KIŞA BAHAR GELMİŞ

Takvimler Şubat'ı gösteriyor ama mevsim bahar buralarda. Kışa bahar gelmiş. Gerçekten kışa bahar gelmiş. Sonbaharı yaşıyor sanki şehrim yeniden.

Yeşilin sarıya olan aşkını, önce kırmızıya dönüşüp yanıp kavrularak ardından da yerlerde sürünerek anlatan kaç mevsim var senin gibi sonbahar. Neden sana son demişler, hazanla özdeşleştirmişler? Sen benim ilk aşkımsın bilir misin? Yüreğim şimdi Sonbahar. Yılın en özel zamanı nisanın çocuğu olmama karşın, sonbaharda doğduğumu hissediyorum şimdi. Bir karmaşanın içine düştüm sanki. Takvim kasım, yürek sen, ser nisan. Takvim, yürek ve ser bir bedende birleşir mi, birleştirilir mi Sonbahar?

Nisan’da her şey yeniden hayat bulurken, Sonbahar’da her şeye ben hayat veririm. Bir bakışım, bir gülüşüm, kokladığım hava ve o gülümsemem hayata yeni bir soluk getirir. İşte Sonbahar benim özlediğim ikinci mevsim. Seninle yeniden doğdum yaşama Sonbahar. Herkes kaçarken ben sana koştum Sonbahar. Ben yeni hayatıma seninle başlıyorum Sonbahar.

Aslında benim için tüm renklerin yeryüzü ile dalga geçtiği ve sonunda olması gerekeni dünyaya hediye eden bir mevsim Sonbahar. Varoluş ve yok oluşun ince bir çizgide gidip geldiği ve insana hiçliği çağrıştırdığı için bu kadar özel Sonbahar. Tüm bunları fark edebilmek öyle güzel ki. Yaşam bir ikram seninle Sonbahar! Yaşadığımı, bir insan olduğumu hissediyorum. İçim kıpır kıpır seninle Sonbahar.

Umarsızca yolları arşınlayışım geliyor. Yapraklar üzerinde gezinmek başka duygular uyandırıyor. Üzerlerinde ter ter tepinip, tekme attığım dökülen yapraklara baktığımda yitirdiklerim ya da kavuşamadıklarım gelmiyor artık bugün aklıma. Ağaçlar bile yalnız ve çıplak kalma pahasına en sevdiklerini uzun bir süreliğine göndermeyi başarabiliyorlar. Önlerinde uzun ve çetin bir kış olduğunu bile bile. Bende tıpkı Sonbahar ağaçları gibiyim. Ama biraz hoyrat bir ağaç! En çok kendi canını acıtan bir ağaç! Ama bu günlerde her tekme attığımda yerde sürünen yapraklara yüklerimi bıraktığımı ve daha çok özgürleştiğimi hissediyorum. Bu da mutlu ediyor beni. Ah benim sadık aşkım Sonbahar!

Her mevsim ben senin peşindeyim ve seni özlüyorum Sonbahar. Her şey değişiyor bir sen ve ben değişime direniyoruz. Yollara vuruyoruz kendimizi, rüzgar canımızı acıtarak bizi sarsıyor ama yine de direniyoruz. Ve her sabah bize ikram edilen yaşama bir çiğ tanesi gibi akmaya başlıyoruz.. Yeniden! Şimdiler de Şubat! Nisan! Sonbahar! Yeniden başlıyoruz.. Yaşama yeniden soyunuyoruz..

ben de danimarkayı çizdim

İnsan kutsala neden saldırır?

İnsan kutsala neden sarılırsa işte o nedenle de saldırır!

Kutsal bilinen şeyler neden insanların en çok örselenmiş taraflarıdır? Bu nedenle mi “kimlik” denen şeyde hep örselenmiş yanlar vurgulanır.


İki yıl önce İslam dünyasını harekete geçiren bir karikatür krizi yaşanmıştı. 13 Şubat’ta aynı senaryo yeniden filme çekilmeye başlandı. Danimarka’nın önce gelen gazeteleri söz birliği etmişçesine olay yaratan karikatürlerden birini yeniden yayınladılar. Gerekçeleri polisin Hz.Muhammed'e hakaret içeren karikatür hazırlayan karikatüriste saldırı planını ortaya çıkarması. Söz konusu karikatürde Hz. Muhammed başında bombalı bir sarıkla resmediliyor. İslam dünyasının bu konudaki hassasiyeti çok iyi bilinmesine karşın neden hala aynı oyun sahneleniyor?

Karikatürüstlerin kendileri ifade ediş biçimi Danimarka’yı yangın yerine çevirdi. Okullar, çocuk yuvaları, belediye otobüsleri, binalar ve konteynerler ateşe verildi. Çıkan olaylara karışan 10 kişi tutuklanarak ceza evine gönderildi. Olaylar hala devam ediyor.. Devam edecektirde! Başta İran olmak üzere pek çok İslam ülkesi tepkilerini göstermeye başladılar. Acaba bu konuda Müslüman kökenli Obama ne diyecektir! Acaba bu konuda Türkiye birşey diyecek midir?

