacak biliyorum. Zihnimin sayfalarını çeviriyorum, günlük sohbetsizliklerde. Her nöron geçişi, aklımda sakladığım kuyruğu birbirine deymeyen tilkiler. Sessiz sessiz ilerlerken...

Ateş son sevgilisini anlatmaya başlıyor. "Adı ne?" diyeceğim. “Kremini” diyecek diye ödüm patlıyor. "Saçı ne renk?" diyorum. "Buyur" diyor?! Kızın diyorum saçı ne renk? Yüzüme bakıyor. Kırmızı mı? diyorum. Etrafımdaki kadınların hepsinin saçı kırmızı çünkü. Bu yılın alameti farikası bu herhalde diyorum. Kırmızı! Ateş yüzüme bakmayı sürdürüyor. Hııı diyor. Saçları kırmızı. Kızılşın yani diyorum. Ama saf kan kızıl diyor. AYS! Öfkeyle ikimize birden bakınca Ateş söylediği tüm cümleleri bir çırpıda yemek niyetine yuttuyor. Bu arada AYS’ın saçları da kırmızı. Kızıl ötesine geçelim diyorum. Efendim diyor Ateş. AYS süperego modunda ikimize de bir bakış atıyor. Solandaki yerimizi almaya hazırlanırken elimize küçük not kağıtları tutuşturuluyor kapıda. Ateş’in Kızılşın’ını, Ben’im tilkilerimi, Hamile Kadın'ın Ada'sını, AYS’ında kendini getirdiği konferans salonunda bir yer bulup oturuyoruz.

Konu yine bu satırlara kes kel alaka. Konuşmacı davudi bir sesle diyor ki girişte size verilen kağıtlara lütfen aklınıza gelen üç lider adı yazınız. Kılıçlarımızı çekip hemen yazıyoruz. Kimse kimseye göstermiyor:)))))))

Birinci belli. Mustafa Kemal Atatürk
İkinci Annem. Biri ASİ, biri CENNETTE, biri BÜYÜK ADAM üç çocuk idare etmiş, babamla 40 küsür yıl aynı yastığa baş koymuş, işinde yol almış, doyasıya bir hayat yaşamış bir kadından başka ne olur? En güzel lider olur!

Peki üç numara? Aman üç numarayı yazmak ne zormuş.. 3. olmak önemli dereceye girecek.. Dördü ve beşi kimse hatırlamaz.

3. Aristo/Madam Curie /Gandi/Hitler/vs,vs.

Konuşmacı konusunu anlatıyor. Ben düşünüyorum. Üç numara kim olsun? Aklımda beraber ve solo geçişlerle tilkiler..!

Tam gidiş vaktinde konuşmacı yazılan liderlerin kim olduğunu soruyor. Üç aşağı 5 yukarı aynı isimler. Bitti gideceğiz diye ayaklanmışken kaç kişi bir kadın lider adı yazdı sesi yükseliyor kürsüden. Salonda 5 kişi el kaldırıyor. 5’mizde annemizi yazmışız. Sonra diyor ki kaç 2 kadın lider yazdı.

Salonda tek el üç numaraya kimi koyacağını bilemeyen Kadın oluyor..
Şimdi düşünüyorum sahi kadından neden lider olmuyor!

NOT: Salonda 100-150 kişi var. Bir numara hepsinde aynı .
Cebinde çocukluğu taşıyan kaç lider biliyorsunuz ki?

HAYAT: BELKİ DE BİR BELLEK OYUNU

Durdu yatağımın başında
Yaldızlı çarıklarıyla beni uyandırdı tan
Sordum kendime
Elinden ne vermek gelir her şeyi olan birine?
Hayat! Bir gün! Anımsama..
Hayat sadece bir bellek oyunu aslında..



