KADINLAR ve KENTLER

İnsan yüreğini bir kente kaptırdı mı oradan ayrılamıyor.
Coğrafyanın bir önemi yok!

Semah eden kuşlar gibi ruhum
Her sabah başka bir kentin aşkıyla uyanıyorum
Bazen çocukluğumun Beyrut'una gidiyorum
Çekirge kovaladığım zamanlara
Ay masallarını dinlemek istediğimde Ilgaz'a
Yalnızlığın başketini keşfetmek istediğinde Laiden'e
Bir ömrü, kent kent geziyorum
Ama biri var ki sadece ona gitmeyi bekliyorum


İnsan yüreğini bir kente kaptırdı mı sahiden oradan ayrılamıyor.
Can tüm benliği ile o kenti yaşıyor.
Bu tıpkı bir kadını yaşamak gibi..
Yıllar önce gidilmiş bir kent, koyunda taşınan bir kadındır aslında
Arada bir orada mı diye yoklanan
Sıcaklığı hissedilince çocuk saflığında yürek coşturan
***
Çok kent gördüm ben
Hepsinden bir kaderi yaşamak için geçtim
Benler bıraktım
Benden topladım
Estim, yağdım, gürledim
Tomurcuk oldum, açtım nihayetinde soldum
Girizgahım temelimi sağlam tutum
Bilmem kaç bahar sonra bir kente dönüştüm.
***
Bir kent olmak istedim
Üzerine hayaller kurulan
Bundan ötesini istedim
Kentler virane, yıkık, dökük perişan olsa da ayakta kalıyor
Zamana direniyor..
Acılara, bombalara, yokluklara baş kaldırabiliyor..
Bazen yerin altına gizlenmiş bir antik kent..
Bazen kayıp bir kent!
Bazen teknolojik büyülerin yeknesaklığında
Ama hep ayakta
Yaşamak efsanelerde..
Bir kent!
Bir kadın!
***
Bir kadını ayakta tutan şey nedir?
Aşk
Tutkular
Senin kalbin nerede atıyor kent?
Benim kalbim boynumda
O beni boynumdan öptüğünden beri ruhum boynuma saklandı
Bir kadını ayakta tutan şey aşktır
Gözlerimi kapıyorum
Hayale diyorum..
Bir kenti
Bir aşkı
Bir kadını
Adımın ne olduğunun bir önemi yok
***
Bir kadını ayakta tutan şey nedir?
Üretmek
Paylaşmak
Çok çalıştım ben..
Ellerim başak başak..
Alnımdan terler düştü boncuk boncuk..
Kanayan ellerimden öptü sevdiğim
Sarıldı bana sımsıkı
Avucuma kondu demir bir para..
Bir kenttim
Bir kadın
Ekmeğimi kendime bandım..
Kendimde saklandım..
Suyumu kazandım da içtim!
Ekmeğimi böldüm de yedim..

***
Bir kadını ayakta tutan şey nedir?
Güneş
Ay
Deniz
Nisan
***
Bir kadını ayakta tutan şey nedir?
Bir bebek
Benim bebeğim..
Gözleri sevdiğim adamın gözlerine benzeyen, benim bebeğim..
Koşan çocuklar sokakların kuytusunda bir şehrin…
Bisikletler, uçurtmalar, topaçlar!
Bez bebekler..
Pamuk şekerleri..
Bir “anne” sesi..
ANNE!
Oğlum Deniz, Kızım Nisan!
Ben anne
Sadece bir şehir
Sadece bir anne..
**
Bir kenti ve bir kadını ayakta tutan şey nedir?
Sahiplenilmek!
Beni sakın bırakma..
Ellerimi sakın bırakma..
Hele gece!
Issız sokaklarda bir başıma sakın beni bırakma..
Sımsıkı sarıl
Bileyim ki seninim..
Bir tek senin..
İster bir kent ol, ister bir kadın
Sadece izin ver seni bulsun birisi
Ve onunla yaşa..
Kendini yaşat
Kendin gibi yaşa..
Aşık, üreten, anne ve sahiplenilmiş olarak..





Fotoğraflar: Özgür Çakır

Kağıt Toplayıcısı

Siyah beyaz bir sabaha uyanmak vardı düşlerimde. Avare filmindeki Raci gibi Selma’yla masalsı bir aşk yaşamak isterdim. Gerçeğin tokadıyla uyanmak zor değil aslında benim için. Hayat beni çok sever, bilirim. O nedenle de yerden yere çalar durur beni. Benim dünyamda sevda, kavga demek. Hayatla, vuruşarak sevişiriz biz. Kanlımdır o benim. Sürekli kanatır beni. Yaralarımın hepsi ondan armağandır. Yüzümdeki bıçak yarasından, kalbimdeki sarışın kızın ince burukluğuna kadar. Hayat ince izler bırakır bende. Vur kaç taktiğini uygular. Bazen beni Filistin askısına asar. Yaralar. Yaralarımı sarmak yerine, tuz basar. Öldürmez ama süründürür. Sonra da ardına bakmadan kancık köpek gibi kaçıp gider. Ben az palazlanıncaya kadar bekler. Yaralarım daha tam iyileşmeden çelme takmaya gelir. Ne zaman beni düşüreceğini iyi bilir. İşte o zaman kancık köpek, kudurur saldırır bana. Hayatımı zincire vurulmuş olarak yaşarım çoğu zaman. Bazen göremez beni, saklanırım topladığım kâğıtlar arasına. Çoğu zaman insanlar da göremez beni. Kâğıtlarla bütünleşmiş bir adamım. Buruşturulmuş, bir köşeye konmuş bir hayatın, kuşe kâğıdıyım. Kapak sayfasıyım. Açılmayı bekleyen bir sayfayım.

Öyle beyaz sayfalar açma derdim yok benim. Kirli dünyaya beyaz gitmez çok iyi bilirim. Beyazın gölgesine sığınmış bir hayatın grisiyim. Boş sokakların dolu hayatıyım. Serseriliğe vurduğum bedenim söver geçmişime, geçmişime. Binalar arasına kondurulmuş bir sokağın meyvesiyim. Dalından kopartılmış ham meyveyim. Aç gözlülük edip, nefisine yenilip beni hoyratça savuranlar utansın. Beni yıkamadan yemeğe yeltenenler utansın. Temizlik dış kabukta mıdır? Ya içim kurtlandıysa. Özümü ince ince yer suççuklar. Onları nasıl temizleyecekler benden. Boş bir sokakta yolunu bulmaya çalışan bir adamım.


Boş sokaklarda hiçbir şey göze çarpmaz. Sessizlik ve boşluk alabildiğine sarmıştır her yeri. Alıcı gözle bakmaz insan içinde dolanıp durduğu yere. Arada izmaritler yol haritası gibi vurur gözüne adamın. Gözüme gözüme çarptıkça tütün artıkları, kalabalıkta var olmaya yeltenirim. Gürültü ve karmaşanın içinde ne ararım bilmem. Çoğu zaman aradığımı bulamam da. Nesnesi belli şeylerin peşinden gidince insan mutlu oluyor. Serde sakladığım ve bulmaya adadığım ömrümse tükenmiyor, tüketiyor.



Hep ardımdan bakan bir kadın olsun istedim. Akşama mutlaka eve gel diye ardımdan su döken. Beni bekleyen, özleyen bir kadın. Benim kadınım. Akşama eve gelmek için bir nedenim olsun kadınım. Uzun zaman önceydi böyle bir kadın girdi hayatıma. Onu görünce hayatın nasıl bir şey olduğunu kavradım. O gün bugündür hayatın kitabını yazdım ben. Hayat denen şeyin, bitmiş bir yemeğin ardından tabağı ekmekle sıyırmak olduğunu biliyorum. Neden mi? Bazen ekmeğim oluyor, yemek olmuyor. Tabakta yemek. Düşlemek bile başka bir keyif. Dumanı üzerinde kuru mesela. Çankırı caddesinde yol boyu pavyonlar arasına sıkışmış dükkânlar var. Ucuz etin yahnisi dememek lazım. Bazen kaçamak yapıyorum. Kuruyla sevişiyorum. Fasulye zengin yemeği olmalı diye düşünüyorum. Kaderine orospuların yazıldığı bir caddede gündüz pezevenklerle volta atıyorum. Ben kağıt topluyorum. Onlar kâğıttan ruhlar. Ben kâğıt satıyorum. Onlar kâğıttan bedenler. Hepimiz elimizin kiri gibi davranıyoruz yaptığımıza işe. Sıkışmış bir hayatı ancak bir aşk dağıtır diye düşünüyorum. Rüya görmeyeli çok olmuş. Anamı görmek istiyorum en çok. Ama bedenimi kıvrandıran o kız. Sarı saçlı zengin kız. Bana hayatı belleten o kız var hep düşlerimde. Tabağımdaki kalan yemek o. Gözümün üzerinde olduğu. Ekmeğimle topladığım son lokma olarak yediğim tat o kız.



