SANSÜRE HAYIR!

Bir sabah uyanacağım ve yüzümün oladığını göreceğim dedim.
Çünkü yüzüm yasaklanmış olacak.
Ama bundan benim haberim olmayacak.
Aynanın karşısında duracağım yüzüme bakacağım, ama orada bir şey göremeyeceğim.
Sonra ısrarla tekrar, tekrar bakacağım..
Derken aynada bir yazı berlirecek..

“Yüzünüze bakma erişim hakkınız mahkeme kararıyla engellenmiştir!”




OKUMAK ÖZGÜRLÜK!
YAZMAKSA BENİM İÇİN NEFES ALMAK..
İNSANLIĞIMDAN ELİNİ ÇEK YASAKÇI ZİHNİYET..

Kalkan Olan Bir Çift Ayakkabı

Bedensel ihtiyaçlar karşılanmadığında, zihinsel süreçler çalışmıyor. İnsan düşünemiyor, üretemiyor. Aslında bir toplumun kaderi atasözlerinin içinde gizli. Çünkü, aç ayı gerçekten oynamıyor. Önce birincil ihtiyaçlar doyurulsun ki, insan zihnini bilsin. İnsan insanlığını bilsin.. Düş görsün! Düşünsün! Üretsin!

BASIN BİLDİRİSİ: 14 yaşında evlendirme yasasına hayır!

Türkiye Ruh Sağlığı Platformu, Bebek Ruh Sağlığı Derneği, Koruyucu Aile Evlat Edinme Derneği, Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği, Türkiye Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı, Ergen Sağlığı, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkesi ve Şubeleri Dernekleri TARAFINDAN KAMUOYUNA DUYURULUR..

9-10 Ekim 2008 tarihlerinde Adalet Bakanlığında düzenlenen bir toplantıda;
“Medeni Kanunda evlenme yaşının 14’e indirilmesi, TCK’da ‘reşit olmayanla cinsel ilişki’de suçun cezalandırılması için gereken şikayet koşulunun 15 yaştan 14’e çekilmesi ve tecavüz edenin, mağdurla evlenmesi durumunda cezadan kurtulması ve eşe tecavüzde 7 yıla kadar olan cezanın 1 yıla indirilmesi” gibi yasa değişikliği önerilerinin tartışıldığı basına yansımıştır.
Bizler, çocuğu ve kadını değil, tecavüz edeni koruyan düzenlemeler yapılması fikrine karşıyız.Şu anda yürürlükte olan çocuk hakları, kadın hakları ve insan hakları Sözleşmelerinin tarafı olan ve Anayasanın 90. maddesiyle bu Sözleşmelere öncelik tanıyan Devletin böyle bir geriye gidişe evet dememesi gerekir.Yine Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine taraf olan bir Devletin Mahkemelerinin görevi, çocuğa ve kadına öncelik tanıyıp onun haklarını korumak olmalıyken, kadına ve çocuğa tecavüz edeni koruyan bir sistemin Türk Hukukuna girmesine onay verilmesini kabul edemiyoruz.Türk toplumunun temeli olan aile yapısını korumanın yolu sağlıklı aileler oluşturmaktır; çocuk kadın- çocuk anne yaratmak değildir.

Anne olmaya zorlamak ya da yönlendirmek, çocuğun gelişimini olumsuz etkilemektedir. Yasalarda yapılması önerilen değişiklikler;

1. Çocuklara karşı işlenen cinsel suçlarda şikâyet hakkının 15 yaştan 14 yaşa indirilmesi, 14 yaştan itibaren istismarın koşulsuz olarak cezalandırılmasını değil, çocuğun ve / ya da ailenin cinsel istismara ilişkin şikâyetini esas almaktadır. Bu da, çeşitli baskılarla şikâyetini geri çekmek zorunda kalacak olan çocuk yaştaki ergenlerin bedensel ve ruhsal mağduriyetine yol açacaktır. Evlenme vaadiyle çocukların kandırılması olasılığını artıracak, yasanın caydırıcılığı ortadan kalkacak, istismarı teşvik edecektir.

2. İstismara maruz kalan bir çocuğun kendisini istismar eden kişiyle evlendirilmesi, çocuğun bir ömür boyu kendisini istismar etmiş olan kişiyle yaşaması anlamına gelmektedir ki, bu tasarıda çocuğun ruhsal ve bedensel gelişimini korumaya yönelik hiçbir yan bulunmamaktadır. Aksine tasarı, çocuğa yönelik cinsel istismar eylemini istismar tanımı kapsamından çıkarmayı, istismarı meşrulaştırmayı ve istismarcıyı korumayı hedeflemektedir.

