Dünden Sonra Yarından Önce: Bugün!


Gecenin koynundan çıkmış yorgun bir beden en çok ne ister diye düşünerek yola koyuldum.
Uyuyamadım!
Yorganla savaştım durdum gece boyu, yastıktan düştüm..
En sonunda kendimi pencerenin önünde buldum..
Sigara yaktım bi tane yıllar yıllar sonra..
Sabahın kör karanlığında!
Yanan sigara, duman altı olan bir zihin!
***
Zihnimi boğan yüreğime baktım.
Bi sus diye azarladın onu..
Bi sus!
Bu bedenin polisi benim
Bi sus!
Taşıyamayacağım seni bugün.
Bi ipin ucunda sallan sen bugün..
Ağlar, zırla, bağır, çağır, kavga et benimle!
Duymayacağım seni..
Zihnime kaçtım ben!
Kendime geri geldim..
***
Giyindim.
Her zamankinden daha erken çıktım evden.
Kahvaltı etmedim..
Süte boğulmuş kahve bile içmedim..
Soğuk, ıssız bir şehir
Bomboş bir sokak
Sadece sokak kedileri
İstemsiz gülümsedim.
Kediler sezdi benim duygu durumumu elleşmediler..
Uzaktan selam vermekle yetindiler.
Demokrasi neferi lamba yerli yersiz yanmakta..
Öyle işte! Neyse! Boş ver!
Savuşturulmuş bir sabah..
Savuşturulmuş bir yaşam..
Kutsal juma!
Kutsal sabah!
Kutsa hadi beni sabah..
***
Limon (sarı araba!) ve ben gidiyoruz. Bilinmeze gitmiyoruz.
Alışıla geldiği üzere işe gidiyoruz.
Neden işe gidiyoruz diye kendimize soruyoruz?
Oysa başka yollar her zaman vardır.
Pilli bebek sabah kuruldu, yola koyuldu..
Gidiyoruz.
Usul usul gidiyoruz
Uslu uslu gidiyoruz
Düzenin düzenini bozmaya gidiyoruz..
Hadi ordan Pinokyo!
Düzen adamısın!
Düzenin düzeni olmaya gidiyorsun!
***
Tuhaf bir öfke var nedenini çok sorgulamadığım.
Sorgulasam ucu bana değecek.
Çuvaldızdan öte yanacağım.. Korkmuyorum!
Sadece düşünmek istemiyorum.
İki noktalar ve ünlemlerin sardığı hayatımı büyüteç altından kaçırıyorum.
Kendime saklıyorum.. Kendimde saklanıyorum!
Oysa başka birinin canını canıma giymeye soyunmuştum!
İnsan her daimdir yalnızdırı kucaklıyorum..
Baharı giyinmiş şehrin sokakları bugün çekmiyor bizi..
Limon (sarı araba!) ve ben başkayız bu sabah.
Sessizliğimizin sesi vurdukça zihnimize içimiz daha bir acıyor.
Duygu can (radyo!) pop ve piç kültürü kalbimizden ruhumuza pompalıyor..
Dilek tutmadan kaydı bütün yıldızlar
Gökyüzüm yerde sanki galiba bu aralar
Sevenim yok benim
Sevenim yok benim!
Sevgi olmamalı zaten. Her işin başı sevgi zaten.
İnsanın kendisini bu kadar sevmesi belki de sorun.
Sevgi bencilliğe itiyor insanı.
Sevgisiz bir dünya olmalı.
Böylece kurgular, kıskançlıklar, savaşlar olmayacaktır.
Birincil ihtiyaçlarını giderme derdindeki insanın neyine gerek sevgi..
Ne desem inanırsın
Gözünde yalancı çoban olmak istemem
Ne desem inanırsın
Önünde suçlu çocuk olmak istemem
Zihnim berraklığını yitirmiş durumda..
Zihnimin oyunları sürüyor: falsh back’ler!
Yanıp sönen lambalar gibi..
Bir lamba sönmeden diğeri yanmaya başlıyor..
- Bir kadın polisin avaz avaz ana avrat küfür etmesi gölgeliyor zihnimi..
- Tam onu sustururken İstiklal Caddesi üzerinde nedensiz yere dövülen turistler..
- Burası hastane burada çocuklar var diye avaz avaz bağırıp daha 2 yaşında var yok bir çocuğu havaya kaldırıp beyinsel sarsaklık geçirecek kadar hızla sallayan bir baba!
- Adana’da Roman’ların şarkılı Türklü danslar..
Zihnim allak bullak.
Bu görüntülerden hiç birine tutunamıyorum.
Hiç biri ben değil! Hiç biri benden değil..
Ekonomik kaygılarla tatil edilmediği söylenen bir bayram.
Şehrin kuytularına hapis edilen insanlar..
Düşünce suçları..
Düş yolcuları..
Maceraperestler..
Tatil edilmiş okullar..
Yerle yeksan olmuş sokaklar..
Parçalanmış bedenler..
Hava alanında sersefil insanlar..
İşlemeyen gemiler, otobüsler
Tazminat alırım umudundaki polisler..
Savaş alanına dönmüş hastaneler..
Seneye Taksim’e gireriz düşü!