Hayat akıp gider benim caddemde zengin kız, fakir adam repliğinde. Penceresine taş attım çıkmadı yosma Kadife yine dün gece. Sarı kızı düşünüp onunla sevişmek vardı serde. Anladı mı ne başkasını sevdiğimi yüz vermez oldu bana. Gönül koydu. Kırdım kalbini kapı aralığının kedisinin. Bir çare yürek gelmez böyle işlere. Eşeğim ben diyeceğim hayvanın kabahati ne? Alacağım kız seni dediğimde memeleri dikleşiveriyor o düştü aklıma şimdi. Yosma pek de işveli. Esmer güzeli. Seviyom mu acep ben bu kızı? Ne seveceğim ya ben onu. Çıkmadı cama yosma. Oysa bir bakışı, uyku ilacı olacaktı bana. Uykusuz kaldım bu gecede. Terk etmedi sevdam beni. Sarışın kız aklımı dikleştirdi yine. Aklım neremdeydi. Her şey büsbütün karıştı. Hayat bastı beni.

Yola koyulmuş bir adam. Trafikte tanımlanmamış bir araçla gitmekte. Çer, çöp içinde bir düzen kurdum kimse bilmez. Keşkelerin dünyasının artıklarını yeniden dönüştürme projesinde çalışıyorum. Hadi gel köyümüze geri dönelim Fadime’nin düğününde halay çekelim. Zaman zaman ellerime bakıyorum Yüzüm 30, ellerim 70 yaşında. Ellerime topladığım kâğıtların kaderi sinmiş. Rengin bile kaderlisi bulmaz beni. Kuşe kağıtların kırmızı, mavisi, afili cırtlak renkleri. Beni bula bula siyah bulur. Benim kaderim zenci. Beyaz da olsan kaderin rengi belirliyor hayatta yol almanı. Rotam sokakları gösterirken aklımda sarışın kız, özlediğim Kadife’nin memeleri. Zalim kara kız geçerken pencereyi aralar mı ki? Bilinmez.

Hayata bazen arkamı dönüyorum. Kancık köpek sırtımdan vurur beni. Süslü hayatların artıkları: Kalabalıklar, yalnızlıklar ve gözyaşları.. Ah bir gün belki hayattan, geçmişteki günlerden, bir teselli ararsan bak o zaman resmime. Hey gidi Cem Karaca be! Bir fotoğrafım yok ki. Ne doğumuşum, ne askerlik. Hatırladığım geçmiş zaman.. Ağlamak yok, gülmek var. Yarınlarda..


İtelemek hayatı. Kim kimin sırtında kambur bilemiyorum. Öylece yürüyorum. Söz de ben çalışıyorum. Sabahtan beri sokakların kokusunu çektim içime. Bağımlısıyım buraların. Buralar benden sorulur. Üç beş dost aşımıza ortak olmuş. Dünya büyük. Hancı! Yolcuları sınama. Ben seni sınıyorum mu? Elimi açıp dua etmesem de, seni anmadığım bir gün oluyor mu? Bilirim yetmez bu sana. Kimi namaz eyler, kimi niyaz be Hancı!


Hasbıhal etmek lazım. Konuşunca dilimin pası gitti. Bir kaç söz insanın ruhunun yüklerini alıp götürür dost bir ağızdan dökülünce. Yok, öyle memleketi kurtarmak ayaküstü. Yaşama dokunuş bizimkisi. İşten kaçırıp eğlenceye saklandığımız anlar iki lafın belini kırmak bizde böyle. Ayaklarımın ağrısını dindiren sözler. Bektaşi fıkralarının esas oğlanı olmak zor be gülüm.

Sevdiğim kadınlar geçti gözümün önünde. Elena’nın sarı saçları, ince sesiyle adımı fısıldamasını duyar gibi oldum. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü o anda. Gördüm. Yosma.. Başka adamın kolunda gidiyordu Kadife. Uyandım işte başka bir sabaha. Hayatın yükünü sırtlanmak benimkisi. Başka dünyaları sırtlanabilir miyimdim ki. Kadife’siz bir dünya. Artık sarılacak sıcak bir bedenimde kalmamıştı. Hayaller zaten benim değildi ki.


Tek göz bir gecekondunun içinde yaşayan bir beton çiçeği değilim. Fakirlik zor doğru. Ama beklenti gibi bir faiz bindirmiyor insanın borçlarına. İnsanın zenginliği arttıkça hırs denen günahın faizi beklenti sarıyor zihinleri. Benim faizim yalnızlığım.


Dolar mı bugün sepet.
Günah olsa taşmıştı çoktan.
Rızık dediğin kağıttan..


Sigaramın dumanına sarmışım seni. Kadife! Fark etmeden sevmişim seni. Ötelerde bekler beni Sıdık. Yarenlik etsek birlikte akşam. Gecenin karası başka türlü gitmez. Çankırı caddesinde felekten bir gece çalsak. İçsek. İçsek. Unutana kadar içsek.


Sıdık baktı yüzüme. Üzülme gideriz dedi. Hele bir akşam olsun.. Özgürüz. Bizimkisi azadlı özgürlük. Cepteki paran kadar özgür olduğunu sanma. Yüreğindeki sevdan kadar. Özgürlük düşüncen kadar. Herşeyi kilitleyebilirsin. Yürekten sevdayı kuş gibi uçurtabilirsin. Ama düşünceyi kilitleyecek bir anahtar henüz yok. Sen düş topla, düşünce topla.. Varsın bilmeyen kağıt topladın sansın... Akşam olunca, kurulur çilingir sofrası. Rakı şişesinde balık olamasak da, ucuz şarap tadı hangi şişedeyse onun ambalayız işte..

Gideriz ey can. Gideriz...


Fotoğraflar : Mazlum Akın



MÜNEVVER ve HAKKI



Biz seninle en son ne zaman öpüştük Münevver?
Aaaaaaaaaaaaaa!
Adam sen kudurdun mu İstiklal'in ortasında böyle şeyler söylenir mi?
Söylerim Münevver, söylerim..
Söyleyemezsin efendim yol ortasında bana bunu söyleyemezsin.
Gençlere mi özendin?
*
Özendim be kadın ne var bunda?
Bana yol ortasında Kadın diye hitap etme Hakkı!
Edeceğim Münevver edeceğim..
Kadın değil misin sanki?
**
Aynı yolda yanya yürüyen iki yabancıdan ne farkımız var?
Gidelim Markiz'de bir kahve içelim diyorum..
Mudo'ya bakalım diyorsun!
Ruhi Su Şarkıları isimli bir kitap çıkmış diyorum,
Orhan Pamuk'un kitabı filme çekilse baş rolü kim oynar diyorsun..
Şaşkın şaşkın bakma bana Münevver..
**
Şaşırırım tabi Hakkı!
Kırk yılın başı bir alışverişe çıktık
Bir şey almayayım diye yapıyorsun bunu de'mi?
Sen nikah öncesinde çarşıya çıktığımızda da böyle yapmıştın.
Pembe bir palto beğendimdi de almamıştın!
***
Ben ne diyorum sen nediyorsun Münevver..
Aklın nerelerde?!
Neden her serzenişimde taaaaaaaaaaaaa giyemediğin şu pembiş paltonun peşine düşüyorsun?
**
Düşerim Hakkı düşerim.
Hiçbir zaman benim istediğim olmuyor
Yürü diyorsun yürüyorum
Otur diyorsun oturuyorum
Ben senin komutanda yaşıyorum..
Hem bana söyle bakalım şimdi
Biz eskiden yağmurda iki şemsiyeyle mi yürüdük Hakkı?
*
Biz eskiden yağmurda şemsiye mi kullanırdık Münevver?
Tenim sana şemsiye olurdu
Tenin bana yağmurluktu Münevver
**
Adam sen kudurdun mu?
Kurdurmadım Münevver!
*
Hayatımızı bir papuça soktuğumuzdan beri kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı haberin var mı Münevver?
Eğer o papuç ayaklarını sıkıyorsa Hakkı çıkartabilirsin!
*
İstiklal'in ortasında bana böyle şey söyleme Müvevver!
Şimdi seni İstiklal'in ortasında öpeyim de gör Hakkı..
**
Hadi öp be Münevver!
Yıllardır öpmediğin gibi öp beni..
Hakkı!
Münevver!
İstikalin ortasındayız
İstiklalin ortasındayız Münevver!
O halde..
Ya İstiklal, ya ölüm!
Tövbeeeeeeeeeeeee..
Amca eviniz yok mu sizin..