3. Evlilik yaşının 14’e indirilmesi, istismar bir yana, en olumlu koşullarda gerçekleşecek olan bir evlilikte dahi, ruhsal ve bedensel gelişimini tamamlamamış bir çocuğun zamanından çok önce altından kalkamayacağı bir yükün altına sokulması, baş edemeyeceği yaşantılarla karşılaştırılması ve olası ruhsal ve bedensel hastalıklara açık duruma getirilmesi demektir; çocuğun eğitim hakkının engellenmesidir.

4. Bu durum sadece o çocuğun yaşamını olumsuz etkilemekle kalmayıp, onların çocuklarını da olumsuz etkileyerek gelecek kuşakların sağlıklı gelişimlerine engel oluşturacaktır.
Sonuç olarak, cinsel istismarın, mağdurları için ahlakî sorunlar yaratmakla sınırlı bir eylem değil, ağır psikolojik yaralara yol açan bir eylem olduğunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ayrıca bu tür eylemlere uygulanacak yasal düzenlemelerin, hatta bu düzenlemeler öncesindeki tartışmaların yalnızca suçlu ve mağdurları değil, bütün toplumu etkilemekte olduğu da unutulmamalıdır.

Çocuk Gelinler..
http://www.birmilyonkalem.com/2008/10/21/cocuk-gelinler/#comment-138

Seninle Neden Evlenmem

Çok güzel bir yazı olurdu aslında! Ama sadece bir kahve molasında dinlenen bir şarkıya yazıldı bu sayfa! Müzik! Ellerimden tutup beni çekti piste.. Kör bir adam gibi sardı ince belimi. Başla dedi.. Yönet beni! Yürü piste.. Ah! Kadın kokusu.. Sadece görmek gerekmez yaşamak için. Sadece sarmak gerekmez sevişmek için. Dinle! Sadece yüreğini dinle! Dans et benimle.. Dans et tüm bedeninle.. Dans et müziğimle.. İşte sadece bir şarkı dinledim.. Sonra sözlerini size söyledim..

Jens Lecman’ın bir şarkısı! Bi düğün şarkısı! Bu şarkı, pedallarına basınca lavanta kokusunun etrafa yayıldığı bir piyano eşliğinde çalınmış.. Müziği duyulunca insan gözlerini kapatmak istiyor! Sanki, o hep beklenen prens ya da prenses gelip öpüverecek dudaklarından insanı.. Hazır olda bir bekleyiş.. Geldin mi diye haykırtıyor insanı! Yok gelmemiş. Daha beklemek gerek.. Daha çok beklemek gerek..

İnsanın ruhunda dans eden, düş kurdurtan bir müzik.. Ruhun yağmurdan ellerini tutan bir müzik.. Dudaklarımda bir telaş.. Neydi bu şarkının sözleri.. Sonra ki, sonra ki, sonra ki sözleri.. Uçuşan etekli kızlar geçiyor bahar dansıyla gözlerimin önünden. Kuğu gibi oradan oraya dans eden kızlar.. Sonra çapkın bir gülümseme.. Limonata içsene benle.. Ah gençlik işte.. Elimden düştü mendil.. İçinde bir şiir.. Sana yazıldı. Bi zaman, bi yer, bildik saatte! Ah! Gençlik.. İşte bi düğün şarkısı başlıyor.. Nikahına beni çağır cinsinden:)))))) İşte şarkı başlıyor..


Eğer herhangi birinin düğününde şarkı söylemesine ihtiyacın varsa
Son dakika kararıyla
Aradığın kişi benim aslında

Sen söyle!
Ben bütün şarkıları bilirim..
Bacharach veya David’den bile çalar söylerim
Bütün aptalca saydığın ve yüreğine dokunan şarkıları
Bir tek sana ben söylerim

Müzik listelerindeki üst sıralara tırmanan bütün güçlü baladları bile bilirim..

Sana gülünç gelebilir
Benim bu kutsal evlilik bağına olan takıntım
Ama aslında gerçek aşka şahit olmaktır beni heyecanlandıran

Ve gerçek aşk ölçülebilir!
Bu basit keyif veren şeylerle bile yapılabilir
Onlar keşfetmen için seni bekliyor

Ah bir sevgilim olması için sağ kolumu bile kesebilirim
Belki o oğlanla tanışırım bu gece orada,
Senin düğün yemeğinde
Ona doğru yürürüm
Çiçek buketimi kaptığımda
Ve ah!
İşte o zaman biz onunla bir kasırga gibi oluruz..