Tavrı kalmadı hayatımın
Boyun eğdi düze dağlarım
Aklı kaldı geçmişin
Nazar değdi belki inanır mısın?
Yankılar.. Yankılar..
“Komplo”, “Provakasyon”, “İşçiyiz , haklıyız, kazanacağız”, “Polis bu işten alnının akıyla çıkmıştır,” “Hükümet kanadı açıkladı böyle olacağını ummamıştık”
33 yaşındayım kutlanmış tek bir mayıs anımsamıyorum.. Anımsadığı sadece kutlayamama provaları..
Anlamları yüklerken belki daha gerçekci davransak sorun olmayacak..
Tek bir güne sıkıştırılmış yaşamları solumak çok zor… Unutulmamalı ki “Tüm hayata yayılmış zamanları soluyamayanların tek günü soluması da beklenemez…”
Tüm bu düşüncelerle terk ettim Limon’u (sarı araba!)..
El frenini çektim mi acaba..
Yokuş ağağı öylesine inen biri gibi güne başladım.
Haykırasım var sesim çıkmıyor.
Bugün işte.. Dünden sonra.. Yarından önce.. Bugün!
Yaşa gitsin işte.. Yaktım bi sigara daha..


Resim: Chagall

Nasıl Geçti Habersiz O Güzelim Yıllarım

Saçlarını ne ile yıkıyorsun sen? " diye sordu Adam. "Öyle güzel kokuyor ki. Her zülüf de başka bir esinti var" diye devam etti sözlerine.
Dokunmak istedi esmerşin, bukle saçlara yapamadı. Derin bi soluk aldı, konuşmasını sürdürdü.
"Saçların tenine değdiğinde kalbim duruyor. Doğruymuş saçın yüzüne deyse tenini kıskanırım. Buklelerine vurulduğum. Kadınım! Buklelerin olta gibi mübarek. Kalbim buklelerine yakalanmış bir balık. Susun sen. Bi damlacık su. Çiy tanesisin. Senden çıkınca ölüyorum! Sana varınca iki kulakçık, iki karıncık atıyorum. Savurduğun saçların değil be Gülü’m. O saçlar benim ömrüm. Doğru duydun ömrüm! "

Kadın hiç konuşmadan adamı dinliyordu. Gözlerini bir an olsun sevdiğinin gözlerinden ayırmadı. Adam sustu. Kadın mırıldanmaya başladı..

Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
Bâzen gözyaşı oldu, bâzen içli bir şarkı
Her ânını eksiksiz, dün gibi hatırlarım
Dudaklarımda tuzu, içimde durur aşkı


Birden sustu Kadın. Adam’ın hüznüne düştü. Kalktı geldi sevdiğinin yanına oturdu. Başını omzuna koydu Adam’ın. Saçları sardı Adam’ın üşüyen ruhunu.

" Hüzünlü sayılan şarkılar aslında ömre açılan kapılardır Gülü’m " diye başladı söze Adam. " Ömür kapısını aralayan kaç anahtar var ki.. Geçmişe gitmek bi melodi ile. Yol haritasında hedefler hiç değişmez aslında. Şarkı sözleri değişse de melodi hep aynıdır. Sen benimle yolculuğa çıktığında beri bunu öğrenmiş olmalısın aslında " dedi Adam. Şarkıya devam etti.

Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler
Hani o güzel gözlü ceylânların pınarı
Hani kuşlar, ağaçlar, bin bir renkli çiçekler?
Nasıl yakalamıştım saçlarından bahârı?