Fotoğraf: Özgür Çakır

ÇAY, SEN VE..*


"Geleceğim bekle" dedi gitti.
Ben beklemedim!
O da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi.
Özdemir Asaf


Bütün dünyayı kucaklamak istedim ama kollarım yetmedi.
Gölgene saklandım bende.
Öyle yakındım ki sana,
Yakınlıktan göremedin beni.
Hani insan kendi içini göremez ya!
İşte öyle bi şey bu..
Sen beni göremedin
*
Elinde tutun yüreğimi
Senden gelen sıcaklıkla
İçini ısıttım bende bir yudumda.
Önceleri şekere katarak tattın beni.
Baktın şeker özümü çaldı, yalın sevdin beni.
Yalınlığımı kaldıramayınca gözünü dışarı kaydırdın usulca.
Ihlamur, kuşburnu, papatya..
Yok kesmedi bunlarda!
Acı kahvenin büyüsüyle yakınca bir sigara
Evde seni beklesin ince belli, kimin umrunda!
Yanındayım!
Yanı başında..
Haberin yok..
**
Yok pes etmem öyle
Kürkçü dükkanı da yandı haberin ola
Hele bi gelme
Ben geleceğim yanına
Dudağını yakacağım
Usulca boğazından akıp canına karışacağım
Her dem benden içilmez
Az gün görmüş
Sözü sohbete doymuş
Yüreğini saracak bir yudum aradığında
Bana gel !



Fotoğraf: Özgür Çakır
* Metro gazetesinde yayınlanmıştır...

Ritmimiz Metronomu Kaçırmış Durumda

Hep bir tonda, aynı şarkıyı söyleyen bir şarkıcı gibi hissetmeye başladım kendimi. Oysa dünya armonilerin uyumu üzerine kurulmuş. Her şey ritim meselesi.. Soluk alıp vermek bir tonda, kalp atışı bir tonda, saat bir tonda.. Her şeyin kendine ait bir hızı var yaşamda. Sadece sana kendimi anlatmam ile senin beni anlaman ayrı tonda! Günün, güneşin, çiçeğin, böceğin ve yaşamın hepsinin bir ritmi var. Bir bizim ritmimiz metronomu kaçırmış durumda.
Yitirilen ve yeniden başlanan, ancak dönüşlerde rastlanan bir sessizlik içerisindeyim. Önce kendimden alabildiğine uzağa gidiyorum. Uyuyamıyorum. Doğru düzgün bir şey yiyip içmiyorum. Kimseyle konuşmuyorum. Kimseyi dinleyemiyorum. Okuyamıyorum. Müzik dinlemiyorum. Film izleyemiyorum. Bağırmıyorum. Ağlamıyorum. Gülmüyorum. İnsanlığımdan hiçliğe kayıyorum. İçimde uzaklara gidiyorum. Zihnimi hiçliğe katık ediyorum. Hiçlik bin tonda. İçimdeki uzak sınır tanımıyor. Hiçlik sınırları belirliyor. Öyle bir an geliyor ki tam tersi istikamette kendime koşmaya başlıyorum. Hiçliğim insanlığımla biçimleniyor. Nefes alıyorum. Her dönüşte biraz daha sessizleşiyorum. Aslında her sessizlikte biraz daha kendimleşiyorum.. Kendi ritmimi bulup geri geliyorum. Hiçten geliyorum.

Sessizlik bir başlangıç aslında. Sessizlik, sağır sanılan bir arkadaştır başlangıçta. Ses vermez, duymaz.. Ama hisseder. Süreklilik arz eden bir yoldaştır yanında taşıyana. Sessizlik, gürültüden sıyrılıp derin bir soluk alma durumu benim için son zamanlarda. Her sessizliğin kendi dili var ama. Sessizlik çoğu zaman korkudur. Sessizlik olunca kızlar doğar bu dünyada. Sessizlik olunca sözler bir olur, açıkları kapatmaya. Sessizlik bir gidiştir aslında. Sessizlik en güzel bitiştir. Anlayana..


İnsan konuşmaya yükleyince sermayeyi, sessizliği unutunca başlar karmaşa. Diğer yüzünden korkar insan. Konuşmayan, sessiz kalan, terk etmeyen, bekleyen yüzünden. Kısaca sessizliğinden korkar insan. Birileri gidince sessizlik konuşmaya başlar. İç sesi konuşur insanın sessiz sessiz. Sessizlik dile gelir. İnsan, sessiz sessiz konuşmaya başlar bir tonda.


Kapının önündeki gül olmak istedim..

Ebruli gecelerin koynundan sabaha düşmek çiy gibi
Tende sen kokusu
Canda sen atışı
Solukta sen telaşı
İçimde yeşerirken sevdan
Bir an bile kaçırmamak senli zamanları
Rengimi senle bulmak istiyorum
Kendimi, senle tonlamak
Gölgelemek
Senle çoğalmayı diliyorum
Yaşamak ben aklıyla, senli her anı
Kırmızı olmak
Kadın olmak
Yüreğinde kırmızı kırmızı dolaşmak
K'adını yazmak damarlarına
Kapının önünde bir gül olmalıyım ben
Dört kapılı yüreğinde bir gül olmalıyım
Bir kapı kapansa öbürüne koşarım
Ben!
Kapının önünde bir gül olmalıyım
Rengini bilemediğimiz
Gecelerce ne renk açacak diye beklediğimiz
Belki budur bizim bebeğimiz……….
Dediğince mutluluk çok uzakta olmamalı
Mutlaka görüp dokunabileceğim bir yere dikilmeli sevda çiçeğimiz….
Hayat terazisi bir kez olsun bizden yana çeksin bu sabah
Bir gülün üzerine yürek koydum sanırsın ey maşuk
Yüzündeki şebnemlere baksana
Çiy sandıkların senden düşen bendir...........................



Esnaf Lokantası

Akşam yemeğini dışarıda yiyelim dedi adam..
Gülümsedi kadın ona.Yokuşa gidelim dedi heyecanla.
Konuşurken sesimizi duyabileceğimiz bir lokantaya gidelim dedi adam.
Gelirken bana nergis al dedi kadın.
Tamam. Sen de yanıma otur ama. Bazen bacakların bacaklarıma değsin dedi adam.
Ellerin de ellerime dedi kadın.
Sende bana şarkı söyle o zaman kısık sesle dedi adam.
Pilav yeriz, köfte, turşu, kuru diye peşi sıra yükseldi sesleri.....
Birlikte gülümsediler.
Ya Ezogelinnnnnnnn dedi adam.
Dükkan senin dedi kadın.
Çıkışta kitap alır gibi yaparız, şiirler okur kaçarız dükkanlardan diye ekledi.
Gülümsedi adam.
Sen sonra tatlı da istersin!
Züngül yeriz dedi muzipçe gülerek kadın..
Bakırcılara da bakarız dedi heyecanla, mum alırız akşama yakmak için çaldığımız mısraların hatırına diye ekledi..

Akşam oldu.
Lokantadan içeri girecekleri an da gördüler......

marcriboud1998

Sen ardını dönsende bana
Ben buradayım
Açılsam da, saçılsam da gözün görmez beni sansam da
Yok! Birim ben hep aklındayım...
Ardını dönme bana
O kuyruğu birbirine değmez sandığın tilkiler var ya
Akılının ta içindeki
İşte onların nefes payıyım ben
Duran bir saat mesafesinde bizim aşkımız
Takvimi şaşırmış zamanların eksiltemediği
Kalemlerin üzerine küçük notlar alamadığı
Dudak payı bırakılmış bardakların
Belinden kırılıp söndürülmüş sigaraların
Ahıdır
O yüzünde kalan ince çizgiler
Hüznünden damlayan gülümsemem olsun....


Fotoğraf: Marc Ribound

Sayfasına uğradığımda vurulduğum fotoğraf için Karakalem'e
teşekkürler..




Kitapsız Gitmeyeceğim


Artık benim de bir kitabım var. Kitapsız gitmeyeceğim bu dünyadan. Bir Temel Bilim kitabına üç bölüm yazdım. Kocaman bir kitapta, üstelik kendi dilimde yazdım. Bir sürü çocuk kim bilir ne beddualar savuracak bana, belki de dua. Bazısı kelimelerime âşık olacak. Bir sınav sorusunda satırlarım aranacak. Bir kitabın bölümüyüm artık. Toplayın, çarpın, bölün beni. İsterseniz meydanlarda yakın. Ne yaparsanız yapın.. Yırtsanız da, yaksanız da o sayfalara kazıdım zihnimi. Yazıldı bir kere. Ben kelimelere döküldüm, sel oldum cümlelerde.