Bi sabah gözlerimi açtım, yanımda bir adam bana bakıyor kocaman gözleriyle.. Korktum! Çektim yorganı başıma kadar. Sımsıkı yumdum gözlerimi.. Kan basımcım asansör gibi indi çıktı, çıktı-indi. Soluğum neredeyse durmak üzere. Neredeyim? Bu adam kim? Ben kimim? Sonra ayaklarımı fark ettim. Çok soğuktu! Derken sımsıcak bir ses yankılandı kulağımda. Sevgilim korkma! Bu sabah saat 7.30 da doğdun.. Bu günlük örümüz uyuyuncaya kadar sürecek.. Sonra elimi tuttu. Bir resim gösterdi. İkimizin resmi! Gözleri öyle güzel ki. Usulca eğilse dudaklarıma bi öpücük kondursa. Sözlerde öyle cömert ki. Sevgilim diyor! Canım, bitanem!

Sonra içeriden bir ses geldi. Anne! Ben anne miyim? dedim. Aşkım dedi. O Deniz! Bizim bebeğimiz. Benim mavi tadında bir bebeğim mi var! Üstelik adı DENİZ! Benim bebeğim! Düşlediğim, yüreğimde büyüttüğüm Deniz’im! Ben bu adamı ve Deniz’i anımsamıyorum.. Yaşam! Öyle hüzünle baktım ki yüzüne beni çok seven adamın. Geldi. Usulca dudaklarıma değdirdi dudaklarını. Bu yabancı bir dokunuş değildi. İçinde tanıdık bir huzur vardı. Elimi tuttu. Bu bir hastalık dedi. Üzülme! Her gün yeniden ilk sefer gibi sevişiyorum seninle. Öyle çocuksun ki. Sesini dinliyorum. Benim kadınımsın biliyorum. Yanımdasın. Her gün seni kendime aşık ediyorum. Bütün yaşanan olumsuzlukları siliyor bu hastalık. Çünkü sen her sabah bana doğuyorsun kollarımda! Ve her gece sevişerek uyutuyorum seni. Aşk beni hem sahipli hem de özgür kıldı seninle. Her an yanındayım. Seninim! Seninleyim! Korkma.. Sakın korkma..

Gürül gürül geliyordu adam! Kocammış. Nasıl da güzel dokunuyor. İçim titriyor her bana baktığında. Çıplak ayakların gene dedi.. Kucakladı beni.. Seni yıkayacağım! Ruhumda kelebekler uçurtan kadınsın.. Başladı ilk nerede tanıştığımızı anlatmaya. Bana aldığı ilk hediyeyi gösterdi sonra.. Bir küpe! Turkuaz taşlı bir küpe. Teki ben de teki ondaydı! İlkini bana ikinci görüşmemizde vermiş.. İkincisini ilk seviştiğimizde takmış. Sabahsa onu benden almış, kulağına takmış.. Senden aldığım tek somut parça bu olsun demiş.. Bu adam sevmeye kıyılır mı! Bu adama dokunulur mu! Benim kocammış! Usulca suya soktu beni.. Şimdi dedi sadece izin ver su sana yaşamı anımsatsın! Her damlayan su aslında yüreğinden geçen yaşam.. Ben buradayım.. Adın ne dedim.. İçi buruldu hissettim! Sevgilim dedim! Sımsıkı sarıldım ona.. Tüm yaşamı kucaklar gibi.. her şeyi unutsan da, belleğin sana oyunlar oynasa da insanlığı unutmuyorsun dedi.. Gözlerinde yaşlar vardı.. Seni seviyorum dedim! Seni seviyorum.. Elbiseleriyle çektim onu suyun içine.. Sarıldım! Seni çok seviyorum dedim.. Bugün yoğun çalışacaksın dedi.. Bi yandan anlımı, boynumu, yanaklarımı öperken.. Dur dedim! Çok şaşırdı! İşe gitmeyelim! Ben zaten hiçbir şey anımsamıyorum! İzin ver bu sabah işe gitmeyelim. Ben yalın ayak kahvaltı hazırlayayım, sen bacaklarımı seyret.. Oğlumla koşup oynayayım. Ben bisiklete binmeyi biliyorum! Hayır dedi.. Sen sadece araba kullanırsın! Bi gün öğretir misin dedim! Olur dedi.. Ama unutacaksın! Olsun dedim.. Sen yanımdasın! Yaşamayı bana anımsatırsın. Hızla çekti beni kendine.. Yaşaman sensin çocuk dedi. Seninle bende her sabah doğuyorum! Yeni güne başlıyorum.. Seninle!