Nasıl güzel bir şarkı bu böyle.. Ama eksik kalmış sözleri.. Gerisini de KADIN ekledi..


Sen evlen! Düğününde ben şarkı söyleyeceğim!
Söz! İstediğin bütün şarkıları söyleyeceğim..
Müzik elimden tutacak dans edeceğim.
Sen evlen! Ben senin düğününde şarkı söyleyeceğim!
Söylemeyen ne olsunTabi ki gelin olsun!

ŞAİRLER ERKEN ÖLÜR

Tek bir dize ile aşkı anlatabilmek için ömrünüzden kaç gün verirdiniz?
“bana öyle bir yalan söyle ki, ömrümce sürsün tüm doğruluğu?” Asaf .

Şairler, yazarlardan daha erken ölüyormuş. Şair ömrü 6 ile 10 yıl daha kısaymış, yazar hayatından. Şair adamın işi zor. Neden mi? Aşkı anlatmayı meslek edinmiş bi kişiye bir ömür yeter mi?
“bazen bir cümleye sığar inan, koca bir ömre sığmayan” Erkan Bal .

Ömrü bir yemeni gibi düşünelim. Şairi ise yemeniyi çevreleyen oya! Oyaladığımın hayatı yazacağım bir gün seni. Yemeninin sınırlarını nasıl çiziyorsa oya, şairde hayatın sınırlarını belirler tek bir ile dize ile. Oyayı, yemeniye tutturan nedir? İki sevgiliyi birleştiren güç kimindir?
“sadece iyi olduğunu bilmek istedim
hangi koyunda ya da coğrafyada olduğunu değil!
nefes aldığını hissetmek istedim
ben uzakta değilim
gülüşündeki gamzeyim
sen gülümse ben hissederim.” A.Şebnem


Aşk! Yaratıcının dünyadaki yansımasıdır. Aşık, nesnesinden tek bir an dahi ayrı düştüğünde yanar kavrulur. Öte dünyada cezayı ateş çemberinde yanmak sananlar, sevgiliden ayrı kaldıklarında yaşadıkları ıstırabın cehennem olduğunu ne zaman fark edecekler kim bilir. Şairler cennet ile cehennem arasına sıkışmış aşık. Sevgiliyi bir dizeye hapsetmek yürek ister. Bu nedenle herkes şair olamıyor belki de. Hepimizde var iki karıncık, iki kulakçık. Ama bizim yürek atışımız metronum ritmini kaçırmış.. Şairinki belki de metronomun kendisi.
“aklın utanmaya ermediğinde, göz kirası ister her gördüğünde” Cemal Safi

Zihnin sokakları dar gelir bugün bu satırları okuduktan sonra size. Çok soru var sorulması gereken. Yanıtlansın ya da yanıtlanmasın, soruların sorulması gerekir. Zihin şehrinin cevapsız kalan soruları, bedeninize ruh yapacağınız bir fahişe de değildir. Zorunlu aşk mesaisi değildir düşünmeler. Zihnin koynundan çırıl çıplak çıkılmaz. İnsan ya şair olur ya da.. “bu yıldızları böyle her gece niçin yakarlar?” Vladimir Mayakovskiy

Şair olup ne yapacaksın? Şairlik erken öldürüyor. Şeyh Galip’in dediği gibi “Şiir, mumdan kayalıklarla alev denizin geçmekmiş.” Göklere inanıp, denizlerin derinliğini görmekmiş. Şiir belki ölümsüzlüğün anahtarı. Kapıyı çalan kim? Kapıyı açan kim? Beden, mekan ve zaman içinde nesneleşmiş iradeden başka bir şey değildir. Ölümlüdür! Ruh ise şiir gibi nesnesi olan her yürekte esen bir iradedir. Ölmez, sadece form değiştirir.