Çocukluğumu ve gençliğimi yollarına savurduğum okul anıları sımsıkı sardı ince belimi bu sabah. Yüreğim kaynayan bir çaydanlık gibi. Göz yaşlarım buhar... Ey yollar! Ağaçlar! Çiçekler! Böcekler.. Çocukluğumu çantama sakladım. Acıkınca açlığımı bastırsın diye elma gibi yiyeceğim onu. Elma kurtlarını temizledim hayatımdan. Kimse alamaz benden gülümsememi. Vitamini kabuğunda olan bir yaşamı, lahana haplarıyla örselemeyeceğim. Hala öğrenciyim: Bir hayat öğrencisi. Gün denen kitabın sayfalarını çevireceğim bir bir. Giyineceğim kendimi. Saçlarımı da açtım mı tamamdır. Saçlarım savrulurken hayata azad ederim aşklarımı bir bir.Bilirim artık, o aşk kırgını kadın havalarını taşımaz bu yollar. Saçlarımı kestim nasıl olsa…

Hayat! Ben sana soyundum. Zamandan kaçırdım kendimi, sana sakladım. Senden kaçtım, zamanda bozdurdum günlerimi. Şimdi bir kitaba hapsettim gençliğimi. Kitapsız ölmeyeceğim artık.

İşte yine güne başlama merdiveninin önünde duruyorum. Az kahrımı çekmedin sen merdiven. Bazen çıkmayacağım basamakları diye direndim. Bazen paldur, küldür acele ile yaranıp, berelendim. Ne dertler, ne aşklar dinledin. Türkülere boğdum seni, bazen göz yaşlarımla yıkadım. Kaderimiz bahara çaldı bazen. Sen arşınlanırken, ben sorguya çekildim. Sen terk edildiğinde, ben seviştim. Ah! Merdiven.. Zamanı mıdır şimdi çocukluktan gitmenin. Oğlumla seni tırmanacağız bir gün. Yeniden başka bir mevsimde çocuk olacağım ben.....

Basamaklarına çok anı bıraktım merdiven. Takılıp düşenler hesabını benden sorsun. Beni anmadan gitmesinler.

Ama alacaklarım daha bitmedi ki.. Daha bugün yeni başlıyor değil mi?


Merec-el Bahreyn*




aramızda görünmez sınırlar var
oysa ikimizi de saran aynı gökyüzü
aradaki tek fark
seni bulutla, beni karla kucaklar O
öyle bir an gelir ki
gökyüzünden ayırırız kendimizi
işte o zaman ufuk ufuk geliriz birbirimize
olduğum yerden sen bana ufuk
olduğun yerden ben sana
kavuşma diyorlar bekleyişimize
aşk bizimkisi
hem kavuş, hem kavuşma
sıra dağlar arasında
yolunu şaşırmış elektirik direği gibi kalma oralarda
bahar gelince kar gider
bulut gider
işte o vakit korkarım
senin gönlün benden geçer

Fotoğraf: Özgür Çakır



* Şiir asi bir duruş
Dizelerime göz yaşından kelimler çizsem gelip yıkanır mısınız?
Her kelimeye bir düş bıraktım,
Her dizeye bir anı
Gelip geçerken selam veren de, vermeyen de bazı hecelerde takıldı kaldı.
Bazılarınız düştü canı yandı
Bazılarınız eksik tamamladı hem kendinde, hem bende..
Şiir bahara tutundu bugün
Bahar bayramınız kutlu olsun
Yüreğinize baharı yazdım..
Dünya şiir gününüz kutlu olsun




Kağıttan Gemiler


Yağmur yağıyor..
Neredesin Arap kızı?
Sizin evin penceresi nerede?
Bu seller var ya..
Sen camdan bakasın diye akıyor!


Senin yağmurundan sebepleneceğim bende. Yağmur şıp şıp yağmaya başlayınca ben lastik çizmemi giyip sokağa çıkacağım. Bulduğum bütün su birikintilerinin içine hoplayacağım. Üstüm, başım ıslanacak. Her daim soğuk olan ayaklarım daha da soğuyacak. Çizmelerimin içine su dolacak. Ayaklarım gemisini terk etmeyen kaptan olarak suda boğulacak. Yağmur bana yağacak Arap kızı. Yok bu sana meydan okuma değil ne haddime! Ben sıradan bir kızım. Yağmur, bana ancak yoldaş olur. Ciğerlerim yanıyor be Arap kızı. Sevgili sağır sultan olmuş, cimri diye bana gönül koymuş. Aşkın ölçüsü olur mu be Arap kızı? Sorguladığım sevda olsa içim yanmaz. Sorguladığım yalnızlığım. Neşesini kaçırmışım, çünkü sadece onun sevgiyle var olmaya çalışmışım. Üretken sevdayı ölçmeye kalkıp akıl karıştırmışım. Sadece onunla olmak istedim be Arap kızı. Senin yağmurunun ölçüsü var mı?

Hayat başka ıslanır bu coğrafyada Arap kızı yağmurlarında. Evlerin alt katını su basar. Sahipsiz mezarlar nasiplenir. Tarla, bağ, bahçe başakların aşkıyla alevlenir. İşte, Arap kızı tüm bunlar için çık şu pencereye. Kaç kız için yakılmış bir çocuk şarkısı. Sen mahallenin peri kızı. Hadi be Arap kızı..

Çocuk olmayı çok seviyorum. Belki de bu nedenle çocukluğumu cebimde taşıyorum. İstediğimde çocuk elbiselerimi giyiyorum ve suya dalıyorum.

Yağmur..
Çocukluğum..
ve kağıttan gemiler..

Çocukluğum! Kulağıma kirazdan küpe yaptığım zamanlar. Fırıncının çırağına aşığım o zamanlar. Deri ceket giyerdi Asım. Motor kullanan tek erkekti. Saçları Travolta biçimi. Sürekli clark bakışlar. Mahallenin Fahriye ablası aslında Asım. O bizim fırıncının çırağı. Aslında tüm kadınların aşkı o! Sadece fırıncının çırağı. Kadınlar onu, o ekmeyi isterdi. Ekmek kokusuna karışan aşk kokusuna kim dayanabilirdi. Asım bir gün atladı motoruna gitti. Uzak bir memlekette çalışmaya. Ardında bir dolu yağmur gözlü kadın bıraktı. O günden sonra furun zarar etmeye başladı. Bir akşam yandı, bitti, kül oldu. Günah ve yasakların belletildiği zamanlardan uzak günlerdi çocukluk. Asım'a aşık kadınların iç acısıydı belki yangın diye düşündüm. Ne yazık ki Asım bunu hiç bilmedi. Yanınca küllerinden yeniden doğar mıudu ki aşk?

Çocukluğun en keyili yanı özgürce düşünmekti. Birde eyleme geçmek için erişce planlar kurmamaktı. O dönemde en sevdiğim şey çikolataydı. Mahallede çikolata satan tek dükkanının vitrinine dayardım burnumu. Sırayla Ahmet, Mehmet, Süreyya'ya bakardım. Onlardı benim aşklarım. Fındıklı, bademli ve portakallı. Ama illa ki acı çikolata olmalıydı! Gel derdi bir ses bana. Hayal mi, gerçek mi ayırt edemediğim çoğu zaman. Al bir tane ye derdi Rum sahibi dükkanın. Öyle güzel konuşurdu ki, eski siyah beyaz resimler gibi. Mutluluktu hayat. Hayat çikolataydı o zamanlar.. O bana çikolata verir, ben ona masalalr, şarkılar söylerdim. Hesaplı bir alış veriş olurdu bizimkisi..

Seyyare Hanım vardı sonra.. Ne güzel kadındı. Gösterip de vermeyenlerdenmiş. Hiç evlenmemiş. Rivayete göre bir solcu çocuğu sevmiş. Hani şu yeşil parka giyenlerden. Delikan yani. Şiir okuyan, türkü söyleyen, gözleri hep ufka bakan kıvırcık saçlı bir genci sevmiş. Sonu hiç güneşli biten bir aşk gördün mü sen yağmur? Bu öyküde de delikanlı alıp başını gitmiş başka dünyalara. Ondan sonra kimseyi sevmemiş Seyyare. Kimsenin kadını olmamış. Kimseye akmamış duru duru. Çok güzel kadındı. Bir bakan, bir daha bakardı! Yağmur gibi kadındı. Yüreklere düşünce ondan feryatlar, ferhat ederdi adamı. Ahhhhhhhhhhhhhhh! Yağmur bu ne zaman, kime, ne kadar yağacağı belli mi olur? Ah! Aşk yağmur mudur? Aşk bereket olsa ne olur. Aşk sel olsa ne olur. Aşk her koşulda adamı vurur. Döner döner bir daha vurur.