Danimarkada işler oldukça karışmış durumda gibi gözüküyor. Çıkan olayları önlemek için iktidar partisi yabancı gençlerin bileklerine elektronik pranga takılması gibi dahiyane bir çözüm bulmuş. 12-15 yaşlarında yabancı çocukların bileklerine elektronik pranga takılacak ve 24 saat bu gençler izlenecekmiş. Böylece olay çıkartanlar hemen yakalanacakmış. Gelecek yüzyılda zihnimize çipler yerleştirilecek! Kolumuzda elektronik prangalar olacak. Kapitalizmin şuç makinesi dönüştürdüğü insanın geldiği son nokta işte budur! İlginç olan hükümetin bu önerisine bir polis müdürünün karşı durması.. Polis taşa kalkan muz ve ayakkabı yapmış yine.. Müslümanlarla Danimarkalılar arasında uçurumlar açmak yerine köprüler kurmak gerekir demiş.. Ne prangası! İyi niyetli polis işte!!!!!!!!

Karikatür krizi çığ gibi büyüyor! Aslında çizilen Hz. Muhammed değil! Onu çizmek zaten olası değil..

Çizilen aslında içindeki yabancıyı kendileştirme çabası. Bizden olmayanı biz yapacağız diye insanlığımızdan çıkmamız.

Babel filmini anımsıyorum şimdi.. Üç farklı kıtada, dört farklı grubun yaşantısını bişleştiren tek bir kurşun! Değişik coğrafyalardaki yaşamları etkileyebilir mi! Dünyadaki her şey her şeyle ilgilidir. Koas gerçektir. O nedenle insanlar adım atarken bir kez daha düşünmelidir.. Çünkü ateş tüm dünyayı sarabilir.. Yani bazı şeyler düşünülmesin, söylenmesin demiyorum! Ama kutsala dokunurken özen gerekir.. Din herkesin kendi içindedir.. Bırakın insanlar kendi içlerine kendisi dokunsun. Ha karikatür, ha türban! Aslında örtülen, örselenen insanın yüreğidir.. İnanç sözden ötedir!

İşte ben de içime dokunmaya çalışan Danimarka’yı çizdim.. Ama içimde çizdim!

SANA ATKI ÖRÜYORUM DENİZDEN!

Şehrime kar yağıyor. Bir kardan adam boyu kadar kar var şehrimde.. Kardan adamın kömürden gözleri, havuçtan burnu, süpürgeden kolları, kağıttan şapkası var. Ama atkısı yok. Seninde atkın yok. Kardan adam da senin gibi üşüyor. Ona sarıldım. Üşüme dedim. Ben varım. Yanındayım. Bir öpücük kondurdum havuç burnuna. Kömür gözlerinden bir yaş düştü ellerime. Sakın dedim aklından bile geçirme. Senin bana dediğin gibi dedim. Ne içine ne de dışına göz yaşı akıtmak yok. Üşüme! Ben varım. Kendi atkımı sardım boynuna kardan adamın. Usulca yanından ayrıldım.

Sonra yün ve beş numara şiş aldım. Tahta şişler öyle güzel ki. İki ters iki düz sana denizden bir atkı örmeye başladım. Yüreğine deniz koymak istedim. Belki bir gün Deniz’imiz olur diye içimden geçirdim. Nisan yüreğimiz mayıs olur. Ben denizanası, sen deniz babası. Yüreğimiz bir denizde buluşur. Deniz rengi yünler aldım. Çünkü siyah bir atkı seni sarsın istemedim. Beyaz teninde siyah olsun istemedim. Yazgımızı karadan denize çevirdim. Güneşi sen getirdin. Ben de sana denizle geldim. Deniz sarsın istedim seni. Deniz seni ben gibi sarsın istedim. Beşiktaş’ta durup denize bakarken üşüme istedim. Yanında ben yokken de üşüme istedim. Sana atkı örmeye başladım.

Kar yağmaya devam ediyor benim şehrimde. Senin şehrinde de kar tüm yolları kaplamış. Kar yüreğimi kapladı. Kar sessini aldı götürdü. Ne bir ses ne de haber gelmiyor senden. Aklımda kar şarkıları...

Sezen yazmış, Erol Evgin söylüyor. Ben de mırıldanıyorum. Duy sesimi ve bir ışık gönder diye kıvranıyorum.

Aklına düşersem bir çığ gibi, bir ışık gönder çiy tanesi gibi..

kahvaltı

- Günaydın! Dün akşamın açlığını bu sabahla telafi edelim mi? Sana kahvaltı hazırladım..

-Hmm!

Bu adam rogeryan terapisti mübarek. Ben onlarca kelime söylüyorum. Sadece hmm diyor, olmadı bir gülücükle kendisini ifade ediyor..

Kahvaltı! Sana kahvaltı hazırladım. Turkuaz mavisi tabaklarımızı çıkarttım. Bi sana, bi bana.. Yanına dizildi çatal ve bıçak esas duruşta. İnce belli kızların geçişi tamamlandı.. Şekerler göz koydu kızlara..