Şiir, asi bir duruş. Satırlarıma göz yaşından kelimeler çizsem gelip yıkanır mısınız? Her kelimeye bir düş sakladım, her satıra bir anı kazıdım. Gelip geçerken selam veren de, vermeyen de bazı satırlara takıldı kaldı. Bazılarınız düştü canı yandı.. Bazılarınız eksik tamamladı. Hem kendinde, hem bende.. Takıldığınız yerde beni aramayın. Orada siz varsınız. Ben yalnız yürüdüm bu satırları yalın ayak. Bi tek şehir şahitti bu satırlara, bir de şair ruhlar.
“biliyorsun, ben hangi şehirdeysem, yalnızlığın başkenti orasıdır..” Cemal Süreyya


“Sarman kedi”, “Mavi gözlü dev” gitmiş başka bir dünyaya bugün. Şairlerin ömrü kısaymış gülüyorum buna. Neden mi? Nazım kazımış kendini bu dünyaya. Tahir ve Zühre yüreklere.. Benerci Kalesi’ne! Daha nicelerine.. Ben en sevdiğim şiirini okuyarak ona bir dua göndermek istedim. Siz de okuyun. O hisseder!
ŞEHİR, AKŞAM VE SEN
Koynumda çırılçıplaksınız
Şehir, akşam ve sen
Aydınlığınız yüzüme vuruyor
Bir de saçlarınızın kokusu.
Bu çarpan yürek kimin
Sesleri soluklarımızın üstünde küt küt atan
Senin mi, şehrin mi, akşamın mı, yoksa benimkisi mi?
Akşam nerde bitiyor, nerde başlıyor şehir
Şehir nerde bitiyor, sen nerde başlıyorsun
Ben nerde bitip, nerde başlıyorum?


Çocuk yüreklerde bir burkuntu var bu sabah. Memleketimin çocukları bu sabah daha bi üşür. Eski zamane hastalıklaırndan geriye ne kalmış ki.. Kuşpalazı, verem, kabakulak..
Fazıl Hünü Dağlarca bu memleketin tarihini dizeleştirdi. Yoksulluğu, çağresizliği, ölümü çocuğun gözünden anlatmayı kaç kişi yapabilir ki..

ANISINA SAYGILARIMLA..



AĞIR HASTA
Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.

**

ÇOCUKSUZ GECELER

Bu gece beni terk ettin çocuğum
Ki hala ellerimde bir şafak.
Herkes ölürken son anda
Bir gece hatırlayacak.

Birikti serçeler saçaklara
Davetler gibi uzaklardan.
Ülkeler midir ki varılmaz
Uykular içre kalan.

Vaktin saadetiyle durmuş
Kağıt gemilerim ve rüzgar.
Seyretsin sonsuz hudutları,
Harap kalelerinde krallar.

Çocuğum tarlalar sarardı,
Nur gibi olgun başak.
Herkes ölürken son anda
Bir çocuk hatırlayacak.

KADINDAN LİDER OLUR MU?

Ne kadınlar gördüm aslında yoktular..
Attila İlhan, Böyle Bir Sevmek

Yine klasik bi öğle arası. Açlıktan ölüyorum. Zaten son üç gündür doğru düzgün hiç uyumamışım. En bilimselinden gece mesailerine devam. Yaz, çiz aynı şey. Hipotezimi ispatlayamıyorum. Kaç geceyi daha düşünce mezarlığına gömmek gerekecek bilemiyorum. Zihnimin editörlüğünden yoruldum. Ruhum kazan kaldırdı.

Açım. Çok açım. Bir şeyler atıştırmak için zaman yok ama. Her öğlen olduğu gibi zorunlu eğitim saatine katılmak zorundayım. Bir konferans dinlememiz gerekiyor. KONFERANS! Serde aslında çıkıp gitmek var ama zorunlu olarak kalmak gerekiyor. Sağım da AYS, Solumda Ateş mehter takımı edasında yürüyoruz. Önümüzde, sıcağa inat 100 metre koşucusu edasıyla yürüyen Hamile Kadın'a bakıyoruz. Sürekli Ada'mızla konuşuyor. Oysa AYS'da hamile. Efe'miz henüz fasülye oğlan. Bana kızıyor oğlumuz deyinde. Efemine olsa sevmeyecek misin diyor? Gülümsüyorum. AYS'ın Efe'si olacak biliyorum. Zihnimin sayfalarını çeviriyorum, günlük sohbetsizliklerde. Her nöron geçişi, aklımda sakladığım kuyruğu birbirine deymeyen tilkiler. Sessiz sessiz ilerlerken...