Çocukluk.. Kimse bizi, biz kimseyi aldatmamışken, eski zamana dair özlemler yaşamamışken... Ne ayyaş, ne berduş, ne de umutsuz olmamışken. Çocukluk.. İşte o çocukluk günlerinden anımsadığım en güzel şeydir kağıttan gemiler. Bu yüzyılın son çeyreğinde doğdum ben. Seksenli yılların örselenmişliğini yüreğime sermaye etmeden mahalledeki yağmur göllerinde gemiler yüzdürdüm. Otuz üçüncü yazımı sürerken ömrümün, hala ne zaman bir yağmurdan göl görsem içine dalıyorum. Büyümek böyle bir şey galiba. Geçmişi, şimdiye getirmek. Dün küçük küçük gemiler yaptım elişi kağıdından. Mavi, kırmızı, turuncu, sarı.. Ama en has gemi, gazete kağıdından olandı.
Penceresine Ekmek Bandığım Ev varya hani ikinci işim; işte oraya doğru yola koyulurken bir yağmur gölü gördüm. Sağa çektim Limon’u (sarı araba!), açtım Duygu Can’ı (radyo) sonuna kadar.. Gemilerimi yüzdürdüm!

Önce sarı olan.. Onu cennette gönderdim. Sarı ayrılık değildir. Yüreğimdesin bitanem. Gemiler zihnimde. Hangi limanda kalırsa kalsın o gemi benimle. Işık kardeşim, yüreğim dedem. Simitçi diye yürekten bağırıyor çocuk. Ben hepimiz içinde yiyeceğim simit! Susamları işaret parmağımla toplayacağım. Pazara gideceğim. Dedeme el sallayacağım. Badem şekeri yiyeceğim. Dedem! Kardeşim! Sarı gemiler giderken sahilden el salarlım ben cennete. Dedem ve kardeşim el ele gezerken cennete.

Şimdi kırmızı gemi elimde. Hayallerim, aşklarım, işim. Kırmızı yüreğim. Kadınlığım! Yalın ayak yola çıkmış bir kadınım. Yüreğim kırmızı. Yüreğim gelincik. Ah! İşte serde hep aynı türkü. Durur gelincik rüzgara karşı. Hep tek başına! Uzaklara gideceğim. Gittiğimden de uzaklara gideceğim. Gidilecek hep bir yerler vardır. Bu zihni evcilleştireceğim bi coğrafya mutlaka vardır. Şimdi yine bulutlar yağmaya hazırlanıyor. Gemi yüzdürme zamanı. Sırada kırmızı gemi var..

Kağıttan bir gemiye yazdım sevdamın adını. Gözlerimden süzülen yaşlar doğrudur sensin. Akıp gidiyorsun tutamıyorum. Sandığın gibi kaderi yönetseydim, bu gemide kürek mahkumu olmazdım. Kuralsız yaşamının, kuralıyım. Aşkım! Ya söz ver birlikte ölelim, ya da yol ver uzağa gideyim..

Arap kızı.. Şşşşşşşşittttttt Arap kızı! Yüreğimin ince sızısı. Çık cama. Çocukluğumdan kalma bir türkü daha. İşte gemiler. Kalkarken bu sahilden. İşte bir düş kurdum. Kulağına fısıldadım. Elini koy boynunu. İşte her şey orada. Soludukça hava dertlenme. Her mevsim gemiler yüzer. Yağmur yağdıkça.


Yeter ki sen ıslanmasını bil!




Fotograf: Özgür ÇAKIR

ETME!

Hayata nasıl bakarsan öyle görürsün!



Zannettiğin nesne yok bu resimde.
Hayatta böyle bir şey işte.
Ne tarafından bakarsan, onu görüyorsun.

Ben gibi bedeni iplemeyen tipler ancak bu tür serzenişlerle kendine gelir.
Kendimden gittim mi ki geleyim?
Kendimden gittiysem geldim mi?
Bilmiyorum!
Bilmediğimi nereden biliyorum?
Bu bendeki yorgunluk sadece kafa yorgunluğu değil
En değerli mal varlığıma nasıl baktığıma bak?
Ben bedeni ve zihni ikiye ayırdım
İkisini birer kol saati yaptım
Birini sağıma, öbürünü soluma astım
Aynı anda kurdum..
Biri akrep, diğeri yelkovan oldu
Biri güneş oldu, biri ay
Aynı yörüngenin başka gezegenleri değil onlar..
Bir an gelecek yarı çapları sıfır olacak kavuşacaklar..

Bedenim ve aklım..

Sen ve ben..


Anlamadığım nedir bu bölünmüşlük? Bizden kopan sen ve ben.



33 KÖY, 3003 ÇOCUK İÇİN EL ELE KAMPANYASI

Bir Çocuğun Elindeki Kalem Olabilirsiniz!



Mevlana-Etme-YilmazErdogan
Yükleyen roknorinto

Teninle Konuşmak


Başka bir gün.. Başka bir sabah..

Bomboş bir sokak. Binalar sessiz, yollar sessiz, çimen, ot, ağaç sessiz. Demokrasi neferi bizim sokak lambası yine zamansız yanmakta.

Uyuyan güzel bu şehir. Deliksiz uyusun diye dua edilen bir bebek sanki. Tüm ninniler söylenmiş. Ninnilerin yerine, şehir şarkıları gelmiş.

Tüm sevdalar yaşanmış. Sevdalar yıkanmış, çamaşır ipine asılmış. Uyanınca, elbise yerine sevdaları giyecek insanlar bu ipten alıp. İpten dönen hayatlar onlar. Ölü yaşamlara yürek olan yeni sevdalar. Belki hiç biri gerçek değil. Sadece sığınmak. Sadece yaşama dokunmak. Belki sadece eski zamandan bir ele yapışmak zamanı.

O zaman bu sabah mı?

Yalın ayak gezen bir kadın benim şehrimde sabah. Ayakları yara bere içinde. Kadının ayağına çorap lazım. Olmadı onu kucaklamak lazım. Kadını saracak bir sevda lazım. Sevdadan kanayan ayaklara merhem olmak lazım.

Dışarıda hoyrat bir rüzgar dolanmakta. Kadın, rüzgara karşı durur. Yüreğine rüzgar dolar. İçine gökyüzünün dolmasına alışık kadın, rüzgara diklenir. Rüzgar, aşk gibi tutar sabahın elinden. Sabah tutar, kadının elinden. Rüzgar, şehir ve kadın.. Sevda hangisinde başlayıp biter? Beklenen ne? Özlenen kim? Rüzgar temizler aşk yorgunu yürekleri. Kadın düşünür; terk edilmiş ve yaşanmamış sevdalar kim bilir hangi bedende dün gece temize çekildi. Sadakat kemerleri kime çözüldü? Beden pazarında, kaç yalan aşk tüketildi? Değerinden eksiğine bozdurulmuş düşler sardı şehri. Oysa bedenler değildi fahişe olan. Bize kurmamız söylenen düşler bedensizdi. Kendimize beden ettik bu şehrin sokaklarını. Ruhumuza dar geldikçe şehir, isyan ettik. Oysa zihnimize beden edeceğimiz fahişe değildi bu şehrin sokakları. Düşlerimizi sattık. Kendimiz aldattık. İşte o an da çıplak kaldık.

Sabah.. Sadece güneşin ön yüzü. Yüzüne yağmur sandığım perçemler düşmüş. Usulca elimi uzattım perdeye. Kalsın perçemler diye direndi sabah. Yüzünü açmak istemedi. Üstelemedim bende. Yarı gecede sevgilisinden ayrılmış aşık gibi dolanıyorum evin içinde. İçim yanıyor. Yangını yağan yağmur söndürür diye umutlanıyorum. Ama o da fayda etmiyor. Perdenin arsından şehre bakıyorum...
Şehrin yüreği acıyor sanki. Derin iç çekişlerde rüzgar. Yarı beline kadar eğilmiş ağaçlar, selam duruyor zorba bir mevsime. Yağmur bir başka yağıyor bu sabah. Bu önceki yağışlara pek benzemiyor. Sanki biri gelmiş, bütün gökyüzünü silmiş. En büyük türbe gitmiş. Yok! Tüm günahlar akıyor üzerimize. Toprak, su kusuyor. Yeter doydum dedikçe, tokat tokat yağıyor yağmur.
Sesler bedenimi incitiyor.
Üşüyorum.
Sende saklanmak istiyorum..
Bir şarkı mırıldanmaya başlıyorum.......................................................