Sonra beni yine kucakladı.. Bi bebek gibi giydirdi. Boynuma muskaya benzer bir şey astı. Burada adresler yazılı.. Acil zamanlarda arayacağın numaralar. Annen ve baban! Abin! Benim ailem de vardı! Sonra elimi tuttu yatağa oturduk! Aşkım dedi.. Usulca.. Bu sinsi bir hastalık.. Sana her sabah kim olduğunu anlatıyorum.. Gözlerine baktım! Ne söylerse söylesin!

Bu masal ya da rüya da olsa bu adam öyle harikaydı ki.. Sesi sardı yüreğimi.. Çok yakışıklıydı! Çok şefkatliydi! Çok insandı.. Onu dinlemediğimi düşlere daldığımı hissedecek kadar beni tanıyordu! Bi şiir mırıldandı beni kendime getirdi.. Ama onu dinlemedim yapıştım dudaklarına.. Seviştik.. Deli gibi! Ruhum adama teslimdi! Adam usulca hücrelerime nüfuz etti.. Seni seviyorum! Seni seviyorum..

Anne! Anneydim! Deniz diye seslendim. Kıvırcık saçlı, sarışın bi oğlan çocuğu geldi yanıma.. Sarıldı bana.. Bana masal oku dedi.. Peki dedim.. Alice ne dersin dedim yok Küçük Prensi anlat dedi.. Sensin benim Prenssim dedim! Hızla onu döndürmeye başladım! Kahkahalarımız tüm evi sardı.. Anneydim! Sonra yaşlıca bir kadın sesleniyordu.. Hiç aldırmıyordum. Geldi popoma vurdu! Çocukken de böyleydin. ASİ! Duymazdın oyuna dalınca. Oğlun da senin gibi. Okyanusun içindeki yunus balığı! Şey siz annemisiniz dedim.. Gözünden yaş aktı.. Seni ben büyüttüm.. Annen değilim. İnci ben! İkinci annen! İncim benimmmmmmm! Gül kokulu kadınım dedim.. İkinci annem. Sarıldım. Gözündeki yaşı sildi.. Adım ne benim dedim? Sahi adım ne?

Adam geldi.. Sevdiğim kadın adın yetmez mi dedi. Oğlumuzu kucağına aldı yürümeye başladık. İnci’ye el salla Deniz dedi.. Yürüdük. Sen dedi üç yıldır böylesin. Nörolojik bir hastalığın var. Ömrümüzü böyle sonlandıracağız. Her gün sana seni anlatacağım! Her gün ilk sefer ki gibi sevişeceğiz. Sadece Deniz büyüyecek. Sen bazen çok ağlarsın bu saat 5 sularında olur güneş giderken. Oğlumu anımsamıyorum diye! Bana bakıp içini geçirirsin. Ayrıl benden dersin! Senden nasıl gidilir be kadın! Ne şanslı adamım ben! Her gün aşık olduğum ve sadece bana uyanan bir karım var. İkimizi yaşıyorum, ikimiz için anımsıyorum! İkimiz için yaşamı depoluyorum..

Hayat sadece bir bellek oyunu! Sadece seni seviyorum! Sakın iyileşme.. Ben ikimiz için hayatı bir günlük yaşıyorum dedi! Sustu..

Tüm yaşama yabancı olmak diye düşündüm. Bi günde geçmişi unutmak. Her gün biraz daha yakın! Ama her gün biraz daha uzak! Her gün silinmiş bir hafızayla yaşama adım atmak. Ve bir adamın kollarında hayatı solumak! Sana doğdum, seninle yaşadım ve kollarında öldüm.. İlk kez sevişir gibi sevişmek her gün.. Seninle! Her günü ilk gibi yaşamak.. Yaşam bir bellek oyunu belki de.. Her gün soyunduğumuz ama giyinmeye zaman bulamadığımız bir oyun! Kocam! Oğlum! Hayatım! Hepsini bir günde yaşamak.. Doğrudur unutmak bizi şimdiki zamana getirir! Yeniden başlama fikrini kabul eden kişinin sona erme fikrini de kabul etmesi kaçınılmazdır. Kendini unutmak! Durmadan yinelenen şeylerin esiri olduğunu unutmaktır belki de.. Mutluluk yaşamın içinde saklı.. Mutluluk sende saklı.. Bırakma beni! Sakın!
Elini tuttum o anda iki sevdiğim adamın..
Yola koyulduk!
Yelken açtık yüreğimize..
Tek günlük ömrümüze..