Ateş son sevgilisini anlatmaya başlıyor. "Adı ne?" diyeceğim. “Kremini” diyecek diye ödüm patlıyor. "Saçı ne renk?" diyorum. "Buyur" diyor?! Kızın diyorum saçı ne renk? Yüzüme bakıyor. Kırmızı mı? diyorum. Etrafımdaki kadınların hepsinin saçı kırmızı çünkü. Bu yılın alameti farikası bu herhalde diyorum. Kırmızı! Ateş yüzüme bakmayı sürdürüyor. Hııı diyor. Saçları kırmızı. Kızılşın yani diyorum. Ama saf kan kızıl diyor. AYS! Öfkeyle ikimize birden bakınca Ateş söylediği tüm cümleleri bir çırpıda yemek niyetine yuttuyor. Bu arada AYS’ın saçları da kırmızı. Kızıl ötesine geçelim diyorum. Efendim diyor Ateş. AYS süperego modunda ikimize de bir bakış atıyor. Solandaki yerimizi almaya hazırlanırken elimize küçük not kağıtları tutuşturuluyor kapıda. Ateş’in Kızılşın’ını, Ben’im tilkilerimi, Hamile Kadın'ın Ada'sını, AYS’ında kendini getirdiği konferans salonunda bir yer bulup oturuyoruz.

Konu yine bu satırlara kes kel alaka. Konuşmacı davudi bir sesle diyor ki girişte size verilen kağıtlara lütfen aklınıza gelen üç lider adı yazınız. Kılıçlarımızı çekip hemen yazıyoruz. Kimse kimseye göstermiyor:)))))))

Birinci belli. Mustafa Kemal Atatürk
İkinci Annem. Biri ASİ, biri CENNETTE, biri BÜYÜK ADAM üç çocuk idare etmiş, babamla 40 küsür yıl aynı yastığa baş koymuş, işinde yol almış, doyasıya bir hayat yaşamış bir kadından başka ne olur? En güzel lider olur!

Peki üç numara? Aman üç numarayı yazmak ne zormuş.. 3. olmak önemli dereceye girecek.. Dördü ve beşi kimse hatırlamaz.

3. Aristo/Madam Curie /Gandi/Hitler/vs,vs.

Konuşmacı konusunu anlatıyor. Ben düşünüyorum. Üç numara kim olsun? Aklımda beraber ve solo geçişlerle tilkiler..!

Tam gidiş vaktinde konuşmacı yazılan liderlerin kim olduğunu soruyor. Üç aşağı 5 yukarı aynı isimler. Bitti gideceğiz diye ayaklanmışken kaç kişi bir kadın lider adı yazdı sesi yükseliyor kürsüden. Salonda 5 kişi el kaldırıyor. 5’mizde annemizi yazmışız. Sonra diyor ki kaç 2 kadın lider yazdı.

Salonda tek el üç numaraya kimi koyacağını bilemeyen Kadın oluyor..
Şimdi düşünüyorum sahi kadından neden lider olmuyor!

NOT: Salonda 100-150 kişi var. Bir numara hepsinde aynı .
Cebinde çocukluğu taşıyan kaç lider biliyorsunuz ki?

HAYAT: BELKİ DE BİR BELLEK OYUNU

Durdu yatağımın başında
Yaldızlı çarıklarıyla beni uyandırdı tan
Sordum kendime
Elinden ne vermek gelir her şeyi olan birine?
Hayat! Bir gün! Anımsama..
Hayat sadece bir bellek oyunu aslında..



Bi sabah gözlerimi açtım, yanımda bir adam bana bakıyor kocaman gözleriyle.. Korktum! Çektim yorganı başıma kadar. Sımsıkı yumdum gözlerimi.. Kan basımcım asansör gibi indi çıktı, çıktı-indi. Soluğum neredeyse durmak üzere. Neredeyim? Bu adam kim? Ben kimim? Sonra ayaklarımı fark ettim. Çok soğuktu! Derken sımsıcak bir ses yankılandı kulağımda. Sevgilim korkma! Bu sabah saat 7.30 da doğdun.. Bu günlük örümüz uyuyuncaya kadar sürecek.. Sonra elimi tuttu. Bir resim gösterdi. İkimizin resmi! Gözleri öyle güzel ki. Usulca eğilse dudaklarıma bi öpücük kondursa. Sözlerde öyle cömert ki. Sevgilim diyor! Canım, bitanem!