Zarif Bir Sabah

Bir şarkı dinledim
Hep aynı melodinin çevresinde dönen
Notaları bir plağın içine sıkıştırmak bu işte!
Tıpkı insanları gün içine hapsetmek gibi
Topraktan çiçekleri koparıp vazoya koymak gibi
Yaşanmışlıkları kareleyip fotoğraf diye duvara asmak belki



Sende dinle istedim turkuaz bir günden damlayan pembe düşleri
Sordundu bir kez bana düşlerin ne renk senin diye
Ben de uzun zamandır hiç düş görmedim dedimdi sana
Durup bakmıştın bana uzun uzun
Umarsızca gülümsemiştin sonra
Bir avazda ağzından dökülmüştü kelimeler
Görünmez düşlerin var senin
Gel birlikte boyayalım onları
Renklerle gün yüzüne çıksın sende saklı olanlar
Sende saklanmış olan yaralarımı boyasam
Sana geliş yolum olsa renkler
Mavi gelsem sana..
Özgür!
Pembe gelsem sana..
Ezber düşlerin panjuru!
Kırmızı gelsem sana
Gelincik!
Göremediğim, bilmediğim renklerle gelsem
Sevi, sevi…
Sana gelecek renklerim olsun umut gibi…

Dediklerin renklendi zihnimde
Ben dinle istedim!
Sadece bir nefeste…
Dinle!






Oren Lavie - Her Morning Elegance
Yükleyen IgnitionVM

Sürek Avı


Beden ve zihin ayrıldılar birbirlerinden. Şimdi av zamanı. Gözlerini kendin bağladın. Kör dolandın. “Görmeyen göze bir şey gösterilemez” diye avaz avaz bağırdın. Gözünü kendin bağladın. Yüreğini sen kapadın. Gönül gözüne dayandı, ona da kapı çarptın. Dokunamadı sana gözyaşın. Şimdi gerçekle tutuklandın. Hesap vereceksin yürek. Tutuklu yürek hesap verecek. Şimdi sorgu zamanı. Kurulacak zihnin mahkemesi. Saldık seni yürek. Başladı sürek avı!

Kaçan kim! Kovalayan ne? Artık soru sorma sırası zihinde. Başladı sürek avı. Zihnim iki koca blog. Sağ sessiz fırtına, sol romantik aşık. İki yar arasına sıkışmış bir nehir gibi ak bakalım yürek. Kalyon yaptın sulkusları*, gyrusları*. Bu sana yetmez ki. Zihin ki attı seni bir tümör gibi. Söktü attı seni. Şimdi sadece izin kaldı. İzin acıttı yürek.

Yok öyle kelime oyunlarınla beni vuramazsın. Sözlerle dansın seninle kalsın. Şimdiye dek söylenmemiş kancık kelimeler vuracak diline. Söyle söyle.. Söylediklerinden kahpeler ayıklanacak, gerçek olanlar kalacak. Hesap verecek yürek. Hesabın, bir soluk zamanında kesilecek. Şahadet getir! Şahadet getir! Topu topu dört odacıkken yürek onca hesabı nasıl yüklenecek. Her şeyi tek başına mı yaptı yürek. Şahadet getir. Bari bir kez gözlerini aç be yürek..

Sürgün edileceksin! Soljenitsin yazsın seni.. İvan Denisoviç Bir Günü gibi okun. Sürgünde karnın doyunca, başının altında bir yastık bulunca sandın kendini darı ambarında. Aç tavuk! Ya sen işte bu kadar açsın tamam mı? Bu kadar sevilmemişsin. Bu kadar görülmemişsin. Bir söze, bir dokunuşa hasret edilmişsin. Aslında görünmezmişsin..

İşte sen bu sanrılarla kıvranırken, zihnin sürek avı başlayacak.
Bu sürekte av da, avcı da zihin olacak.
Vurucu darbe sözlerden öte olacak.
Git bul seni tümleyecek ve tanımlayacak olanı.
Git bul seninle tamamlanacak olanı.
Sen!
Çok uzaklardan yürüyensin.
Az soluklan burada.
Yine gidersin.
Sensiz gel şimdi!
Hadi gel..
Gel!

* Beynin içindeki girinti ve çıkıntılar

Giderayak Bir Şarkı..................


ağladım sabah gelirken işe gelirken
bir şarkı dinledim
bizi düşündüm............................

sana kahvaltı hazırladığımı düşündüm
masada sadece kızarmış ekmek ve bal vardı
zengin sofraların alınmayan tadıydı sevgimiz

çay demlediğimi düşündüm sana
dibi az kireç tutmuş çaydanlığa baktım
kaç gecenin izi vardı onda
suyla durulanan sabahlar dokundu tenime
o şarkıyı mırıldandım sana
güneşte demledim çayını
yüreğimden süzdüm
koydum ince belliye
bir şeker attım içine
diğerini koydum yanına
kıtlama içmek var serde
yaşamın tadını usul usul almak gerek dedim kendi kendime

saçlarıma dokundum birden
ruhumun kozasıydı saçlarım
savrulmuş bir hayatın girzgahıydı aklar
saydıydık seninle bir bir onları
gökyüzünden yıldız tutar gibi
"kadın oluyorsun" demiştin bana
sarılmıştın usulca

içim tiredi birden
sanki yüreğim iki değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesi
seninle, sensizliği hissedince
elimden kayıp gitti ekmek
nimeti yere düşürdüm derken
çıplak ayaklarım karşıladı beni
annemin sesi çınladı kulaklarımda o anda
"bozkırın kızı! ayağına kenger batmayasıca hasta olacaksın.."
hüzünlü bir gülümseme kapladı yüzümü
annemi özledim
sarmak istedim ayaklarımı birden
yalın ayak gezen ruhumdu aslında
onu örtmek istemedim
döndüm o an gülüsedim sana
yataktan bana bakıyordun
yüreğin vurmuştu yüzüne
düş'tüm yüreğine
aynaya bakarcasına
ömrümün tüm sabahlarını böyle yaşayacağımı düşünürken...
başka bir sabaha uyandığımı fark ettim

kelimelerle gözyaşı çizilir mi?
ben çizdim hece hece
seni bıraktım satırlara kendimi yine yola vururken
anılardan merdiven yaptım..
okuyanlar takılsın istedim bir bir..
durdukları her noktada bir sevda bıraksınlar
anımsamak duadır
tıpkı eksik kalanları tamamlamak için yazılan bu yazı gibi
herkes kendi duasında seslenir
tıpkı kendi dilinde sevdiği gibi

Tıpkı bu şarkıyla benim seni bi daha sevdiğim gibi....


Asiye Belki Kurtulur! (mu?)

Hemen her gün pek çok şey okuyorum. Sonra ardımı dönüp gidiyorum. Aslında gitmiyorum. Okuduğum her kelime bilişsel süreçlerimi etkiliyor ve beni biçimlendiriyor. Bu biçimleniş sanırım beni anarşist yapıyor. Yaşamak zaten anarşistçe bir şey. Var oluşunu sürdürmeye çalışıyorsun çünkü. Bu kadar çok alternatif içinde tek tip, bu kadar güçlüyken hep savunma halinde, bu kadar kalabalık içindeyken hep yalnız oluşumun nedeni de bu galiba. Kendi içsel devinimlerimle baş etmeye çalışıyorum. Beden yorulmadığında ve hareketsizlik olduğunda içimdeki o anarşist ruh şaha kalkıyor. Şahlanan bir duygulanımı kim dizginleyebilir? Ben henüz bunu başaramadım.

İnsanlardan uzaklaştıkça tek düzelik ve bencillik artıyor. Buna yeni dünya düzeni bireyselleşme dese de hareketsizlik beni boğuyor. Bu boğucu düzene baş kaldırmaya aşk da tek başına direnemiyor. Öyle olunca da Kays’a özeniyor insan. Kör oluyor. Aşkın bile karasını seçiyor. İçe dönüyor. Bildiğinizce kara sevdalar biraz da kapalı mekanları sever. Uykusuz geceleri. Takılıp kalmamak gerek bir şeylere diye düşünüyorum kendimce. Dolap beygiri gibi dönüyorum. Dönen dünya mı yoksa ben mi bilmiyorum. İnsan ve arayışları başlıklı bir kitap mı yazsam ne yapsam…

Sıradan serzenişler bunlar. Hemen hepimiz, her gün yakınlarımıza bu düşüncelerimizi aktarıyoruz. Hayat terazisi her gün başka çekiyor. Yaman çelişkilerle dünya dönmeye devam ediyor.

Düşünüyorum..
Asiye’yi düşünüyorum bu gün..

Sınanmak dedikleri böyle bir şey galiba. Asiye olmak! Ne zaman bir tercih yapmam gerekse Bruidan’ın eşeği gibi hissediyorum kendimi. Ellerime bakıyorum. Hayatın sırrı atasözlerinde gizli biliyorum. Beş parmağın beşi de bir hangisini kessen acımaz ki diyorum. Seçemiyorum.

Asiye ne yapsın peki?

