Yeni Gün Senfonisi

İşte bir gün daha başladı. Zihnim karma karışık. Bazen elimde bir silgi olsun istiyorum. O yeni yetmelikte hissettiğim yeni gün büyüsünü yeniden yaşamak için. Derdik ya: Yepyeni bir gün! Bu yepyeni gün -ki her ne demekse- şimdilerde çok uzak bana. Yeni bana çok uzak. Tamamlanmamış bir şeyler işi bitirmek gibi soluk aldığım her gün. Yok, bu öyle depresyon duygusu ya da yalnızlık senfonisi değil. İçimden bir şeyler akıp gidiyor. Debisi oldukça yüksek. Bazen ben bile buna dayanamıyorum bu gidişe. O nedenle sana dur demedim. Gitme demedim. Bekle demedim. Gitme demedim. Sen başka bir coğrafyada gözlerini açtın bu sabah. Belki ruhlarımız aynı dağlarda, denizlerde geziyor. Nefes aldıkça içim sızlıyor. Şimdi artık sende uzaktasın. En az bana ben kadar uzaktasın. Böyle zamanlarda burnumun direği sızlar. Ağızdan nefes almaya çalıştıkça boğazım kurur. Burnumun çok acı çekme istemi var ya.. Tüm sistemim bir olur kalbim burnumda atar. Her nefes alış beni bu şehre daha çok bağlar. Ve bu bağ! Ve bu bağ beni yutar. Herkes gider, ben kalırım. Bir rüzgâr kalır benimle. Eteklerimi uçurur, yüzümde dans eder, bana türkü söylettirir. Ama her nedense onunda hep acelesi vardır. Arada sırada olsa uğrar! Bilir benim onu istediğimi hemen çıkar gelir. Arşınlanıp bitmeyen yollar, rüzgâr, ben ve sözleri eskimiş türküler bu coğrafyanın içinde yaşar gideriz. Uzun olur gemilerin direği, yanık olur efelerin yüreği, ne ben gelin oldum, ne sen güveyi, o yüzden kapanmıyor gözlerim.. Of Anadolu of! Hercai mevsiminde gül dermeye benzer benim öyküm. Daha sabah. Üstelik yeni gün! Böyle diyince gülümsüyorum. Komik geliyor gülüyorum. Yeni gün yeni gün yeni gün bizlere mutlu olsun! Ay ne şarkılardı onlar. Koroda olmak tam bir işkenceydi benim için. Süslü müzik öğretmeni saçını savururken onun tam ters istikametine giden bedenim notaları da götürürdü. Zavallı öğretmenimin içine sinmeyen şeyi bulması günlerini aldı. Sonunda benim oyun bozucu ruhumu fark etti ve koro günlerim birden sona erdi. Üzülmedim de o gün bugündür koroların ritminin olmadığını düşünürüm. Sol anahtarı bende kaldı. Sağ partiler hep iktidar. Ya hep azınlıkta kaldım ben. Ama en çok içimi acıtan kendi coğrafyamda azınlıkta kalmak oldu. Benim başka bir ülkem yok. Başka nefes alacağım bir toprak yok. Bu nedenle gelemedim seninle. Sen git dedim. En derin en temizinden sevdim ben seni. Özlemle bekledim. Sen git ben gelemem. Sen yaşa ben hissederim. Ama hissediş bedenle aklı ikiye bölen bir dikotomdan öteye gitmedi. Ortada şimdi ne beden, ne akıl, ne sen ne de ben kaldı. Zaman vurdu! Zaman döndü, yaşandı, döndü hep vurdu! Sen gittin. Neden daha çok ısrar etmedin beni de götürmek için. Ya da neden ben kalayım demedin. Neden ben gelemedim seninle! Ne var bu topraklarda senden öte. Sorgu yapmak için sorguladığının bir şeyi olmak gerekir derdin. Sorgu yok. Nasıl sigara istiyor canım en organiğinden. Ya ben ne garip adamım sarhoş bile olamıyorum. İlk defa bilinç istemiyorum. Sessizlikten, sensizlikten, yağmursuzluktan tükenen yüreğimi rüzgâra teslim ettim. Belki o beni iyileştirir. Ne olacak senin bu halin gözüyle bakıyorlar bana. İnceden dalga geçiyorum hepsiyle. Aslında bu pejmürde hal beni rahatlatıyor. Bu öyle haz verici ki sadece kendimi yaşıyorum ve en sanalından seni. Zaten dünya gerçek mi ki? Maddeye bu kadar bağlı insan mutlu olabilir mi? Maddeden arınınca vücut beka bulur mu? Bekadan öte yaşarken ölür mü? Bu sonsuz mutluluk getirir mi?