Sonra içeriden bir ses geldi. Anne! Ben anne miyim? dedim. Aşkım dedi. O Deniz! Bizim bebeğimiz. Benim mavi tadında bir bebeğim mi var! Üstelik adı DENİZ! Benim bebeğim! Düşlediğim, yüreğimde büyüttüğüm Deniz’im! Ben bu adamı ve Deniz’i anımsamıyorum.. Yaşam! Öyle hüzünle baktım ki yüzüne beni çok seven adamın. Geldi. Usulca dudaklarıma değdirdi dudaklarını. Bu yabancı bir dokunuş değildi. İçinde tanıdık bir huzur vardı. Elimi tuttu. Bu bir hastalık dedi. Üzülme! Her gün yeniden ilk sefer gibi sevişiyorum seninle. Öyle çocuksun ki. Sesini dinliyorum. Benim kadınımsın biliyorum. Yanımdasın. Her gün seni kendime aşık ediyorum. Bütün yaşanan olumsuzlukları siliyor bu hastalık. Çünkü sen her sabah bana doğuyorsun kollarımda! Ve her gece sevişerek uyutuyorum seni. Aşk beni hem sahipli hem de özgür kıldı seninle. Her an yanındayım. Seninim! Seninleyim! Korkma.. Sakın korkma..

Gürül gürül geliyordu adam! Kocammış. Nasıl da güzel dokunuyor. İçim titriyor her bana baktığında. Çıplak ayakların gene dedi.. Kucakladı beni.. Seni yıkayacağım! Ruhumda kelebekler uçurtan kadınsın.. Başladı ilk nerede tanıştığımızı anlatmaya. Bana aldığı ilk hediyeyi gösterdi sonra.. Bir küpe! Turkuaz taşlı bir küpe. Teki ben de teki ondaydı! İlkini bana ikinci görüşmemizde vermiş.. İkincisini ilk seviştiğimizde takmış. Sabahsa onu benden almış, kulağına takmış.. Senden aldığım tek somut parça bu olsun demiş.. Bu adam sevmeye kıyılır mı! Bu adama dokunulur mu! Benim kocammış! Usulca suya soktu beni.. Şimdi dedi sadece izin ver su sana yaşamı anımsatsın! Her damlayan su aslında yüreğinden geçen yaşam.. Ben buradayım.. Adın ne dedim.. İçi buruldu hissettim! Sevgilim dedim! Sımsıkı sarıldım ona.. Tüm yaşamı kucaklar gibi.. her şeyi unutsan da, belleğin sana oyunlar oynasa da insanlığı unutmuyorsun dedi.. Gözlerinde yaşlar vardı.. Seni seviyorum dedim! Seni seviyorum.. Elbiseleriyle çektim onu suyun içine.. Sarıldım! Seni çok seviyorum dedim.. Bugün yoğun çalışacaksın dedi.. Bi yandan anlımı, boynumu, yanaklarımı öperken.. Dur dedim! Çok şaşırdı! İşe gitmeyelim! Ben zaten hiçbir şey anımsamıyorum! İzin ver bu sabah işe gitmeyelim. Ben yalın ayak kahvaltı hazırlayayım, sen bacaklarımı seyret.. Oğlumla koşup oynayayım. Ben bisiklete binmeyi biliyorum! Hayır dedi.. Sen sadece araba kullanırsın! Bi gün öğretir misin dedim! Olur dedi.. Ama unutacaksın! Olsun dedim.. Sen yanımdasın! Yaşamayı bana anımsatırsın. Hızla çekti beni kendine.. Yaşaman sensin çocuk dedi. Seninle bende her sabah doğuyorum! Yeni güne başlıyorum.. Seninle!

Sonra beni yine kucakladı.. Bi bebek gibi giydirdi. Boynuma muskaya benzer bir şey astı. Burada adresler yazılı.. Acil zamanlarda arayacağın numaralar. Annen ve baban! Abin! Benim ailem de vardı! Sonra elimi tuttu yatağa oturduk! Aşkım dedi.. Usulca.. Bu sinsi bir hastalık.. Sana her sabah kim olduğunu anlatıyorum.. Gözlerine baktım! Ne söylerse söylesin!

Bu masal ya da rüya da olsa bu adam öyle harikaydı ki.. Sesi sardı yüreğimi.. Çok yakışıklıydı! Çok şefkatliydi! Çok insandı.. Onu dinlemediğimi düşlere daldığımı hissedecek kadar beni tanıyordu! Bi şiir mırıldandı beni kendime getirdi.. Ama onu dinlemedim yapıştım dudaklarına.. Seviştik.. Deli gibi! Ruhum adama teslimdi! Adam usulca hücrelerime nüfuz etti.. Seni seviyorum! Seni seviyorum..