Zeytinler! Zeytinler beyaz bir kaseye kondu! Sakın beyaz giyme toz olur, siyah giyme söz olur.. Zaten bende talih yok.. Yok bende talih var! Kahvaltıya geliyorsun.. Bu sabaha birlikte günaydın diyeceğiz. Zeytinler! Limon ve yağda can bulsun, kekiklerse yürekten duvak olsun.. Yeşil zeytin uzaktan yüzünü buruşturma.. Seni kırmızı bir kaseye koyalım! Ben buradayım de.. Kimse arka planda kalmaya dayanamaz.. Sen de tam kontrast renginle haykır ona beni ye beni ye diye..

Peynirler.. Yurdum peynirleri.. Otlu peynir, İzmir tulumu, Erzincan tulumu, Ezine peyniri.. Başka yok mu:))))))

Sen yumurtanı nasıl yersin acaba.. Omlet mi yapsam! Yağda mı.. Sucuklu yumurta sever misin acaba..

Aslında Adana’da olsaydık Seyhan kıyısında ciğer yerdik seninle! Yolda sıkma yapan teyzeler durağımız olurdu.. Peynirli, kıymalı.. Sana karsanbaç içirirdim! Sonra züngül yerdik..

Yok Van’da olsaydık!!!!!! Bal! Kaynak! Tereyağ!!!!!!

Yok biz Maşukiye’ye gidelim bi gün seninle.. Suyun öte yanına geçmiş gibi olalım.. Kızarmış ekmek az ileride Kerpe de kuymak bile bulabiliriz.. Ötelerde kıymalı yumurta, belki menemen..

Ankara simitini özledim dedin ya! İşte bi simit bir çay olsun kahvaltımız.. Ya da bankımıza oturalım Sen bana Karaköy böreği al.. Öylece maviye karışalım İstanbul’da.. Ya da Laiden’de bir patates tava düşsün kısmetimize kahvaltıda..

Bizim seninle çok kahvaltı etmemiz gerek.. Okunacak çok gazete var.. Söylenecek çok türkü var.. Yazılacak çok yazı var.. Bi gün sana tavuklu krep yapsam kahvaltıda.. Sonra pekmez var sırada.. Sonra tarçınlı kek.. Sonra.. Çalsın şu zil artık! Gel!

Hepsini sıraya koysam.. Her gün sevgimi ekmeğine, emeğine katık etesem! Seninle kahvaltı etsem! Günaydın bitanem..

Çok çalış tamam mı? İşimizi iyi yapalım! Bizim ibadetimiz işimizdeki dürüstlüğümüz.. Bizim mutluluğumuz alın terimiz.. Bizim aşkımız kahvaltıdaki ekmeğimiz..

artık şubat

seni kim çizebilir şubat yolcusu
yalnız akşam olsun dağınık olsun
ceplerinde bozuk bir bulut uğultusu
geceleyin dörtte bir ölüm korkusu
dörtte dört sabaha karşı yağmursun
seni kim çizebilir şubat yolcusu
bütün çizgileri bozuyorsun

Attilla İlhan, Şubat Yolcusu..





Her yılın bir ömrü var. Bu yılın ömrü uzun.. Üstelik iki kere uzun. Yani daha çok yaşayacağız. Artık Şubat. Artık 2008.

Artık yıl, Gregoryen takviminin bir armağanı. Takvimleri insanlar uydurmuş. Ne güzel işte yaşımız sahte. O kadar çok yaşımız var ki aslında. Hangisi gerçek, hangisi sahte? Kemik yaşımız, ruh yaşımız, beden yaşımız, görünen yaşımız ve takvim yaşımız. Takvim yaşımızdan artık yılları çıkartmalı mıyız?

Takvim yılının mevsimleri ile Dünya’nın Güneş çevresinde dönme süresinin uyumlu olması için uydurulmuş bir kavram artık yıl. İçinde bulunduğumuz yıl eğer 400’e tam olarak bölünebiliyor; 100’e ise bölünemiyorsa işte bu artık yıl.. İşte 2008 bu özelliklerinden dolayı artık bir yıl. Bize bi armağan daha uzun yaşayacağız.. Ve birileri değişik coğrafyalarda 4 yılda gelen bir ömrü doyasıya kutlayacaklar.

Haberiniz var mı bilmiyorum ama bu yıl dünyanın ekseni daha bir eğildi. Dünya insan nüfusunu ve onun günahlarını taşıyamıyor. Eğildikçe eğiliyor. İnsan hükümdar, dünya yağmalanacak coğrafya. Ama bu yağmada en çok hasarı insan alıyor. Dünyanın eksenin eğilmesiyle bu yıl 7 sn daha fazla yaşayacağız. Artık Şubat. Artık eksen.

Şubat kendi içinde çok yüklü aslında. Uzasa da kısalsa da Şubat. İçinde yoğun bir gündemle geliyor. Ömrümüzü uzatan Şubat.

Ne diyelim ARTIK ŞUBAT.