k'uyu



tahta dil
biteviye söyler bildik cümleleri
kulağın duyduğunu
sahi yürek de işitir mi?
acı ya da tatlı
ömür adeta bir göl
sınırları belli bir suda
ne kadar öteye gidilebilir ki?
işte bundandır azizim
dipsiz kuyulara dalmalarım


Fotoğraf: Özgür Çakır

YAŞASIN CUMHURİYET



dün uçaklar semayı ay yıldızlı bayraklarla selamlarken
Ilgaz isimli küçük bir çocuk evinin balkonundan onlara haykırıyordu!
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE!"

Sözde domuz gribi senaryoları ile ülkenin kalbindeki törenleri erteleyenler...
Yıllardır okul bahçelerinin duvarlarının dışına çıkamayan kutlamaların sesini kısanlar...
Bugün sadece provalarda coşan
Yarını ise büyük bir heyecanla bekleyen
Yüreklerdeki hiç bitmeyen memleket aşkına ne yapabilecekler !?

86. YAŞIN KUTLU OLSUN CUMHURİYET!
Varoluşunda emeği, azmi, umudu, duası ve canı olanları şükranla anıyorum!

Biz bir 10. Yıl Marşı yazamadık sana aynı coşkuyla........................
Çocuklarımız dilerim seni söyler, kendi varoluşlarıyla...............................


menzil



anımsama ile unutma arasındaki menzildesin
yüreğinin gücüdür unutmak
anılarsa kalp hasatın

bilirim bazı sakladığın günler var kendine
onları gözyaşlarınla besliyorsun
tam gönül kurudu derken...
yağmaya başlıyorsun
önce damla dala
sonra çisil çisil
olmadı tokat tokat akıp gidiyorsun

etme!

anılar bitkilere benzer
bazı bitkilerden hemen kurtulmak gerekir
eğreti olanları kes gitsin

neden mi?

hayatın tatları filizlensin ömrümde
gelişsin
boy atsın
çiçek açsın
yoksa yürek kurtlanıyor



Fotoğraf: Özgür Çakır

Seninle biz, ikimiz Akdeniz’iz!*

Kıyı çizgisini deniz nasıl biçimlendiriyorsa, senin varlığında yaşamımı öyle güzelleştiriyor. Seninle zenginleşen bir hayatım var benim. Elinde sanki sihirli bir değneğin var senin, tüm kısır döngüleri kıran. Önceden “beklemek, ümit etmektir…” diye başlardım söze. Şimdi korkmadan sözcüklerin yerini değiştirebiliyorum. Çünkü kurduğum her cümlenin içinde, iyimser bir denklem olabildiğini görüyorum seninle. Tıpkı, ümit etmenin beklemek olduğunu öğrendiğim gibi.

Yaşamıma girdiğin günden beri hayatımın tonu değişti. Ritmini kaçırmış bir metronoma benzeyen yüreğim kendini buldu. Rengimi yaşıyorum yüreğinde. Ben maviyim. Gözlerini açarak bana soruyorsun ya "kapalı mı, açık mı" diye? Beni zorlama! Hayatın insana ne getireceği belli olmaz. Her yağmurdan sonra gökkuşağı çıkıyor mu söyle bana?

Sana bir sır vereyim ister misin? İkimiz Akdeniz’iz. Yaşamın sır kapılarını aralar gibi bakma bana küçüğüm. Biz Akdeniz’iz!