Anne! Anneydim! Deniz diye seslendim. Kıvırcık saçlı, sarışın bi oğlan çocuğu geldi yanıma.. Sarıldı bana.. Bana masal oku dedi.. Peki dedim.. Alice ne dersin dedim yok Küçük Prensi anlat dedi.. Sensin benim Prenssim dedim! Hızla onu döndürmeye başladım! Kahkahalarımız tüm evi sardı.. Anneydim! Sonra yaşlıca bir kadın sesleniyordu.. Hiç aldırmıyordum. Geldi popoma vurdu! Çocukken de böyleydin. ASİ! Duymazdın oyuna dalınca. Oğlun da senin gibi. Okyanusun içindeki yunus balığı! Şey siz annemisiniz dedim.. Gözünden yaş aktı.. Seni ben büyüttüm.. Annen değilim. İnci ben! İkinci annen! İncim benimmmmmmm! Gül kokulu kadınım dedim.. İkinci annem. Sarıldım. Gözündeki yaşı sildi.. Adım ne benim dedim? Sahi adım ne?

Adam geldi.. Sevdiğim kadın adın yetmez mi dedi. Oğlumuzu kucağına aldı yürümeye başladık. İnci’ye el salla Deniz dedi.. Yürüdük. Sen dedi üç yıldır böylesin. Nörolojik bir hastalığın var. Ömrümüzü böyle sonlandıracağız. Her gün sana seni anlatacağım! Her gün ilk sefer ki gibi sevişeceğiz. Sadece Deniz büyüyecek. Sen bazen çok ağlarsın bu saat 5 sularında olur güneş giderken. Oğlumu anımsamıyorum diye! Bana bakıp içini geçirirsin. Ayrıl benden dersin! Senden nasıl gidilir be kadın! Ne şanslı adamım ben! Her gün aşık olduğum ve sadece bana uyanan bir karım var. İkimizi yaşıyorum, ikimiz için anımsıyorum! İkimiz için yaşamı depoluyorum..

Hayat sadece bir bellek oyunu! Sadece seni seviyorum! Sakın iyileşme.. Ben ikimiz için hayatı bir günlük yaşıyorum dedi! Sustu..

Tüm yaşama yabancı olmak diye düşündüm. Bi günde geçmişi unutmak. Her gün biraz daha yakın! Ama her gün biraz daha uzak! Her gün silinmiş bir hafızayla yaşama adım atmak. Ve bir adamın kollarında hayatı solumak! Sana doğdum, seninle yaşadım ve kollarında öldüm.. İlk kez sevişir gibi sevişmek her gün.. Seninle! Her günü ilk gibi yaşamak.. Yaşam bir bellek oyunu belki de.. Her gün soyunduğumuz ama giyinmeye zaman bulamadığımız bir oyun! Kocam! Oğlum! Hayatım! Hepsini bir günde yaşamak.. Doğrudur unutmak bizi şimdiki zamana getirir! Yeniden başlama fikrini kabul eden kişinin sona erme fikrini de kabul etmesi kaçınılmazdır. Kendini unutmak! Durmadan yinelenen şeylerin esiri olduğunu unutmaktır belki de.. Mutluluk yaşamın içinde saklı.. Mutluluk sende saklı.. Bırakma beni! Sakın!
Elini tuttum o anda iki sevdiğim adamın..
Yola koyulduk!
Yelken açtık yüreğimize..
Tek günlük ömrümüze..

Fotoğraf: Özgür Çakır

http://www.fotokritik.com/kullanici/ozgurcakir/portfolyo/

YILDIZLARDA KAYAR..


Bir hikayesi var bu fotoğrafın..
Tıpkı bir hikayesi olduğu gibi her şarkının..
Yazdım!
Okudum!
Dinledim!
Söyledim!
Şimdi uzaklardan bakan ben oldum..
Seni ben ellerin ol diye mi sevdim?
Oysa göz yaşımda saklı iki damlasın..
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden ağlayamam ben
*
Aşkı kağıda yazdığımdan beri..
Ruhum oradan oraya savrulan rüzgar
Ayaklarım yalın
Gözlerim perdeli
Lambada alev titremez
Ciğerlerime gökyüzü kaçmaz
Terliklerimi koydum bohçama
Arka koltukta uyur gibi sana gelmeyi bekliyorum ama
Kaderde kayan yıldızlara bakıp
Sene de bir gün de olsa
Gel yine belki de bekleyeceğim diyorum
Neden mi?
Seni seviyorum..
Yıldızlar kaysa da senin orada olduğunu biliyorum..
*
Yıldızlarda kayar
Karanlık gecelerimin yıldızı sen
Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Solar güzelliğin kalmaz yüzünde
Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Ayrılık dünyamı karartmadan gel
Simsiyah saçımı ağarmadan gel
Şimdilik güzelsin herşey seninle
Seni son bir defa görmem belkide
Aaahhh…

Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Solar güzelliğin kalmaz yüzünde
Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin?