Fotoğraf: Özgür Çakır

http://www.fotokritik.com/kullanici/ozgurcakir/portfolyo/

YILDIZLARDA KAYAR..


Bir hikayesi var bu fotoğrafın..
Tıpkı bir hikayesi olduğu gibi her şarkının..
Yazdım!
Okudum!
Dinledim!
Söyledim!
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum..
Seni ben ellerin ol diye mi sevdim?
Oysa göz yaşımda saklı iki damlasın..
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden ağlayamam ben
*
Aşkı kağıda yazdığımdan beri..
Ruhum oradan oraya savrulan rüzgar
Ayaklarım yalın
Gözlerim perdeli
Lambada alev titremez
Ciğerlerime gökyüzü kaçmaz
Terliklerimi koydum bohçama
Arka koltukta uyur gibi sana gelmeyi bekliyorum ama
Kaderde kayan yıldızlara bakıp
Sene de bir gün de olsa
Gel yine belki de bekleyeceğim diyorum
Neden mi?
Seni seviyorum..
Yıldızlar kaysa da senin orada olduğunu biliyorum..
*
Yıldızlarda kayar
Karanlık gecelerimin yıldızı sen
Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Solar güzelliğin kalmaz yüzünde
Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Ayrılık dünyamı karartmadan gel
Simsiyah saçımı ağarmadan gel
Şimdilik güzelsin herşey seninle
Seni son bir defa görmem belkide
Aaahhh…

Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Solar güzelliğin kalmaz yüzünde
Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Karanlık gecelerimin yıldızı sensin
Hep böyle bekletip hep söyletirsin
Hep yalan yeminler hep yalan sözler
Birgün gerçek olup gelemezmisin gelemezmisin?

Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Solar güzelliğin kalmaz yüzünde
Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin…

Fotoğraf: Özgür Çakır

OYALADIĞIMIN HAYATIN BU AKŞAM Kİ ŞARKISI



Güneş başka bir coğrafyanın koynuna girmeye hazırlanırken, gece benim şehrimi yalın ayak gezen bir kadın gibi sarmaya yeltenmeye başladı. Akşam, her zaman ki gibi işten çıkıp diğer işimize doğru yola koyulduk Limon (sarı araba!) ve ben. Şey bir de Duygu Can (radyo!).

Poyraz Bey (rüzgar!) saçlarımı taradı. Nasıl güzeldi. Uzun süredir saçlarım böyle taranmamıştı. Rüzgar, ellerin gibiydi. Özlediğim ellerin. Pencerenin perdesini havalandıran rüzgardın sendin. Kızların etekleri uçuran haylaz rüzgar. Kibritçi kızın ellerini donduran zalim rüzgar. Nisan’da bedenleri çıplak koyan sevişmeye hasret rüzgar. İşte o sendin. 

Limon (sarı araba!) mart kedisi aslında. Şu Duygu Can (radyo!) varya afet-i devran aslında. Benim çocukluğumun Türkan Şoray’ı o varya saçlar belde, su dalgası. Gözler kömür karası. Bel kum saati havası. Ah! İşte basınca düğmeye bin bir hece, ses ve eğlence..

Hadi be Duygu Can be. Şöyle çocukluğumuzdan annemle babamın meşk sofrasından bir türkü söyle. Mezemiz yol olsun. Çok oyaladık bugün hayatı. İnce ince işledik. Oyaladığımın hayatı! İşte öyle bu akşam bir şarkıya takıldı. Limon (sarı araba!) aşkından tüm arabaları solladı. Duygu Can (radyo!) bu aşkı doyasıya yaşadı.

Kadın! Kendi aşkını özlemle anımsadı. İşte o anda telefon çaldı.. Bu akşam ASİ günü! Çok yoruldun yemek yapma. Ben bir şeyler alıp geleceğim. Tatlı da! Hani yiyememiştik ya! Seni seviyorum! ADAM, KADIN’a fırsat vermeden dikkatli git deyip telefonu kapadı. KADIN! Tam ağzını açacaktı! Yüreğine rüzgar kaçtı. İşte bu fırsat Müzeyyen Abla başladı.