Geçenlerde bir yazı okudum keşke dedim birden heyecanla doğruldum yerimden bunu sen de okusan. Sadece sen! Yani gördüklerimi görebilsen. Yine benim mevsimim geldi. Sonbahar. Yollar çok güzel. Çıkıp gitmeyi zorlayan yollar. Yine film festivali, ardından caz haftası, sonra fakir insanlar semtinde panayır var. Ahmet babanın yeri daha bir güzel. Çocukluğumuz da imrendiğimiz şarap şişeleri, tavada balık ve canım kalamarlar, kötü beyaz peynir ve midyeler. Çok konuştu Ahmet Baba benimle. Göle karşı oturduk. Göl artık bizim değil, ağaçlar yandı. Su yok. Göl çekildi. Giderken seninde götürdü. Çocukluğumuzun en güzel uçurtmalarından birine oturttu seni. Uçurdu, uçurdu, en uzak diyarlara götürdü seni. Bu göl kıyısında otururken sana gitmek istediğim yerleri söylerdim. Peru derdim, Arjantin, sonra Guadal Kanal sayardım. Sen salaksın derdin. Ne işin var buralarda! Ama sen gittin. Yine giderken de salak ben oldum. Ahmet Baba sana selam söyledi. Ruhlar hiç gitmezmiş dedi. Bir onun yanında durabildim. Seni konuşabildik. Sonra hastaneye geldim işte. Hasta baktım bolca yine. Çok popülerim. Çok hastam var. Kendime hayrım yok ama dokunduklarım büyüleniyorlar. Süpervizyon Hocam bunun tehlikeli olduğunu söylüyor. Aşklar nefrete dönüşebilir ve her aşk bir gün biter diyor. Ya Yunus 17 yıl eğri odun getirmeyen Yunus! Bir söyle aşkın bitti mi? Serap Hoca bana bu nedenle takık az. Bende çok iplemiyorum. Buradaki arkadaşlar benden daha telaşlılar. Ben iplemiyorum. Bak yine seninle konuşuyorum. Ben seni duyuyorum her beni çağırdığında geliyorum. Acaba sen beni duyuyor musun? Bir kerede sen gel be adam! Bir kerede kal! Bir kerede geldim de! Gitmeyeceğim de! Bitsin bu ızdırap…

Yine haklısın! Ben git-gelleri seviyorum. Durduğum yerde duramıyorum. Böyle uçuşmalara bayılıyorum. Rüzgâr eteğimi uçurur, nerede bir su birikintisi olsa içine düşerim, nerede bir köpek görsem peşine düşerim, bir çikolata için ölürüm. Tam senin tersin. Sen hiç sevmezdin bunları. Hep bana kızardın. TANRIM BENİ BAŞTAN YARAT! Demedim.. Sevdim ben kendimi. Sana rağmen sevdim. Sana rağmen seni sevdim. Seni çok sevdim. Hep sevdiğimi söyledim! Öyle çok söyleme derdin değeri kalmaz. Değil! Ben seni çok sevdim. Çok söyleyeyim ki sende hisset. Sevgiyi bil. Bil ve yaşa. Doya yaşa istedim.

Yine sabah! Ama başka sanırım. Evet, evet başka bir sabah. Günlerden ne bilmiyorum. Yeniden yaratılmadım. Aynı beden de hala aynı benim. Bunu taşımak zor ama benim. Hala sabah. Uzun bir sabah. Limonla birlikte yoldayız. Arabasına isim takan kaç kişi tanıyorsun demiştin bir keresinde bana. Bende tanımıyorum bu benim özgünlüğüm demiştim. Her şeyi insanlaştırma ya da kişilik verme çabamdan nasıl tiksindiğini söylemiştin. Neden beni acıttın sen! Ve ben niye bunu sana hiç söyleyemedim! Ve neden beni acıtmana izin verdim!
Trafik yoğun. Ters yola mı girdik biz Limon. Tüm arabalar üzerimize üzerimize geliyor. Rüzgâr yok. Kupkuru bir hava. İçini kurutuyor insanın. Tüm sinüslerim boş. Eski Fransız filmlerinden fırlayan kadınlar gibiyim. Dar virajlı yollarda hızla araba kullanan kadınlar. Yolun iki yanı ağaçlarla kaplı, aşağısı uçurum. Kepek sorunu olmayan saçların rüzgârda savrulmasını engellemek için şifon ya da ipek eşarplar takılmış. Rauf Denktaş’ın 1970′lerdeki gözlüğünün siyahları gözlerde. Tamam, basmayın kornaya anladık yeşil yandı. Hala yeşil hattayız ne ileri ne geri. Adam Birleşmiş Milletler gibi duruyor önümde üstüne mi çıkayım. Ayy! Bir daha kırmızı yansa dinleneceğiz. Ama daha hiç gidemedik ki. Kaldım yine buralarda. Limon bu gün tam gaz. Arabasına isim takan kaç kişi var deyip dururdun. Sen limonu hiç sevmedin. Ona çok sert davranırdın. Oysa o seni nerelere taşıdı. Yeşil yandı tam gaz ileri.