Bir yanımız sıcak, sımsıcak çöl. O sıcağın içinde bile var oluruz ikimiz. Soluğumuzu rüzgar yaparız. Gülücüklerimiz yankılanır çölde. Böcekler, çıyanlar, leş yiyiciler sıcaktan büzüşür, kaderlerine sığınırlar. Onları ıssızlıkla teslim alan, yüreklerini kor kor yakan güneş değildir. İkimizin hayata direnişinde yanarlar. Derken, sessizliğin içinden volkan olur patlar gece. Çölde yalnızlığı içimize dokunan ılık bir ışık bozar. Ay "arka güneş", benim zihnimde küçüğüm. Yüreğim, hep ışık ister ardımda bile. Gecelerce uyu diye sana anlattığım masalları gerçeğe çevirme kudretim olsaydı, gamdan kapkara olmuş gökkubbeye arka güneşi seninle yükseltmek isterdim. Ay ışık ışık kalbimize vururken, ötelerde yansımamızı yakamoz diye izlerdi insanlar. “İkimiz çölde …” diye masallar dolaşırdı dilden dile. İnanmayan serap desin ikimize. Üzülme biz birbirimizin dilini bileniz. Aynı mevsimin yağmurlarında yıkanmış değil miyiz? Sen ve ben aynı gün doğan iki yüreğiz. Körler de görür bakma sen yüreksizlere. Dedim ya bir yanımız çöl bizim. Yoklukların içinde bile yaşam olduğunu bilmeyenlere sözüm: Gelin çöl olun iki gözüm. Gelin çöl olun!

Diğer yanımızsa alabildiğince mavi bizim. Sana renkleri çok anlattım çocuk. Ateş diyorlar ikimize kırmızı bir mevsimde can bulan iki yüreğiz diye. Çölü, maviye taşıdım çocuk. Belki bu yüzden Akdeniz’iz ikimizde. Senin için her gün umudu boyadım yüreğimce mavi mavi. Sıcağı ılıştırdım nisan yüreğimle, çiy olup damladım yeryüzüne sen gibi bende. Okyanusu ilk gördüğümde içimde şaha kalkan o duyguyu hissediyorum maviye çalan ruhunla karşılaşınca bilesin. Yüreğimi perdeleyen sızıları havalandıran o rüzgarda dalgalanmayı özledim. Ah ah! Sana bakınca yaşama yürüyen beni görüyorum çocuk. Gülümsüyorum.

Akdeniz’iz biz çocuk. Senle ikimiz. Yüreğimize hangi yönden bakarlarsa o yanımızı görüyorlar. Oysa içimizde gerçekte ne saklı hiç bilmiyorlar. Zenginiz biz seninle küçüğüm bir yanımız çöl, diğer yanımız deniz. Biz, ikimiz Akdeniz’iz!



*Çok heyecanlıydı bu sabah Ilgaz. Bilim dersinde ilk deneyini yapacak. Ardından dua etti annesi, babası, dedesi ama en çok babaannesi. Nereden mi biliyorum? Bana da öyle yapıyor her sabah.


Bu gün pencerene bir kuş konacak Ilgaz. Diyecek ki sana "cik cik cik Halan seni çok seviyor! "



aziz



biliyor musun anne
beni ne ecel, ne de kader öldürüyor
ömrüme ilmeği geçiren insanmış
şimdi yine senin küçük kızın olsam!
içim çocuk benim, bir el tutmak ister.
içim çocuk benim, korkunca sarılmak ister.
içim çocuk benim, bir şey söylenmese de
dönüp bakınca orada bir sığınak olduğunu bilmek ister.
kalp aziz değilmiş anne
ben ruhumu nadasa bırakıyorum
zihne dönüyorum.
bu sefer ardımdan sakın su dökme

eyvallah!


Fotoğraf: Özgür Çakır


anjiyo



yüreğime dünya battı
çıkaramadım
öğrendim ki, gerçekler kırılınca yapıştırılmıyormuş sevgilim.
gecelerce koynumda tutsak ettiğim kavuşma arzumuzu koparttım
taktım saçlarıma
mesafelere inat
belki bi gün gelip
koklarsın yüreğimi diye.


*bil istedim
yaşamak için, umut akmayınca damarlarımdan
sevdanın bile tadı olmuyor


Fotoğraf: Özgür Çakır

ekstra

hangi masalda oynamak istersin?
haberin olsun yedi cüceler tatilde
Pamuk Prenses, sakın elmayı yeme
senin oyuncakların uç uç böceği ile çekirge
tavşanla kovalamacadan sonra
doğruca kaplumbağadan ücretisiz,
üç adımda sebat dersine
güneş saatin olsun
yıldızlar yorganın
yok yok bunlar kesmez seni
düş top peşine
unutma ama
futbol sadece top peşinde koşmak değil bilesin
top yuvarlak gördün
şimdi arkana yaslan ve düşle
sahi senin dünyan ne şekil kuzum?