Sarı kurdelem sarı
Dağlara saldım yari
Dağlar kurbanın olsun aman
Ah ah
Tez gönder nazlı yari
Yandım hey hey
Hey hey
Vallah yandım esmerim
Ben esmeri badem ile
Ben esmeri fındık ile
Ben esmeri fıstık ile
Beslerim
İpek kuşak beldedir
Saçakları yerdedir
Dünyayı güzel sarsa
Ah ah
Yine gönlüm sendedir

İyi akşamlar! Beraber ve sola aşklardan dinlediniz Sarı Kurdelem Sarı.. Bir daha ki programda buluşmak üzere. Kendinize rüzgar gibi bakın!

safiye ayla sarı kurdelem sarı Dinle, Klip izle

YAŞAMA DİRENENLER: FAYTONCU


Hayatıma bakıyorum
Gördüklerim karşısında dik duramıyorum
Elliden fazla sonbahar gördüm
Yanlızlığımı bu kadar yüzüme vuranı olmadı
Yummak gözlerimi gerçeğe
Dokunmak belki de geçmişin bir solukta yaşanan günlerine
Sigara dumanında savrulan ömrümü
Hangi at gözlüğü belli bir noktada tutar ki..
Verilen sözlerin bir
Tutulanların sıfır olduğu bu dünya da
Kim kimin yularını tutuyor şimdi söyle bana..

Fotograf: Özgür Çakır

SİNA


Kaç tane SEN var ADAM ?
Söyle!
Kırılgan çocuk
Hınzır aşık
Eğimine yandığımın dünyası hüznünden eğilmiş
Kaldır başını
Gözlerin kamaştırsın dünyamı
*
Kendine güven zırhının altındaki çocuğa bi dokunsam
Tam yüreğime çerçeveledim seni diyorum
Ardıma dönüyorum yoksun
Tutsaklık değil ki sevda
Bunu neden bilmiyorsun?
*
Musa'nın yüreğine, Yaratıcının dokunduğu yerdeyim
SİNA'daYIM!
SEN'deyim..
Bildin mi ben kimim?
*
Yarı çocuk, yarı KADIN bir gülümseme yüzümde
Yalın ayak sana geliyorum
Yalın yürek bir tek sana geliyorum
Işığa doğru yol alıyorum
Sana geliyorum
Bekle..
*
Sakın başını öne eğme
Sendeki beni sakın düşürme..
Bensiz gitme!


Fotoğraf: Özgür Çakır
http://www.fotokritik.com/kullanici/ozgurcakir/portfolyo

SİZ ABORJİNLERDEN ÖZÜR DİLEDİNİZ Mİ?


Dün akşam saatleri.. Televizyonda dünyanın en büyük filozofu Sünger Bob Kare Şort felsefelerini anlatıyor. Kan basımcım asansörcülük oynadı tüm gün boyunca.. Bi aşağı, bi yukarı.. Tam da ritmimiz metronomu yakalamışken ne oldu böyle anlamadım! İşte bu sırada heyecanlı bir ses haykırdı! Anımsarsınız sahibini “Oğlum Bana Bir Kalp Resmi Çizmiş Bugün” demiştim size.. Memleketimin ve Babam’ın adını taşıyan ve benimle aynı günde doğmuş olan oğlum seslendi..