Gitmeyeceğim! Kalacağım burada. Çark ettim. Kalıcağım!

Limon ve ben eve döndük. Artık yazıyorum. Hala sabah. İçimden konuşmanın ötesinde yazıyorum. Artık yazıyorum.


Denizlerin Kumuyum

Yaşamın yazlıklarını giyindim bugün. Çingene pembesi eteğim rüzgâra uymuş havalanıp duruyor, çapkın bakışlara yakalanma korkusundan uzak.

Özgürlük; bir balon eteğin, helyum gazı olmaksızın da yükselişiymiş. Bunu bugün öğrendim.

Bir etek kadar özgür olamadım!


Eteğim rüzgarla oynaşırken, aklım onlarca işin istilası altında ezildi. Fikri firar etmek için çırpınan düşlerim, otuz dörde dolanmış yarım kalmış gençliğimle tavşan kaç tazı tut oynuyorlar. Yaz mevsimine isyan değil bu tutumum. Tüm bu davranışlarım hayatın yaşanmamışlıklarını soyunma çabası aslında. Soyunup, yaşamın yazlıklarını giymek sevdasındayım. Y'az!


Yola çıkma vakti yaklaştıkça, uzayıp giden ve hiç bitmeyen bir iş listesi var önümde. Gidiş kaygım yok. Bavul hazırlamak gibi bir telaşım yok. Nasıl olsa Uzağa Giden'im ben! Sevdaları, dokunuşları, edilen yeminleri, sevişmeleri alacak bir valizim hiç olmadı. Böyle bir bavulu olanı da tanımadım. Ruhunu yalın ayak taşıyan birinin esvabının ağırlığından ne olur? Sürekli giden birinin çantası hep hazırdır. Özlemler ve bekleyişler ise hep yürek askısı. "Ben yokken..." diye başlayan cümlelerse hiç kurmak istemiyorum!

Eteklerime yaz gelmiş. Bu pembenin çingene ruhundan mı, yoksa rüzgarın aşkından mı bilinmez. Kalbim bu dalgalanışa sessizce bakıp iç geçiriyor "Benimde havalanacağım zamanlar gelir" diyor. Aklım ona meydan okuyor "Birden yükselen, yere çabuk kapaklanır haberin olsun" diyor. Dudaklarımda ince, alaycı bir gülümseme beliriyor. Gözlerim olup bitenleri görmeye direniyor. Çünkü, o köle ruhlu. İstese de, istemese de her şeyi görüyor. Ellerimde mürekkep izleri var belli belirsiz. Hala inat ediyorum mavi mürekkepli dolma kalem kullanmaya. Çünkü, ellerimin yazdığını o zaman hissediyorum.

Pek konuşasım yok. Dilimde, ayaklarım gibi geri çekilmiş durumda. Her ikisi de sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Oysa sıra beklemekle gelmiyor. Dilim de ayaklarımda bunu sanki bilmiyor. Belki de bilmezden geliyorlar. Giderken pek bir şey söylenmiyor. Sadece, çıkıp gidiliyor.

Artık denizlerin kumu, bulutların dumanı oluyorum.

Limon (sarı araba!) yazlık dekor yapmış, üstünü çıkartmış. Anlayacağız sere serpe düşeceğiz yollara. Rüzgar eteklerimi savururken, asi saçlarım rüzgarın ipinden tutup, uçuşacak.


Ben, Uzağa Giden! Fora edilmiş bir kader sandalında savrulmaya gidiyorum. Umut derip geleceğim. Payımı alıp geleceğim umut denizinden. Hakkım kadarını!

Şarkıda dediği gibi... “Ni la bombe atomique, um amour olatonique, umudum yarınlarda, tatildeyim


<devam edecek>

kaderi kimse bilemez ama...
dönersem,
söz bitmez!
o vakte kadar kendinize iyi bakın.