Fotoğraf: Özgür Çakır



Bozkırın Gelini*

Şehirden çıktığın andan itibaren bozkır sarar seni.
Yareninse, kulakları sağır eden sessizliktir.
Sessizliğin içindeki sesler düğümler yüreğini.
Toprak kimsesizliğine, yalnızlığına ve terk edilmişliğine ağlar.
Kimse duymaz bozkırın sesini.
Kenger ve gelinciklerin şahitliğinde yaşanır günler.
Gecenin hakimi ise, kimin yaktığı belli olmayan uzak yıldızlardır.
Bozkırın Gelini hüzünle bakar onlara



Bir yıldız kayacak diye bekler minik yüreği.
Öğretilerin gölgesinde hazırladığını çeyizine sarılır da uyur
Belki yakalar kuyruğundan yıldızı!
Gelin olur gider...
Yıldız yağmurlarında izdivaç diye hayal eder.
Bekler gecelerce.
Hiç yıldız kaymaz.
Düşten düşünce, dil yaralar gerçeği.
Ağıtlarla gelin edilir gerçek
Telsiz, duvaksız çıplak ayaklı bir bozkır gecesinde.



Kaderine bozkır yazılmış olanlar acıyla kınalar yüreğini.
Eksik kaderlerin, haritasıdır yüzümüz.
Suratımızdaki çizgilerden, mutluluk yaşımız hesaplanır.
Gün görmüş çoktur da gülücük görmüş pek yoktur.
Yüreği yüzüne vurur insanın.
Her çizgi, acının eşsiz resmidir.
Bu topraklarda göz yaşının zamanı yoktur.
Acıyla yoğrulmuş ruhlar bozlaklarla özgürleşir.
Gayri dayanamam ben bu hasrete ya beni de götür, ya sen de gitme...

Bozkır saatinde, yelkovan akrepleşir.
Akmaz zaman.
Zaman sokar seni.
İşte böyle anlarda Bozkırın Gelini'nin yüreğine dokunur ıssızlık.
Yüreği çelinir.
Sessizlikten sarhoş olur.
Kalp rotası değişir.
Mırıldanır kendi kendine bozkırın yalın ayaklı kızı
Issız bir kalbi atıran nedir?


Uyusam ve bir daha hiç uyanmasam dualarına sarılır yürek.
Bozkırın gelini dertlenir.
Kaygı sarar tüm benliğini.
Gidiştendir diye avutumaya çalışır kendini
Oysa kaygısı kayıptandır.
Bunu bir atlar, bir de uzağa gidenler bilir.
Sessizlik sarhoş edince ruhlar şahlanır.
Burası artık Sarhoş Ruhlar Ülkesi'dir.
Varlıkla yokluk arasında yoğrulmuş ruhlar ülkesi.
Bozkırın Gelini'nin memleketi...

*
3-6 yaş için her ay TÜBİTAK tarafından yayınlanan Meraklı Minik dergisinde yazdığım Anadolu Yaban Koyunu'ndan esinlenerek kaleme alınmıştır.

Sayıları giderek tükenen bu eşsiz güzellikteki hayvanları Konya Bozdağ'daki doğal koruma alanında mutlaka görmelisiniz.
Bu sayede tanıştığım ve dost olduğum fotoğraf sanatçısı Aykut İnce'ye sonsuz teşekkürlerimle.




başkaldırı



sürüden ayrılanı kurt kapar dediler
beni, koyun gibi eğlediler
yetmedi
içimde uluyan nefsimi hadım ettiler
ondandır şafaklara saklanışım

Ekim 2009, Antep


Fotoğraf: Özgür Çakır

pastel


flu bir mevsimden
pastel tonlara geçiş sanki sesin
hafif gezgin
biraz oyalayıcı
üşüyen bir ruhu okşayıcı
gel diyorsun gel
ılık renklerin büyüsüne kapıl
sarıl nefesime

Antep, Ekim 2009


Fotoğraf: Özgür Çakır

Çirkin Kral



hayatımın senaryosunu ben yazdım
zihnime kader inzibatlarını dikme
çirkin demişsin bana
varsın olsun
çirkef dünyaya, kral olsam ne!