-HALAAAAAAAAA.
-Efendim Ilgaz?
-Sen Aborjin’ lerden özür diledin mi?
- Anlamadım.. Sünger Bob mu bir şey dedi..
-Yok Hala.. Bi amca televizyonda dedi. Herhalde kötü bir şey yapmış. Özür dilerim dedi. Bir sürü insan bir sokakta toplanmıştı, gökyüzü ağlıyordu! Hepsi gökyüzünün yaşlarından korunmak için şemsiyelerin altına saklanmıştı. Hep birlikte özür dileriz dediler..
-Hmm!
-Hala ben de özür diledim..
-Kimden yavrum? Aborjin’ lerden mi?
-Yok Hala! Sünger Bob bu akşam seninle oynamadığım için özür dilerim. Ama arada başka oyuncaklarımı özlüyorum. Hala’m erken geldi onunla oynamak istiyorum. Yarın buluşalım tamam mı? Babaannem kek yapacak..
-Demek kek yapacak yarın Annem! Ne şanslısın Ilgaz. Benim çocukluğum hep annemi özlemekle geçti.. Saat tam 18.00’da gelirdi eve annem. Elinde fileleri.. Kapıda karşılardık annemi özlemle öperdi bizi.. Hemen üzerini değiştirirdi. Mutfak masasına sıralanırdık Nazilli bardakları gibi.. Gözlerimize bakardı büyük bir heyecanla sorardı nasılsınız yavrular diye başlardı söze.. Önce defterler kontrol edilirdi ayıklanırken fasülyeler.. Sonra radyo tiyatrosunu dinlerdik.. Elektrik kesilirse çayda çıra oynardı Anne’m bizimle.. Sonra mum ışığında da olsa ödevler biterdi.. Üç kardeş kovalamaca oynarken kolumuz kırıldı bi gün Işık cennetten el salladı bize!!! (Kardeşim seni çok özledim! Özellikle bugünlerde daha çok özledim! Zihnime yoldaş buldum. Sana söylemek istedim.. Seni çok özledim.. Akan yaşarım korkma SEN değildir. Zamana sitemimdir! Gözlerinden öperim.. Dün Abim’le yemek yedik.. Kulaklarını çınlattık. Sandalyen boştu.. Yine koştuk kırlarda! Seni çok özledim.. Gülümse! Biz hissederiz.. Gülümse iyi işler yapıyoruz! Sana da dua ediyoruz. Ama oralara şimdilik gelemiyoruz.. Ve DEDE’me söyle! Onu çooooook özledim! Bi kez gelsin düşüme..) Baba’m çalınca zili bir sofra telaşı başlardı.. Koydukça tabakları masaya gelirdi matematik soruları.. Babam sayı, annem şiir adamıydı! Demek yarın kek yapacak NİNE’n sana! Tansiyonun hala asansörcülük oynamakta.. Sevdiğime söz verdim kendime iyi bakacağım diye oysa.. Ya Şubat çarptı! Ya da beyaz çarşaf sardı!

- Halaaaaaa! (Keşke bu satırlardan ses iletilebilseydi! Hala derken içinden fırlayan coşkuyu buraya yazabilseydim. Her ismimi söylediğinde içime sokasım geliyor bu çocuğu. İnsan olduğumu hissediyorum! Çok seviyorum bu çocuğu). Tahta atımı boyadım ben. Onu kıpkırmızı yaptım. Babaannem dedi ki sen sordun mu bakalım o kırmızı tüy istemiş diye? Biz sana istemediğin şeyleri hiç giydirmiyoruz.. Sen istedin diye atın kırmızı mı kalsın dedi.. Sen istemedin diye sadece senin gibi mi konuşsun, düşünsün.. Sadece sana benzeyenleri seversen her yer kırmızı olur ILGAZ!

- Babaannen konuşmuş! Üzerine ne söyleyeyim.. Atını temizledin mi?
- Bana yardım eder misin? Bir özür töreni düzenleyelim..
- Olur oğlum.. Düzenleyelim..

Avustralya hükümeti, kıtanın yerli halkı Aborjinlerden, geçmişteki ‘kötü muamele’den dolayı, dün özür diledi! 21 milyon nüfuslu Avustralya’da yaklaşık 450 bin Aborjin yaşıyor. Sayıları 100 bini bulan Aborjin çocuklar, 1910’lar itibariyle yaklaşık 60 yıl boyunca ülkenin beyaz nüfusu içinde asimile edilmek üzere ailelerinin ellerinden alınmıştı. Gerekçe olarak ise, Aborjinlerin ‘lanetli bir ırk oldukları” ve çocuklarını kurtarmanın insani bir görev olduğu, gösterilmişti.

SİZ ABORJİN’ LERDEN ÖZÜR DİLEDİNİZ Mİ?