Asiye’nin 3 kızı var. Üçü de böbrek hastası. Ama Asiye’nin sadece 2 böbreği var. Birini kendi soluğu için saklayacak, peki ya diğerini ne yapacak? Canına yandığımın böbreği üçe bölünmez ki? Süzdüğü sanki dünyanın yükü minicik böreğin. Asiye’nin yüreciği böbreklerinde atıyor şimdi. Bir tek böbreğini hangi canına verecek?



Ellerime bakıyorum hangi parmağımı keseceğimi bilemiyorum.

Asiye Gürkan’ın yaşadıkları belgesel haline getirildi ve Dünya Böbrek Günü etkinlikleri kapsamında önceki gün Akdeniz Üniversitesi’nde yayınlandı. Kendi dramını izleyen ve çok duygulanan anne, böbreğini kızlarından birine vermek istiyor. Ancak onu çok zor bir tercih bekliyor. Doktorlar, anneden alınacak olan böbreği en küçük çocuğa vermekten yana. Peki ya Asiye?

İşte o anda kul sıkışınca Hızır yetişir ya! Üç yaşında hayat oyununu bırakan bir çocuğun organlarını bağışlıyor ailesi. Asiye’nin kızlarından birisi için ömür yolu yeniden açılıyor. Umutlar yeniden kadimleşiyor.

Peki ya diğer nakil bekleyen canlar? Asiye’nin sorunu çözülmüyor ki? Böbreğini hangi evladına verecek!

Organ nakli konusu ülkemizin kanayan yaralarından birisidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da bir sağlık politikamız bulunmamaktadır. Asiye rüyaya yatacak bir yol gösterilecek ona. Ama Asiye gidebilecek mi Kılivland’a (inadına Türkçe yazacağım!)

Ateş neden hep düştüğü yeri yakar? Yanmadan önce neden yanılmaz… Şimdi gelde Darwin‘e hak verme? İllaki güçlü olan mı bu dünya da kalacak?

İşte bu noktada içimden geçen şey ey halkım ölmeden ölünüz. Ölünüz ki gerçeği görünüz… Aradığınız gerçeğe göre değer biçerim çünkü size..

23 Marta kadar eyvallah.
Anladığınız üzere uzağa gidiyorum.
Allah soluk verirse görüşürüz…
O vakte kadar kendinize iyi bakın!

Med-Cezir


Biraz kabuğuma çekildim
Belki de o kabuğu kırmak istedim
Olmadı !

Fark ettim ki
Bir med-cezir manzarasıyım senin için
Gelişim ezber bozduran
Gidişim kalıntılar bırakan

Ben! med-cezir……………….

Ben! gelen ve giden………………

Ben! kalamayan……………………….

Ben! hiç bir zaman sana kendim gelememişim

Sandım ki beni, sana getiren aramızdaki çekimmiş
Yanılmışım!
Bizi kavuşturan Ay‘mış

Senin sahiden sevdiğin oymuş
Ondan gayrısı suret……………………….

göz yaşlarımıza yağmur diyorlar..

düş bozan şimşeklerin haykırışında
siyahı gireriz gecelerce
üryanlığımızda yürür kelimeler hece hece
faili meçhul gecelerin mahur bestesidir soluğumuz
aralarız üstü örtülü yalnızlığımızı tümlenince
aldanmışların adanmışlıklarından kaçarız
saklanırız birbirimizde
sahici yağmurlarda ıslanız
sahiden sevmek için
şimdi anladın mı nedendir
göz yaşlarımıza yağmur dediklerini..

Anlatamadıklarım



Siyah beyaz bir hayatın hangi karesine baksan gördüğün tek bir şey vardır
Siyah ve beyaz
Sen hangi renksin?
Peki ya ben?

Öylesine geldimdi sana..
Sözler getirdi beni sana
Bir salıncağa bindimdi sanki..
İşte çalıkuşu misali..

Düştüm senle
Düş!

Masallara inandımdı yeniden
Gece 12′yi vurduktan sonra da mutlu olsun istedimdi Külkedisi
Balkabağı sadece, tatlı bir yiyecek olarak kalsaydı..

Kays’ın gözleri açılmaz bilirim!
Açılsa görür mü sence?
Görse, bu onun ne işine yarar ki?
Yitik sevdasıyla, gönül gözü kör olan hangi duyusuyla görür sahtekar dünyayı de bana..
Eğimine yandığımın dünyası oyalar beni..
Ben içimden ona bakarım
Ne kadardır var bu yalnızlık hissi, bilmiyorum.
Bildiğim tek şey sözlerde kaybolmuş olduğumdur.
Globalleşen dünyada, cool’laşan duygularımın erittiği bir yok oluşun içinde dönüp duruyorum.
Herkes kendi arayışlarının peşinde koşar.
Ben sadece gidiyorum!
Bu sefer kendimden de gidiyorum…

Bana yalan söylediler
Kaderden bahsetmediler

Diye serzenişte bulunuyor şarkıcı
Sanki bilseydim kaderimi, böyle yaşamayacak mıydım?

İçi acırken insanın, en iyi giden şey biberli çikolatadır
Böylece her tatlının içinde bir acı olduğunu öğrenir insan..

Bu arada magnum biberli neden krize kurban gitti bilen varsa söylesin. Hiç bir yerde bulamıyorum!

MİTLEŞEN SEVGİLİ




Havada inci soğukluğu.
Kar, yürek kaydırmaca oynuyor.
Yürek acıyor, yüz düşüyor.
Bu gibi durumlarda en çok zihin üşüyor.
Sevdiğinden ses bekleyenlerin iç sesi kısılıyor.
Oysa Hayat Devam Ediyor.


Nasıl güzel bir diziydi anımsayanlara..
Pazar sabahları televizyon karşısına geçip, aile üyelerinin başına gelenleri izlerdik. Down sendromlu bir ergenin de birey olduğunu, kendine ait bir hayatı olabileceğini o günlerde kavramıştım.
......ve herkesin hayatının bir film olduğunu



En çok ne zaman birisi için önemli olmayı isteriz?
Ya da en çok birisi tarafından önemsenmeye gerçekten ne zaman ihtiyacımız vardır?


Dikkat edin aynı şeyi sormadım. İki soruda taşıdığı anlam açısından, ya da benim onlara yüklediğim anlamlar açısından farklı. Aralarında derin farklar var.

Derin farklar genellikle bir yorgunluk dalgasının ardından, manik gidişler ve geri gelemeyişlere benzer bir durum olarak çıkar karşımıza. Böyle durumlarda, yani manik olduğumuz zaman kendimi iyi hissederiz. Fonda güler yüzümüz, insanları eğlendiren bir silüyet vardır. Evet sadece silüyetimiz vardır. Çünkü benliğimiz, içimizde bizi kemiren yok oluş dalgasıyla içten içe savaşmaktadır. Bu savaşın en temel nedeni: O bildik, tanıdık insanın elini ayağını bağlayan, bir şeyler yapmasına engel olan, bir türlü isimlendirilemeyen ağrının geri gelmesin diyedir. Ağrının içini siz doldurun. Herkesin ağrısı başka çünkü. Her ağrının tedavisi ve ilacı da başka. Ayrıca, deneyimlerime göre ağrı yok, ağrıyan var. Ağrıtanı hiç hesaba katmayacağım. Denklem yoksa çözülmüyor..

Bir manik halin en güzel tarafı bulaşıcı olmasıdır. Siz gülersiniz, insanlar güler. Siz insanlara gülersiniz onlar bunu fark etmez. Siz kendinize gülersiniz, onlar bunu da fark etmez. Tüm bu aymazlıkları fark ettikçe daha çok gülersiniz. İnsanlar sizi neşeli ve keyifli biri olarak algılar. Size yaklaşır, sizinle olmaya çalışırlar. Daha çok gülersiniz. Bir süre sonra gülme asıl işlevini yitirir ve sizin işiniz haline gelir. Artık insanları güldürmek için gülersiniz.

Siz hala insanlara gülerken, bir süre sonra insanlar kendilerine gülmeye başlar. İnsanlar kendilerini sorgulamaya başladıkları anda, işte o anda bildik hüzün dalgası çoktan gelmiştir size. Siz ortamdan çekilirsiniz, insanlar bu gidişi pek anlamlandıramaz. Çünkü tam size ihtiyaçları olduğu anda siz o bildik kabuğunuza girmişsinizdir. Ne işitir, ne görürü, ne de konuşursunuz. İnsanlardan uzak, tek kendinizle baş başa kaldığında mani, depresyon hepsi boştur. Derin hiçlik gidiş gelişlerinde öz arayışlarında boğulur durursunuz. İşte bu git ve geller arasında elinizde ne olduğunu kontrol edersin. Ve görünürde olan şey sadece mitler’ dir. Ama hangi mitler

En değerli mitler sevgililerdir. Çünkü, insan ancak sevgilisiz kaldığında manikleşir. Sözde en yalnız kaldığınız anda manikleşirsiniz. Bunun için mitleştirilen sevgililere çok ihtiyaç vardır. Çünkü maninin hakkından ancak böyle sevgililer gelir. Bir anda patlar yüzünüzde mitleşen sevgilinin ağırlığı. Siz maniden kurtulursunuz.

