Cep

Elimi cebime attığımda maziden kalma sinema biletlerine, unutulmuş paralara ya da yiyecek kırıntılarına gülümseyemiyorum artık. Ellerime hüzünler takılıyor.

Oysa o filmi ben seyrettim.
O çikolatayı ben yedim.
Kim bilir o parayı ne için bozdurdum, sonra da ya üşengeçlikten ya da vakitsizlikten cebime sıkıştırıverdim.

Cebimden çıkanlar beni yaşanmışlıklarıma götürür, bilirim. Günden kalanları şimdiye taşımak içindir cepler, siz de bilin. Cep, belleğin karanlık kileridir. Birşey unut ki cebinde, olmadık bir yerde ansızın hınzır ve utangaç bir dışavurumcuyla karşılaş. İş toplantısında eline sümüklü bir mendil gelsin, sevginle yürürken eskisiyle gittiğin kafeden aşırdığın çay şekeri paketi dudağında çekingen ve iç buran bir gülücüğe dönüşsün, en züğürt kaldığın anda avucundan tüm bedenine yayılan beş, on liranın sıcaklığını yaşa.

Bu sabah elimi cebime attım, boşlukla tokalaştım. O gün sanırım cebimde saklayıp, gelecekte kendime armağan edebileceğim bir şey yaşamamıştım. Sahi “bu ceketi en son en zaman giydimdi” ben diye geçirdim aklımdan. Kayıtlarda tek bir iz yok. Aklımın sınırlarını zorlarken, bir taraftan da cebimde bir kuyu açıyorum. Sanki gizli bir bölme var. Çok uzakta değil. Biliyorum. Birazdan elime bir şeyler gelecek. Birkaç dakika sürüyor arayışım. Kırgınlıktan mı kızgınlıktan mı anlımda boncuk boncuk terler birikiyor. Yeni yetme heyecanı sanki yaşadığım. Bir şey buldum derken kaybetmek… Boşlukla tanış olmak böyle bir şeymiş, anlıyorum.

Üzerimdekini bir anda çıkartıp, çok cepli bir mont alıyorum gardıroptan. Bir çırpıda giyiniyorum. Aynadaki aksime bakıyorum. Ellerim gizli kasada saklı duran nadide mücevheri almaya hazır hırsız misali. Fermuarlı cebi açıyorum usulca. Sanki biri bana bir eşek şakası yapmış da korkunç suratlı bir palyaço fırlayacak cebimden. Kalbimin sesi dışarının hengâmesini bastırıyor. Yok. Hiç bir şey yok. Sol da hayat var derlerdi bir de. Onca cebi olan monttan hiç mi bir şey çıkmaz. Çıkmadı. Arayışımın sesiyle konuşuyorum. Fermuarın, trenin raylar üzerindeki hareket etmesi gibi bir aşağı yukarı, sağa sola hareketi, ellerimin ne bulacağını bilmeyen ürkek dokunuşları, kimi zaman hoyrat, kimi zaman mahcup, kimi zaman hırslı halleri…

Birkaç dakika içinde ceket, palto, pantolon, şort denizinde yüzer buluyorum kendimi. Hepsinin cepleri yoklanmış. Geçmişten, bugüne gelen bir şey kalmamış ceplerimde. Yalnızım. Ceplerim kadar boş. Oysa cebimde bir dünya saklıydı. Ne oldu benim dünyama? Sakız, çikolata kâğıtlarına, fındık fıstık kabuklarına, karalanmış resimlere, tutulmuş notlara, metro, otobüs biletlerine. Ne oldu?  Yıllarca yaşadığım ne varsa rakı bardağındaki buz misali eriyip gitti cep yalnızlığında. 

Aynadaki yüzü yerleri süpüren küçük kız çocuğuna bakıyorum. Cepleri bomboş. Rüzgarda savruldu savrulacak. Ona bu kadar yüklenmek istemiyorum. Fısıldıyorum:  "Yoksa cebimde eli olan bir başkası mı var?"