" İnsan bilmediği şeyleri istemez be sevdiğim " dedi Kadın. " Doğduğumdan beri rüzgarda savrulan bir yaprağım diyorsun ya sen.. Bedenimde sevdiğin neden saçlarım anladın mı şimdi. Sen hareketsin! Devinim ruhunu besliyor senin. Zeytin gözlerin duygu selinde yıkanmaktan öte. Çorak dudağa can vermekten öte. Neden özleriz hep çocukluğumuzu biz bilir misin? Zamanın hiçbir boyutu diğerinden soyutlanarak düşünülmediği halde biz neden çocukluğumuza saklanırız sevdiğim? Daha önce yaşadığımız yerlere döndüğümüzde bizi güçlü bir duygu sarar. Bu sanki buraları hiç terk etmemiş olduğumuzdur. Sanki hiç terk edilmemişiz! Aldatılmamış, unutulmamış, incitilmemişiz. İşte o noktada siteme başlarız.. Ey zaman geçme dur biraz. Zaman serzenişte bulunur iyi de ne zamana kadar? Geçip giden zamanlar bir yerlerde bulunur mu? Saçlarımın kokusu senin anımsadığın ve özlediğin zamanlar.. Savruluşu ise o zamanların geçip gittiğini anımsatıyor sana. Ben senin çocukluğun ya da gençliğin değilim. Ben senin şimdinim! Ya beni sahiplen, ya da bırak gideyim." Adam şarkıyı mırıldanmaya devam etti..

Ben hâlâ o günleri anarsam yaşıyorum
Sanki mutluluğumuz geri gelecek gibi
Hâlâ güzelliğini kalbimde taşıyorum
Dalından koparılmış beyaz bir çiçek gibi


" Şarkılara aldanma " dedi Kadın. " Onlar bu yalanı her bahar söyler. Gidilecek yerden çok, yola çıkma hazırlıkları ilgini çekiyor. Bu bilincinle çocukluğuna gitsen o güzellikleri hisseder miydin? Sen büyük, herkes çocuk! Eğer gerçekten benimle yeniden başlama fikrini kabul ediyorsan, sona erme fikrini de kabul etmelisin " diyip sustu.

" Her şeyin bir mevsimi var " dedi Adam. Bazıları yollara ve ayrılıklara mahkûmdur. Biteviye gezerler, sürgün yerler. Kimileri serseri der bunlara Kimileri bir zoraki yolculuğun kölesi. Ben hayat diyorum. Geçmiş zaman anılarının en canı yakıcı yanı, bunların anılara konu olan kişilerce yeniden şekillendirilmiş olmasıdır. Yakınlar, dostlar, eski-yeni sevgililer söz konusu anıları kendi öykülerine katmışlardır. Şimdi sen sorarsın nedir yine deli gönlünü çelen diye. Cevap açık değil mi be Gülü’m. SEN!

Fotoğraf: Özgür Çakır

Söyleyemem Derdimi



Kuru fasulye pişiriyorum dedi yanında da tereyağlı pilav.

Bu adama bayılıyorum. Ama bunu ona çok az söylüyorum. İnanılmaz güzel yemekler yapıyor. Bunu ona hep söylüyorum. Her yemek pişirdiğinde beni çağırıyor. Beni ilk kez evine çağırdığında da taze fasulye pişirmişti zeytinyağlı.

Sen çok yoruldun hadi gel, ye, sonra uyursun demişti. Ben üzerini örterim. Üşürsen de sarılırım!"
Aramızda bir bağ oluştu. FASÜLYEDEN de olsa bir bağ var aramızda.

Ben bunları düşünürken o davudi ses kulaklarımda çınladı.
Kuru fasulye ve pilav var akşama geliyor musun?
Gerçekten mi ? dedim. Bayılırım ben kuru fasulyeye. Hele pilava. Şey pilavda bol şehriye olsun. Tel şehriye ama. Pilav pirinç değil, şehriye pilavı gibi olsun ama. Yanında küçük biber turşusu da olsun isterim. Hani yiyince dudaklarını kıpkırmızı yapan. Galonlarca ayran içsen de içindeki yangının geçmediği. Bu turşunun acısı sadece öpücükle geçer biliyor musun?

Hınzır kedi gibi gülümsedi. " Tamam o zaman bizim menü belli oldu. Akşama düdüklüde öpücük var. Gelirken sen de tatlı al."