Peki maninin yerini ne alır? Burasını da siz yazın!


Masalımı Geri İstiyorum


Herkes masalların sonunu merak eder
Gökten yollanan elmalardan payına düşeni almak için


Masal yaşadım
Kendimden geçemedim
Birden öteye gidemedim
Ne masal oldum, ne de birinin masalı
Ne gökten birinin başına düştüm
Gökten benim başıma da sahiden hiç elma düşmedi…
Kaç tane benden var diye düşünüyorum şimdi…

İçinde gezindiğim masalları diziyorum yan yana
Kibritçi kızı
Hanseli
Pinokyo’yu
Ağlayan Nar’ı
Uzak diyarları


Kaç tane SEN var diyorum kendime
Söyle!
Kırılgan çocuk
Hınzır aşık
Eğimine yandığımın dünyası hüznünden eğilmiş
Kaldır başını
Gözlerin kamaştırsın dünyayı

Kendine güven zırhının altındaki çocuğa bi dokunsam
Tam yüreğine çerçeveledim kendimi diyorum
Ardıma dönüyorum yoksun
Tutsaklık değil ki sevda
Bunu neden bilmiyorsun?

Musa’nın yüreğine, Yaratıcı’nın dokunduğu yerdeyim
SİNA’daYIM!
SEN’deyim..
Bildin mi ben kimim?

Yarı çocuk, yarı KADIN bir gülümseme yüzümde
Yalın ayak sana geliyorum
Yalın yürek bir tek sana geliyorum
Işığa doğru yol alıyorum
Sana geliyorum
Bekle..

Sakın başını öne eğme
Sendeki beni sakın düşürme..

Masalımı geri istiyorum..
Rüzgardan atına bin
Gel!
O gün ki gibi tut elimi
Gidelim…

Düşlerimi gerçeğe çevirensin
Artık SEN masalında bir varmış ama hep varmış diye yaşamak istiyorum..


Ne Kadar Gerçeğim

Gecenin körüne doğru yola çıkıyorum. Gecenin içindeki güneşe doğru tam gaz.. Uykusuz dördüncü gece. Üzerime yıldızlar yağıyor. Limon (sarı araba!) ve Uzağa Giden çok suskun. Duygu Can (Radyo!)’da beraber ve solo ağlayışlar, bir sürü ıvır zıvır.. Bizden uzak seslere ipotek koyma zamanı.. Rast gele bir cd alıyor Uzağa Giden. Yaşamda hiç bir şey tesadüf değildir. İşte elime ne gelirse diyor..

Zihnimin ilüzyonları gözlerime tuzaklar kurmuş. Aklım evim, uyku gelmeyen sevgilim olmuş. Oysa seni bu evde görmeyi ne kadar hayal ettiğimi bir bilsen! Geldiğinde kapıyı çalma. Hemen gir içeri. Sar beni en kuytunda. Yerle yeksan olan bir kadını kollarında canlandırsana. Uyku gelmeyen sevgilim.

Aklımda çınlayan tek bir cümle var şimdi: “Ne kadar gerçeğim!” Bir ayna bekliyorum şimdi geceden! Kendimi görmek istiyorum çünkü en gerçeğinde.. İşte o anda başlıyor müzik..

RUHUM!
Ne zaman geldin ruhum ?
Görmedim seni.


Uçaktan atlarken unuttum galiba.
Özledim ruhumu…
Sarıl bana ruhum
Ne olur sar beni.
Çığlıklar geçti üstümüzden
Bulutlar geçti.
Ve o gençlik günlerimizde
Sen ve biz.
Seni öldün sandım ruhum,
Biliyor musun ?
Sensiz yaşamaya alıştırdılar galiba.
Özledim ruhumu…”

YAŞAR KURT

Haykırdığım şarkılar.. Gecenin kuytusunda özlediğim ne var? Beklediğim ne var? Zihnime dokunan ne var?!!! Zihnime dokunan kim var? Beni derinden sarsan bir şey var. Bildiğim ama söyleyemediğim! İçimi canlandıran.. Bana dokunan.. Bana soluk aldığımı hissettiren bişey var. Ruhumdaki ölü ozan harekette! Gerçek miyim? Neyim ben?! Varoluş sorunsalından öte.. Cinsiyetten bağımsız. İNSAN! Değil.. Bir küçük kukla..

Şarkı başlar. Limon (sarı araba!) direksiyonu tutan Uzağa Giden’e bakar.. Yok der usulca.. Kukla diye fısıldar..

KUKLA
Kuklayım ben kukla
Annem giydirdi beni
Babam boyadı yüzümü
Öğretmenler doldurdu içimi
Her şeyi onlar öğretti
İşe ne zaman gideceğimi
Ne zaman işten çıkacağımı
Kaç paraya çalışacağımı
Onlar öğretti


Kuklayım ben, kuklayım!
Oyumu kime atacağımı
Akşam kaçta yatacağımı
Çişimi nereye yapacağımı
Ne zaman güleceğimi
Nereye gömüleceğimi
Onlar öğretti
Kuklayım ben, kuklayım!
İpimi çekersiniz, oynamaya başlarım
Düğmeme basarsınız, ağlatmayı becerirsiniz
Yalnız bir şeyi unuttu bunlar
Yalnız bir şeyi unuttu bunlar
İpler kimin elinde?
İpler kimin elinde?
İpler kimin elinde?
İpler kimin elinde?

Şarkı bitti. Gözlerinden uyku damlıyordu Uzağa Giden’in. Uyku! Direniyordu ama uyumamaya. Sanki uyumak hayattan çalmaktı.

Uzağa Giden Kadın ve Limon (sarı araba!) bir sonraki şarkıya doğru yol aldılar. Kim daha güzel söylerdi ki Dostum, Dostum’u Yaşar Kurt’tan başka…


yalın bir şarkı

İnsan kimsesizliğini en çok ne zaman hissediyor biliyor musun?
Yüreğinde taşıdığın çocukluk, boncuk boncuk ötelerden göz kırptığında
Galiba!
Dokunmak istiyorum çocukluğuma..

İlk kez bir kızla dans edecekmişim gibi uzattım elimi ona.
Gözlerimde yakalanma korkusu
Sanki baksam kızın gözlerine o süslü elbiselerden boğulmuş ruh sarılacak boynuma


Küçük bi kız bu
Yüzü nasıl bilmiyorum
Saçları kıvırcık mı, düz mü bilmiyorum
Düşlerimdeki kız bu mu sahi
Yoksa ben çağırdımda mı geldi
Bilmiyorum!


Çocuksu gülümsemesini hissediyorum
Bi büyü-sün diyorum içimden!
Büyü-sün!

O sanki benim, ben sanki onun
Kendimi ondan ayrı düşünemiyorum
Korkuyorum!
Kızın süslü elbiseleri sis gibi sarıyor ruhumuzu
Ben bakmadıkça ona, çocukluğum üzerime üzerime yürüyor..
Neden kimse usulca benim elimi tutmuyor!
Kız da ardını dönüp gidiyor
Renkli ışıkta sokağa savrulan baloncuklar gibi hayalde sönüp gidiyor
Gerçeğin soğuğu kalbime vuruyor.

Sanki bir filmin tek karesinde yaşıyorum.
Sınırları ne kadar kesin çizgilerle çizilmiş bu hayatın!
Varlık ve yokluk med-cezirinde
Ancak, ölükten sonra tüm kareler birleşecek sanıyorum
İşte ben “hayatımın filmini” o zaman seyredeceğim..
Biliyorum!
Başı yok, sonu yok ömrün..
Neden mi?
Söylesin şimdi biri bana
Annemin karnına düştüğüm ilk an mı başlar benim hayatım,
Yoksa annemin karnından çıkıp bağımsız ilk soluğumu aldığımda mı?
Soluğum kesildiğinde mi ölüyüm,
Yoksa gömülüp toprağa karıştığımda mı?
Sorular..
Sorular…
Cevapları benden sakınılmış, bir odaya saklanmış sorular.
Arıyorum!
Ama, doğru cevapları bir türlü bulamıyorum.
Sanki hep bir filmin arasındaymışım gibi yaşıyorum.
Bir türlü “filmin devamı başlıyor” uyarısı gelmiyor.
Öylece yaşayıp gidiyorum.
Belki de bu yüzden hiçbir yerde kalamıyorum
Hep gidiyorum…