Fotoğraf: Özgür Çakır

demleme



rengini bulmuş bir sevdayı
kıskançlık ateşiyle demleme
ecnebisi değilsin bu yolların
c'ana varmak için
teni öldürme
yoksa
kıt'lama bir aşka mahkum kalır, yüreciğin!



Fotoğraf: Özgür Çakır

Yırtmaç


ne fark eder
buradan başlasa hikayemiz
sonu belli olmayan
ışıksız bir yolda ilerlemek değil mi kaderimiz
Musa asasını bilemiş çoktan
dile ki
aramızda tek mesafe yol olsun
yoksa
her durumda, bir araya gelemeyen iki yaka gibiyiz



Fotoğraf: Özgür Çakır

Giyilmeyi Bekleyen Kadınlık



Son bahara saklanmış kadınlığımı çıkarttım bugün
Giymek için değil
Sadece bakmak için
Kadınlığımı giymeye cesaretim kalmadı
Cinsiyetimden sıyrıldım öylece baktım kadınlığıma...

Daha önce nasıl da giymişim kadınlığı?
Sana gelir gibi giyinmişim
Şimdi tek başıma kadınlık, çok ağır geliyor bana
Bir bir soyunuyorum geçmiş zaman kadınlığımı
Çıplak kalıyorum
Dağlıyor bedenimi bana biçilen roller
İşte bu nedenle, yeniden giydikçe giyiyorum kadınlığımı
Etekler, boyalar, küperler
Daha neler neler…
Kadınlığımı, kadınlığından ediyorum!
Belki de daha çok kadın oluyorum.
Bilmiyorum!

Üzerimde asılı duran kadınlığıma baktım az önce
Aynaya bakmadan baktım, kendime
En son aynaya ne zaman baktım ki zaten
Sahiden! En son ben kendime ne zaman baktım?
Alıcı gözle
Fark ederek
Hissederek
Bilerek kendimi
En son ne zaman baktım bana?

Kime verdim eskimeyen kadınlığı mı
Kim giydi benim çocuk kadınlığı mı?
Yeni yetmeliği mi?
Asi ruhu mu!

Kadınlığımı giyen sardı mı aşkları mı?
Unuttu biri beni dolabında
Daha mevsimi gelmedi mi sırtına takmaya
Hangi mevsimde kalmıştı ki benim kadınlığım
Sen mi giydin bu sabah beni?
Götürdün mü yanında
Elinden mi tutun eteklerimin!

Yoksa…

Yapma!
Dokunma…
Kadınlığıma saklanma.

Ben insanlıktan, kadınlığa geçtim.
Sonra insanlığa döndüm!
Soyundum kendimden.
Soyundum yüreğimden!
Soyundum kadınlığımdan
Bir tek üryan kalınca kadın olan kadınlığımdan
Anneliğimi
Sokakta
Evde
İşte
Tarlada
Bağda, bahçede
Saklıda, gizlide
Kalem ucunda
Fırça darbesinde
Akılda dolanan düşüncede
Rüyada erkekliği harekete geçiren düşte
Her yerde
Soyundum kadınlığımı

Zihin yetti bir dönem
Sonra sıyrıldım zihinden
Hiçlik denizinden geçtim!

Geldim
Neden benim haberim olmadı, kendimden gittiğimden!
Sadece bir mevsim mi kadın oluyorum ben?
Sadece yanında mı kadın oluyorum ben
Giydim kadınlığımı, bana beni anlatanlara karşı
Beni anlamadan, bana kafa tutanlara karşı
Giyindim ten denen canavarı

Artık biliyorsun
Gözlerini kamaştıran ben değilim
Anlaşılmayan benim kelimelerim değil!
Anlatamadığım, ötelediğin yüreğin
Giyemediğin kendin!
Ben kendimle hesaplarımı bitirdim
El fenerlerinden geçtim
Güneşe geldim
Bir daha hiç çıkartmamak üzere kendimi giyindim.


Fotograf: Özgür Çakır