" Tatlı! " dedim. İçimdeki Kadın konuşmaya başladı. Tatlı şekerim, kilo, selüit yapar. Yazı kim takar anacım. Mayo, bikini, yokini. Adam tatlı istiyor tatlı! Düdüklüde öpücük pişiriyor. Eli boş gidilir mi? Fırında sütlaç, hanımgöbeği, dilber dudağı.. Ne o öyle mesaj verir gibi.
" Ne tatlısı alacaksın bakalım? " dedi. Adamın sesi içimdeki Kadının sesini bastırdı.
" Namuslusundan kaymaklı ekmek kadayıfı alayım mı? " dedim .
Gülüştük.
" Yemekten sonra da kahve yaparım ben sana. Orta şekerli, çok köpüklü.. Sonra bir de şarkı söylerim tamam mı? ”
Kahkahası çınladı birden kulaklarımda..
" Ne söyleyeceksin bana " dedi.
" Söyleyemem derdimi " dedim.
" Senin bir derdin mi var? " dedi.
" Evet var! Derdim sensin. Sen! " demedim tabi. Adam bana yemek yapmış, tatlı al gel diyor. Ben böyle derdi yerim, içerim.. Üzerine bir de şarkı söylerim! Adamım benim..
"Ama bu şarkı kahveyle gitmez ki" dedi.
" Gider " dedim.." Yanına başka hicaz şarkılarda açarım ben sana. Sonra nihavent ve hüzzam geçiş taksimleri yaparım."
" Mırıldan bakayım sen şu şarkıyı " dedi..
Başladım söylemeye..

Söyleyemem derdimi kimseye derman olmasın diye
İnleyen su kalbimin sesini a yar duymasın diye
Sakladım gözyaşımı vefasız o yar görmesin diye
İnleyen su kalbimin sesini o yar duymasın diye

Bir sessizlik oldu.

" Sesini çok özlemişim " dedi." Senin bu evde olmanı. Ama en çok bana bakmanı. Bana yemek pişirmeni özledim.. Hafta sonu o uyduruk çorbayı içtim durdum. Neydi mantarlı, şehriyeli yoğurt çorbası. Şimdi de kahveli şarkı akşamlarını başlattın."
Biliyor musun? dedim!
" Seni seviyorum! "
"Akşam daha olmadı" dedi.
"Çabuk akşam olsun de’mi? " dedim.

Akşam oldu! Ben ona gidiyorum! Kuru fasulye, tereyağlı pilav ve tatlı yiyeceğiz. Kahve içeceğiz.. Şarkı söyleyeceğiz.. Bir mayıs akşamı başka ne yapılır ki..

Hayat Ben Senden Daha Güçlü Müyüm?



Çok uzun zaman olmuş geçmişten uzanan bir eli tutmayalı. Geçmiş beni tutmaya çalıştıkça ben şimdiye sarıldım. Yaşam şimdi ve burada akıyordu. Beni ben yapanda geçmişti aslında. Hatalarımla, yaşadığım güzeliklerle: Ben.

Dün öğleden sonra çaldı telefonum. Dost bir sesin yürek kırpıntısıydı bu. "Muraaaaaaaaaaat" diye haykırdım. "Dostlarla buluşmaya geldim. Seni de görmek istiyorum" dedi. "Ben de" dedim. "Sesin hiç değişmemiş. Aynı kadife tını. Aynı incelik. Çok özledim seni" dedi. "Şehre tepeden bakan bir yerlere götür beni akademik ve edebi kadın. Uzaklara işte Sen Uzağa Giden’sin. Uzakları iyi bilirsin. Kendi şehrimden uzaktayım. Beni şehrine götür" dedi. "Olur" dedim. Şehrime sarılmayalı çok oldu zaten. Aylardır kendime teğet yaşıyorum. Nisan’dan beri soluk alıyorum belki. Nisan bitiyor. Az içim acıyor. Eski zaman türküleri söylesek yeniden. Konuşalım okuldan, işten, aşktan. "Zamanın var mı ki senin o kadar" dedi. Gerçekten düştüm yine. Kalabalık ve işlek bir caddenin kıyısına sıkışmış son moda kahveci-kitapçı bir dükkanda buluşmaya karar verdik.

Saat 17.00 suları...
İkinci işime geç gideceğim saat 18.30’dan 20.00’a kadar çalışacağım. Murat’ı düşünüyorum. Neredeyse yedi, sekiz yıl öncesini. Zaman çok değişti. Zamanın ruhu, benim ruhum derken can arkadaşımla birbirimizi gördük ve sımsıkı sarıldık. Bu öyle bir sarılıştı ki sanki çocukluğumu bulmuştum. Kadın ve erkek arkadaş olamaz demiştim iki üç gün önce canıma canını giydiğim birine. Ama bizimkisi başka bir sarılmaydı. Kendini arayan ruhlar birbirini bulunca sarılır. Kendine sarılmak gibidir bu. Kendime geldim.

