Nisyan

Bütün parçalarının toplamından daha farklı bir şey mi sahiden?
Nisyan!
Yazabilseydim eğer ağaçlar uyanırdı. Su yürürdü. Işırdı. Bir adım olurdu.” s:44


Uzak durduğumuz bedensel imgelerimiz var. Yaşlanma bunlardan biri. O kaçınılmaz sonu geciktirebilmek için nelere katlanıyoruz. Usul usul insanlığımızdan geçiyoruz. Belki bu yüzden geçmişi süsleye süsleye anlatıyor, masallaştırıyoruz. “Bir zamanlar…” diye başlayan fısıltılar bir süre sonra serzenişe dönüşüyor. “Kelimelere hükmeden akıl, onların oyuncağı oluyor.” sf13.

Nisyan! Mehmet Dede, torunun sana öyle bir armağan vermiş ki… Kıskandım. Gülme Dede’m ya. Bak kitabı sana anlatayım. Tıpkı kendi Dedem'e fısıldar gibi. Oyunu bozma nolur. Gel çocuk olalım…

Sana adanmış bu kitap, bir arayışın öyküsü Dedem. Aralanmış bir kapıdan insanlığa bakmak, resmin içinde kendinle buluşmak… Başka başka bedenlerin içine sızıp, onlarla konuşmak, kâh onların sesine bürünüp yazmak, kâh kendi bedenine dönüp bildik öyküyü anlatmak. Hepsi hikâye aslında. Yaptığımız şey aynı. Günden kalanları not düşmek.

***

Yaşam bu günlerde çok yorucu Dede. Nisyan'ı istediğim hızda okuyamıyorum. Mevsim dönüyor ya ben içimdeki boşluğa bakıyorum dimdik. Devinen hayatın içinde, kesinleşen yoklukların farkına varmamak için çabalıyorum. Ağaçlar hala çıplak. Hava -3 derece. İçeri hapsolmuş ruhumu eğliyor torununun kitabı. Okuyorum. Onu okudukça farkındalık zırhım daha da bir ağırlaşıyor üzerimde. Mesela, yazdıklarımın hiç mürekkebi olmayacak biliyor musun? Oysa çantamda kan rengi mürekkebi olan bir dolma kalem taşıyorum. Ve onunla en son ne zaman, ne yazdığımı anımsamıyorum.

Yayınevi yine öykü dosyamı reddetmiş. Kabul etse editör üzüleceğim neredeyse.  Başka bir yayınevine yollayacağım bugün dosyamı. Bir sonraki redde kadar doymak bilmeyen ruhumu sözcük sözcük besliyorum şimdi Nisyan'la. Gözaltlarımdaki kara lekelere bakıyorum. Uyuyamadığımı cümle âleme haykıran bu kara delikler, yüzüme bakan herkesi yutacakmış gibi geliyor. Birileriyle göz göze gelmekten kaçınıyorum. Kimseyi yutmaya, bir de onu taşımaya halim yok. Nihayetinde “tek kişilik bir oyunum- sf: 32 ” ve öyle kalmak istiyorum.

***

İşler yoğun bu aralar Dede. Üç dört kitabı bir arada okuma hastalığımdan mıdır nedir torununun kitabı hala önümde duruyor. Rasgele bir sayfayı açıyorum. Daha önce okuduğum tüm kelimeler ayaklanıyor. Eksik kalanın acısını hissetmeden okumaya devam ediyorum. Nisyan… “Ve maddenin içinde hareket eden kelimeleri görüyorum – sf: 55”

***

Her öykünün başlığı aslında yeni bir kitabın işareti gibi. Belki başka bir günün… Belki başka bir hayatın… Sonuçta hepsi hikâye. Hayat işte. Uykumda düştü aklıma: Kalksam ve öykü başlıklarını arka arkaya sıralasam. Birbirini tamamlayan başka bir öykü çıkmazsa ben de ne olayım? Ne olayım… Birbirini saran, sarmalayan aynı zaman da iten, kakan, horlayan, yücelten, bir yerden ötekine sürükleyen başlıklar bunlar. Tıpkı hayat gibi: Nisyan! Bu yüzden değil mi? “…çıplak bedenler birbirine sürtünerek ısınır. Yalnızlar soğuktan ölür.”sf: 47

***

Nisyan’ı diğer kitaplardan farklı kılan sadece içeriği değil, biçimi de. İçeriğin biçime kurban edildiği bu günlere inat bir kitap Nisyan. Okuduğum hiçbir kelime fazla değil. Biri çıksa anlam tamamen bozulacak gibi. "İnsan bu kadar öze nasıl iner?" diye düşünüyorum. Ölümü düşünüyorum. Her bir paragraf bir günün temsili. Her sayfada bir kısa öykü. Kısa öyküler bir gün. Belki tek nefeslik, belki bir ömürlük. Son sözcük bir bitiş. Belki de ölüm. Her şey ölür. Gün bile. Bir toprak ölmez. “… toprak canlı ağız ”. sf: 45

Okurken kitaplarda iz bırakmayı seviyorum. Üzerlerine yazmayı. Böylece geriye döndüğümde o gün ki beni daha iyi kavrayabiliyorum. Hangi duraklarda durmuşum, nelere zihin yormuşum. Düştüğüm notlara bakıyorum. Fark ediyorum ki Nisyan’ kopyalıyorum.

Ah Dede! Keşke okuyabilseydin. Ya da ben sana anladıklarımı masalmış gibi deyiverseydim.  "Deliler ırmağında sürüklenen bir ağaç - sf: 101" misali. "Saat kaç saat kaç? Yakala zamanı. sf 101"

Seni öyle özledim ki… "Sessizliği bozmadan yürüyorum. Belirsiz bir hışırtı kafamın içinde. Kalın küt kanatlarıyla hamamböceği eziliyor ayaklarımın altında. Kötü. Kazıcılar  kasklı kafalarını çıkarıyorlar halinın desenlerinden. Göz yanılgısı olmalı. Her taraf küçük sarı kağıtlarla kaplı. Kapılar kilitli. Pencereler sımsıkı kapalı. Yalnız. Kağıtların üzerinde yazılar okunaksız karıncalar. Bedenimden sızan şeyler bunlar. Bildiğim. Aniden karşıma çıkıyor. Orada öylece duruyor sihirli nesne. Kibrit. Cüssesinden beklenmeyecek bir kudret. Heyecanlanıyorum. Sonsuz bir an boyunca elimi uzatıyorum." sf: 112.