GÜNEŞ YAĞMALARKEN BEDENİMİ

seher yeli çık dağlara
güneş topla benim için
haber ilet dört diyara canım
güneş topla benim için
Zülfü Livaneli


Gecenin karanlığına sarılmış olarak bırakmıştım en son kendimi. Şimdi hınzır bir kedi gibi güneş tırmalıyor yüzümü. Sen ne zaman geldin diyorum! Konuşmuyor benimle.. Gitmedim ki! Senden hiç gitmedim ki diye mırıldanıyor.. Bırakmadın beni! Konuşmak istemediği her halinden belli. Zaten söze gerek yok. Yüreğiyle gelmiş. Uzak yollardan gelmiş. Bi geceyi kat etmiş bana gelmiş. Öyle ağır ki yüreği.. Bırakmadın beni diyor yeniden.. Defalarca dudaklarından aynı sözler dökülüyor.. Bırakmadın ki beni.. Bırakmadın!

Hiç kıpırdamadan tenimin üzerinde gezmesine izin veriyorum güneşin. Anımsasın istiyorum beni. Kendinde sakladığı beni anımsasın! Bulsun! Hiç unutmasın beni! Öylesine ağır hareket diyor ki. Zamana direniyor güneş. Sanki hep bu saati paylaşacağız. Ömrümüz bu saatten ibaret.. Zaman ilerlemeyecek. Güneş bende can bulacak, ben güneşte. İşte bu nedenle usulca bana hükmetmesine izin veriyorum. Güneş bedenimde dans ediyor. Gözlerimi açmak istemiyorum! Güneş bedenimi yağmalıyor. Bi ölü gibiyim yatağın içinde.. Bi güneş, bi ben! Alabileceği her şeyi alıp gidecek biliyorum! Yerle yeksan olacağım biliyorum! Güneş! Yağmalarken yüreğimi içimden ağlıyorum.. Senden gidiyorum güneş! Ben gidiyorum!

Kaçma diye fısıldıyor.. Kaçmıyorum! O fısıldıyor, ben haykırıyorum.. Uzaktan gel artık diyor.. Uzaklar seni yağmalıyor..

Düşün! Düşün diye haykırıyorum. Biri öldüğünde önce bedeni yağmalanır.. Toprağın kollarında uyurken önce böceklerin istilasına uğrar beden.. Sonra eşyaları yağmalanır.. Hemen terlik ve hırka uzaklaştırılır evden. Ardından ayakkabılar ve elbiseler verilir. Görünen şeyler yok edilir. Acı yağmalar eşyaları. Tek mitleşen etrafa serpilen resimlerdir. Acı elleşemez resimlere. Resimler yağmalar acıyı. Yıllarla birlikte resimlerde hapis oldukları albümler içinde solup gider. Zaman yağmalar acıyı! Arada bir bazı şarkılar anımsar bu dünyadan geçenleri.. Zihin unutunca şarkıları dünya yağmalar acıyı!

Güneş yağmalarken bedenimi içimden geçenlere serzenişte bulundu! Yeter! İstediğim sensin, ten değil ki.. Sıyrıl tüm düşüncelerden! Ölülerden! Gidenlerden! Gelenlerden! Kalanlardan! Kendinden! Sadece tende dans değil benim ki. Seni istiyorum! Seni! Güneş yakarken tenimi en kuytulara kaçmak istedim. Gömüldüm yatağın içine! Güneş soyarken yüreğimi daha bi sarıldım yorgana. Güneş hissetti beni! Çık geçmişin koridorlarından. Bırak yağmalamayı geçmişi. Döşte bıçak yarası gibisin.. Ya bırak beni, ya da gel bana! Eğreti kalma.. Bırak zihni, bırak bedeni.. Bölünmüş bi sen istemem! Bi kadın gibi gel bana! Bi bütün olarak gel bana. Güneşe soyundunsa kendin gibi gel bana.. Yalnız olmak bir seçimdir! Sevişirken bile yalnızsın.. Tek olmak! Duyguda tek, düşsel de tek, acı da tek, mutlulukta tek.. Bi isyan seninkisi.. Bi nisyan! Çık artık umutların arasından! Çık artık kirpiklerin karasından!

Güneş topla kendin için..