Söyledik filtre kahveleri. Sokağa, şehre, insanlara baktık. Sonra yüzümüze. En kolayıyla başladık konuşmaya. Ah şen bilim! Sen de olmasan var ya, nicedir (Nietzsche) halim. Geçmiş mimozalar gibi burnumuzu titretti. "Nasılsın?" dedi bana usulca. "Büyümüşsün. Yüzünün hatları belirginleşmiş. Kadın olmuşsun sen!" Gülümsedim. Ben! Kadın! İçimden bir yaş aktı, gitti. Biliyor musun dedim otuz üç yaşındayım ama sanki yirmi üçünde gibiyim. Arada kayıp bir on yıl var. Onca okuma, emek, çaba. Aklın gittiği bir yol. O yolda kalmış, tökezleyen, peşim sıra sürüklediğim bir beden. Durdu hüzünle baktı yüzüme. Aynen dedi.. Aynen! Şu bilincimle 23’ünde olsaydım!

Antropoloji hayalin vardı ne oldu dedi. Var dedim. Benimde dedi. Psikopatoloji ve kültür dedik aynı anda. Gülümsedik. Ben dedi Murat hayatın benden daha güçlü olduğunu kabul ettim ve huzur buldum. Sana bakıyorum. Canlı, kıpır kıpır, hayat dolu haline. Hiç değişmemişsin. Ama gülümsemendeki o hüzün hala duruyor dedi.. Sustuk. Uzaklara daldık gitti. Hüznümden düşen gülümsemem olsun. Gamzelerime gözyaşlarım doldu. İçime ağladım. Kimse görmedi yine.

Telefonum çaldı o anda. Canını canıma giydiğim nasıl olduğumu merak etmiş. Hazırlan dedim odun pazarına gidiyoruz. Eskiler alacağız. Düşler satacağız. Uzaklara gideceğiz bir dost bizi çağırıyor. Sanki duymuş masada konuşulanları. Tüm insanlar yaşamın kendisinden daha güçlüdür dedi. Sen! Bi’tanesin! Duygu yüklüsün! Yaradan kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Sıyrıl ayrık otlarından. Sana sarılıp yaşamının yükünü sana çektirmeye kalkanlardan. Sen çiy tanesisin. Su. Akıp git.. Yoluna git. Bırak el fenerlerini. Salaklık defterinden yeni bir sayfa aç. Şimdi benim çalışmam gerek. İşin bitince konuşuruz..

Zaman doldu. Sanki ertesi gün yine buluşacakmış gibi kalktık hesabı ödedik. Yine buluşma anındaki gibi sarıldık. İki adım attım haykırdı ardımdan Murat, döndüm. Bana göndereceğin şeyleri unutma dedi. Akşam e-posta yolla bana. Olur dedim. Dudağımda ince bir gülümseme dar ve dik bir yokuşu tırmanıyorum keçi gibi. Durdum. Düşündüm. Sordum kendime: Hayat benden daha güçlü müsün?

O an da telefonum çaldı. Beni yine duymuştu. Güçlü ve kararlı bir sesle; senin tüm zamanlarını yaşayacağım. Sadece Nisan’ı değil dedi..

Fotoğraf: Özgür Çakır

Sensiz Sabah



Zaman usulca akıp benden giderken içimi derin bir hüzün sarmaya başladı.
Zamana tutunamamak!

Kendinle kalmak. Bir tek kendinle kalmak. Usulca edilen bi dua belki: Kendimle kalmak, kendime kalmak.

Uyandım. Bu sabah kendime uyandım. Sanki senden düştüm. Benler düştü bir bir. Her yanım yüreğim sanki. Her yanım yara bere içinde. Yaralarımı sensiz kendim sardım. Uyandım. Sensiz uyandım. Sessiz kaldım.

Sabaha sarıldım. Sabah çırıl çıplak. Kimse ona dokunmamış daha. Soluğumla ısıttım yüreğini sabahın. Güneşe giyindi sabah benimle. Saat 5 suları. Ezan, yeni güne serenatını yapıyor. "Uyan" diyor. "Ya nasip, ya kısmet" de "Uyan!". Güneş, bedenimi tavaf ediyor. Güneş mavi, engin. Güneş özgür. Güneş Akdeniz! Güneş, mavi bu sabah . Mavi vurdu yüzüme bu sabah güneş. Uyandım. Penceremde sokak güvercinleri. Issız bir sokak. Sönmüş bir lamba. Demokrasi neferi sokak lambası nöbeti güneşe devretmiş. Yorgun. Yalnız. Maviden uzak. Güneşten uzak. O da sensiz kalmış belli Lamba eğretiliğinin farkında. Yalnızlığının... Dokunulmazlığının... Ne de olsa demokrasi neferi! Yüklendiği anlamlarının altında üç beş kedi duruyor, lamba bir yanıp, bir sönüyor.