Karanlık gecelerimin yıldızı sensin
Hep böyle bekletip hep söyletirsin
Hep yalan yeminler hep yalan sözler
Birgün gerçek olup gelemezmisin gelemezmisin?

Yıldızlarda kayar durmaz yerinde
Solar güzelliğin kalmaz yüzünde
Sensiz can verirken
Son nefesimde bir yudum su vermeye
Gelemezmisin gelemezmisin…

Fotoğraf: Özgür Çakır

OYALADIĞIMIN HAYATIN BU AKŞAM Kİ ŞARKISI



Güneş başka bir coğrafyanın koynuna girmeye hazırlanırken, gece benim şehrimi yalın ayak gezen bir kadın gibi sarmaya yeltenmeye başladı. Akşam, her zaman ki gibi işten çıkıp diğer işimize doğru yola koyulduk Limon (sarı araba!) ve ben. Şey bir de Duygu Can (radyo!).

Poyraz Bey (rüzgar!) saçlarımı taradı. Nasıl güzeldi. Uzun süredir saçlarım böyle taranmamıştı. Rüzgar, ellerin gibiydi. Özlediğim ellerin. Pencerenin perdesini havalandıran rüzgardın sendin. Kızların etekleri uçuran haylaz rüzgar. Kibritçi kızın ellerini donduran zalim rüzgar. Nisan’da bedenleri çıplak koyan sevişmeye hasret rüzgar. İşte o sendin. 

Limon (sarı araba!) mart kedisi aslında. Şu Duygu Can (radyo!) varya afet-i devran aslında. Benim çocukluğumun Türkan Şoray’ı o varya saçlar belde, su dalgası. Gözler kömür karası. Bel kum saati havası. Ah! İşte basınca düğmeye bin bir hece, ses ve eğlence..

Hadi be Duygu Can be. Şöyle çocukluğumuzdan annemle babamın meşk sofrasından bir türkü söyle. Mezemiz yol olsun. Çok oyaladık bugün hayatı. İnce ince işledik. Oyaladığımın hayatı! İşte öyle bu akşam bir şarkıya takıldı. Limon (sarı araba!) aşkından tüm arabaları solladı. Duygu Can (radyo!) bu aşkı doyasıya yaşadı.

Kadın! Kendi aşkını özlemle anımsadı. İşte o anda telefon çaldı.. Bu akşam ASİ günü! Çok yoruldun yemek yapma. Ben bir şeyler alıp geleceğim. Tatlı da! Hani yiyememiştik ya! Seni seviyorum! ADAM, KADIN’a fırsat vermeden dikkatli git deyip telefonu kapadı. KADIN! Tam ağzını açacaktı! Yüreğine rüzgar kaçtı. İşte bu fırsat Müzeyyen Abla başladı.

Sarı kurdelem sarı
Dağlara saldım yari
Dağlar kurbanın olsun aman
Ah ah
Tez gönder nazlı yari
Yandım hey hey
Hey hey
Vallah yandım esmerim
Ben esmeri badem ile
Ben esmeri fındık ile
Ben esmeri fıstık ile
Beslerim
İpek kuşak beldedir
Saçakları yerdedir
Dünyayı güzel sarsa
Ah ah
Yine gönlüm sendedir

İyi akşamlar! Beraber ve sola aşklardan dinlediniz Sarı Kurdelem Sarı.. Bir daha ki programda buluşmak üzere. Kendinize rüzgar gibi bakın!

safiye ayla sarı kurdelem sarı Dinle, Klip izle

YAŞAMA DİRENENLER: FAYTONCU


Hayatıma bakıyorum
Gördüklerim karşısında dik duramıyorum
Elliden fazla sonbahar gördüm
Yanlızlığımı bu kadar yüzüme vuranı olmadı
Yummak gözlerimi gerçeğe
Dokunmak belki de geçmişin bir solukta yaşanan günlerine
Sigara dumanında savrulan ömrümü
Hangi at gözlüğü belli bir noktada tutar ki..
Verilen sözlerin bir
Tutulanların sıfır olduğu bu dünya da
Kim kimin yularını tutuyor şimdi söyle bana..

Fotograf: Özgür Çakır