Kendime uyanmak! Bugünlerde farkındalık zırhlarım eskisi kadar kalın değil. Yunus’un eğri odunuyum sanki. Kendimi fark ettiğimi, fark ediyorum. Tamamlanmamış işleri süpürüyorum zihnimde. Toz kalktıkça siliyorum. İzlerin beni yormasına izin vermiyorum. Kendimi tümlemek için geçmişi şimdiye getiriyorum. Hesabım yok benim. Borçlarımı ödedim. Ben kendime geldim. Yalın! Sadece kendime geldim.

Uzandım kala kaldım yatakta. Kendimi dinliyorum. Sessizliğimin sesi yol gösteriyor bana. Sadece ben! Bir ben! Tek başıma! Bu dünya da! Düşünüyorum! Zamana tutunmak! Aslında sana tutunmak. Kendimi seninle yaşamak. Bi sen.. Bi ben.. Yaşamak!

Uyandım! Karnım aç. Dilim damağım kup kuru. Ayaklarım buz gibi. Bedenim benimle konuşuyor. Oysa sadece gitmek var serde. Gözlerim pencereden görünen dağa takıldı kaldı. Sanki o dağı aşsam kendimle buluşacağım. Kendime gelince sana varacağım. Bir solukluk mesafe var aramızda. Yol onlarca adımla girmiş aramıza. Ağıttır bu türkü sensizliğe. Bilir misin sen o türküyü. Babam söylerdi ince ince anneme biz dinlerdir çocukken. “Karadır kaşların ferman yazdırır. Bu aşk beni diyar diyar gezdirir. Lokman Hekim gelse yaram azdırır. Yaramı sarmaya yar kendi gelsin”.

Doktor! Nöbetçisin yine. Uzaklarda bir yerlerde. Dudaklarımda ince bir gülümseme. Dünden beri bana “Gül’üm” diyorsun! Gül’üm!" Gül’ün gülümsüyor. Sadece sen hisset diye. Yüreğimde çiy taneleri, gel sen iç diye. Çay demledim karanfilli. İnce belliye koydum seni. Limon ve nane ile incelttim seni. Sek sen sabah sabah içilmiyor. Yüreğim bu sessizliği içine sindiremiyor. Sessizlik sensizlik. Sensizlik sessizlik!

Seni içiyorum gri bir sabahta mavi güneş eşliğinde. Dağda hala kar var. Uzun bi güne sığınacağım. Önce seraya gideceğim. Aklımda ortancalar var. Az yol kokusu çekeceğim içime. Sonra işe gideceğim. Toprağa dokunacağım, ardından insan yüreklerine. Gece yürümeye başlayınca kadar yalın ayak şehrimde çalışacağım. Süte boğulmuş kahve molaları eşliğinde, şarkı düşerse dilime sana söyleyeceğim. Bir dua edeceğim Nisan çocuklarına. Doğanlara, ölenlere. Nefesin yettikçe yaşayacağım Nisan’ı sessizce. Sessizce konuşacağım seninle. Sen nasılsa beni duyarsın. Doktor! Benim nöbetimdesin ya. Beni bekliyorsun ya. Bu bana yeter. Tıpkı benim seni beklediğim gibi beni bekliyorsun ya. Özlemle...

Sessiz sabahın koynundan çıktım. Hayatı yaşamaya doğru gidiyorum. Sessiz, ama SENİNLE!

Fotoğraf: Deviantart

Zihni Bayhan'ın Anısına..



Çocuk olmak
Yaşam sadece yeryüzünde devam etmiyor
Uzaklara gidenlere selam olsun!


Sadece savaşlara kırmızı rengi veren çocuklara ağıt değil bu
Ya da Afrikalı bir çocuğun kara yazgısı
Çukurova’da zihnini tarlaya eken, yüreğine buluta yükleyen çocuğun öyküsü değil bu
15’inde doğurduğu bebeğiyle evcilik oynayan kız
Töreye kul olmuş bedenlerin öyküsü değil bu
Süslü elbiselerin kuşattığı, sınavlara yenik bir ömür değil bu
Hastalıklar sarınca her yanı
Geriye çocukluktan ne kalır?
Hangi uçurtma, bisiklet, elma şekeri anımsanır
Sarı bi ev, bi çam ağacı

Hayat sadece yeryüzünde değil
Nefes almak anılarda
Anımsamak bizden giden solukları
Anımsamak yaşamaktır
Taşımak tüm zamanları

Bir çocuk anlatacağım size. Ömrü olsaydı bu sayfada belki yazardı. Yaşamın bir noktasında elini tuttum onun. Ölümle dans zamanları... Ölüm de yaşama ait. Yürümek ayağın yere basışı olduğu kadar aynı zamanda yerden de kalkışıdır diye boşuna dememiş Togore.

Zihni Bayhan 01.09.1979 tarihinde Yozgat Sarıkaya’da doğdu. "İki çocuklu bir ailenin tek oğlu." Bu cümle ona ait. Bunu söylemeyi çok severdi. Babası 1.5 yaşında cennet kapısına dayandı. 1995 yılında gittiği hastane koridorundaki bi kelime yazıldı kaderine Zihni’nin. Düşündü ne ola ki bu. Kapıda “cancer” yazmaktaydı. Neydi ki bu.. Yıllar sonra bi kız çocuğuyla dertleşirken durumu kavradı. İkisi de çok güldüler buna. Sonra o yazı, o koridordan kaldırıldı. İkisi söktüler bir gece yarısı üzerinde “cancer” yazan tabelayı. Kimsenin ruhu duymadı. Çocuk 14.10.1999 tarihinde usulca gitti. Vedalaşmadan! Özlendiğini bilsin istedi kız.
Zihni çok özel bir çocuktu. Bir Yıldız Kaydı isimli bir şiir kitabı var. En sevdiği şiirlerini bugün siz okuyun istedim. 23 Nisan! Şiirler duadır.

Kanser tedavi edilen bir hastalıktır! Bilim her geçen gün bi adım daha kanserle savaşta ileri gitmektedir. Erken teşhis için çocukların yakınmalarını dinlemek ve düzenli olarak hekim gözetiminde olmak yeterlidir.

UNUT BENİ
Unut beni benim seni unuttuğum gibi
Aşık birisinin ayrılığı unuttuğu gibi
Hatırlar mısın bir zamanlar sen derdin
Bana unut diye şimdid e sen unut beni
Say ki günlerdir resimleri basılıp aranan
Bulunamayan bir sevdalıyım, kayıbım
Say ki bir kuru ağacın dalına astılar beni
Sana benden fayda yok unut diyorum
Sense bana diyorsun ki seni seviyorum
Bırak be güzelim bu ayakları bırak
Sendin diyen mutlu oluruz ayrılsak
Güzelim beni say ki uçurumdan attılar
Say ki karanlıkta kurşuna dizdiler
Say ki dönülmez bir yolda ilerliyorum
Unut benim seni unuttuğum gibi unut
Bilirim unutmak ölümden zordur
Unutmak kartalın pençesinde çırpınmaya
İşkenceye tabii tutulan esirin çektiği acıya
Kabuslarla dolu geçen bir rüyaya benzer
Unutulmak kolaydır ama unutmak mı asla

SEN BENİM KAR ÇİÇEĞİMSİN
Sen beyaz karlar arasında açan çiçeksin
Gözlerimin görüp kalbimin taptığı sevdiğimsin
Soğuk kış gecelerinin içinde kokan sıcaklık
Zifiri karanlıkların ortasında gözleri kamaştıran ışıltı
Ve her görüşte bedenimi sarsan depremsin
Sana olan sevgimi söyleyemesem de beni anlamanı
Seni gör ünce başlayan şaşkınlığımın sebebinin
Bir tek sen olduğunu bilmeni isterdim karçiçeğim
Sana duyduğum sevgiyi herkese anlatımda bir sana
Sinirlenince gönül kapılarımı herkese kapattım da bir sana
Kapatamadım herkese dünyaya bile karşı gelen başkaldıran
Şu çılgın yüreğim sana boyun eğdi senin kölen bile olmak istedi
Sevdiğim sen benim gönlümün ulaşılmaz doruklarında açtın
Yüreğime tarifsiz gam keder mutluluk gibi değerler saçtın
Sanki ben Azrail mişim gibi benden hep uzak durdun kaçtın
Benden sakın kaçma sen benim yaşamamın tek sebebisin
Bendeki büyük sevda karşılıksız olsa da sevgin acı verse de yine
Sen benim karçiçeğimsin vefasız olsan bile seni koparmaya kalkışanların
Ellerini kırar dünyayı onlara zindan ederim sevdiğim
Ben sevgin sayesinde her şeye göğüs gererim acılara gülerim
Bir tek isteğim var Yaradan’dan karçiçeğim sana bir şey olmasın


Fotoğraf: Özgür Çakır

Özel Günlerin Sayısı Artmalı


Son yıllarda özel günlere karşı alerjimiz arttı. Popüler kültürün pompalanan günlerinden yorulduk belki. İçeriği boş, sadece hediye paketlerine sıkıştırılmış günler takvimlerimizi işgal etti.

Yılbaşı, Sevgililer Günü, Kadınlar Günü, Anneler Günü, Babalar Günü vs, vs..
Takvimde sıradan bir gün kalmadı!

Belki de biz sıradan olmanın zorluğuna dayanamayıp özgünlüğün dayanılmaz hafifliğine köle olduk. Pop ve piç kültürün esiri takvimler kurguladık. "Tek taşımı kendim aldım" çetesiyle, "küçük olsun ama benim olsun" dünyasının savaşına dönen özel günleri yaşamaya başladık.

Ama bu günlerin bi iyi tarafı var. Tek günlüğüne bile bir duyarlılaşma yaratıyor.

Bugün 23 Nisan. Yılda birkaç gün çocuk günü olsun. Dünya çocuk şiirleri gününü kutladık. Ben çocuklara şiirler yazdım yamacımdakilere okudum. Ama daha çok gün olmalı.

Benim inanışıma göre yeryüzündeki tüm kötülükleri ortadan kaldırmak için yapılacak tek şey çocuk yürekleri korumak.
Bunun içinde mücadele ilk önce evde başlamalı. Çocuklarımızı daha iyi yetişmetirmenin peşindeyiz hepimiz. Son yıllarda gündemden düşmeyen fiziksel ve cinsel istismarla mücadele ediyoruz Peki sözel istismarla?

"Sen yapamazsın!"
"Artık seni sevmeyeceğim! "
"Akşam baban gelsin sana göstereceğim! "
"Seni polise vereceğim! "
"Çalışmazsan senden çoban bile olmaz!"
"Sen bu sınavı kazan ben şehir meydanında köpek gibi uluyacağım, hatta köçek gibi oynayacağım! "
"Bula bula bu kızı mı buldun bana gelin olarak!"

Yaşama dair kırgınlıklarımızı çocuklara yüklemek ne kadar doğru? İstismar ne kadar derinde değil mi? Çocuğumuzun iyiliği için onun yüreğini örseliyoruz. Yaşam haritasını yoldan çıkartıyoruz. Belki de onun insanlığını elinden alıyoruz.

Egemenlik ve çocuk kavramlarını yan yana getiren bir önderin çocukları olmak ne kadar anlamlı. Mustafa Kemal Atatürk özgünlüğünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Görebilene!

Bugün çocuklar ne kadar özgür? Ne kadar egemen?

Sonsuz yalnızlıklarını maskelemek için çocuk sahibi olanlara sözüm. Çocuklarını bacasız fabrika olarak görenlere.. Yaşama tutunuş kurgusu bu mudur? Kurgu buysa çocuklar köledir. Kölelik sadece beden gücüne dayalı bir sistem değildir. Kölenin ruhu yoktur. Köle efendisinin gölgesidir. Anne-baba efendi midir!? Çocuklarının kaderlerini giyenler.. Benim yapamadıklarımı evladım yapacak diyenler.. Mirasyedilik bu olsa gerek! Bi çocuğun ömrünü çalmak.. Bi çocuğun yaşam yolunu almak.. Çocuk! Azadlı köledir bu sistem içinde. Sadece belli bir zamanı doldurunca kölelikten efendiliğe geçecektir çocuk. Kölelerin efendi olduğu bir sistemde hak, adalet ve özgürlük aramak. Yaşamak! Kendin gibi... Doya doya yaşamak...

Özel günlerin sayısı daha çok olsun. Olsun ki içeriği boş olarak başlayan kutlamalar belki bir gün bilinçli bir toplum kurgusuna döner. Bir gün çocuğunu dinle ve anla günü olsa. Bir gün çocuğuna hiç bağırma günü olsa. Bir gün çocuğunla oyun oyna günü. Bir gün sadece çocuğunu anlamaya çalış günü. Bir gün ders çalışmaktan öte hayatı paylaş günü. Bir gün sen çocuk ol günü olsa.

İşte bugün bir başlangıç olsun..
Çocuklar ve günleri için!
Milad 23 Nisan..


Fotoğraf: Özgür Çakır