Suskunun Dönüşü




Susmaların kokusu sinmiş üzerime...
Üzerime yapışmış
Bir türlü çıkaramadığım bu elbiseyi
Ben ne zaman giyindim?






Ayna!
Bir ayna olmalı
Kendimi görmeliğim
Z'amansız izlere dokunmalıyım

Kara kara yüzüme nakşedilmiş
Kader haritama bakıyorum
Ne kadar çok ben var
Neden bir ben yok?

İzler var yüzümde
Her noktada durup
Biraz yaşam toplamalı
Benlerden ben seçmeli

Hepsinden bir ben dermeli


Sessizlik tırmalıyor yüreğimi.
Söyleyecek söz mü kalmadı?
Oysa Midas hala eşek kulaklı!
Bunu o kör kuyuya kim fısıldadı?

Suskunların sesini kim duyar?
Suskunun sesini ancak kendi sesinde boğulan duyar!
Bu öyle bir duygudur ki
İşte o anda yüzleşir sesindeki sessizlikle insan
Suskun sesli
Sesli suskun olur
Midas kulaksız..

Geri dönüşler yoruyor
Giderken tüm dünyayı götürsem keşke
İşte o zaman
Götürdüklerim ve getirdiklerimi

Kozalayan böcekten çok
Nefes alan, aldıran olurdum..






Anlaşılmaz

Elmayı çalan mı, çaldıran mı suçlu?
Düşünmekteyim.

Sahi Hansel eve gidiş yolunu nasıl bulduydu?
Düşlerinin peşinden gidip de hayalde boğulan da Alis miydi?

Hiçbir şey anımsamıyorum.
Alaca düşmüş zihnime..

Anladım
Bu kez anladım.

Herkes kendi masalına…………..

Ne yapayım?
Seslendim!
Gelmediniz.

Ne?
Sesimi görmediniz.
Bende boyadım dudağımı
Ağzımdan çıkan kelimeleri canlandırdım
Boyalı
olanları duydunuz
Duymadıklarınız mı?

Midas’ın eşek kulakları var!

Ç'İN


O kimdi?
Hiç bilemedik!

Elinde sımsıkı tuttuğu poşettin içinde ne vardı?
Görmedik...
Tanklara kafa tutaken dilinden neler döküldü?
Duymadık...
Duysaydık anlar mıydık?
Dediklerini anlasaydık içselleştirir miydik?

O
Belleğimizde
Tek başına tankları durduran "öğrenci" olarak kaldı.


Bir daha kendisinden hiç haber almadık.
Muhletemeldir öldürüldü.

O bir kahramandı.
Çünkü insanca yaşadı.

"... kahraman; korkuya ve kuşkuya yenik düşmeksizin sınıra gidecek yürekliliğe sahip kişidir.
Ortalama insan, kahraman olmaya yönelik başarısız girişimleriyle bile kahramandır!"
Sevme Sanatı; Fromm, 1995

... ve biz!
özgürlüğü sadece sıramıza yazdık
süngü karşısında bir çiçeği kalkan yapan ruhumuzla

DÜŞÜNÜN...
Şu anda dünyanın değişik coğrafyalarında özgürlük adına kaç kişinin soluğu durdu?!

Oysa gökyüzü herkesindi!



Sevişmeden Uyumayalım..


Unuttuğun bir şey var
Aslında zaman zaman bulduğun: Ben
Her satırda aslında seni değil, kendimi yazdım.
Hep yok olanların yokluğunu
Bunlara duyduğum açlığı yazdım
Bunları aslında sen adı altında yazdım
Aslında her şeyi kendime yazdım
Kendime yakınlaşmak için
Daha çok kendim olmak için sana sığındım
Sana gelince kendime geldim

İnsanın kendisi olmak için başkasına sığınması çok tuhaf gelebilir. Ama genellikle yapılan budur. Çünkü, yaşarken ölmemenin tek yolu ait olmak sanılır. Ait olmak da sevmek, sevilmek olarak nesnesine kavuşur. Mitleştirilirse, koşulsuz sevmek adını alır. Başkaları seni sevsin diye sevmezsin. Sadece seversin. Sevgi öyle bir şey ki ancak, sen istersen biter. Aslında başkalarının beslemesine de gerek yok. Sen kendi sevgini zaten besliyorsun. Ana malzeme kendinle besliyorsun.


İlişkinin bitirilmesi kayıp olarak algılanmaktadır. Yitirmek saydığımız her şey aslında yaşayamadıklarımızdır. Peki ya yaşadıklarımız? Belki böyle düşünmek insanı rahatlatıyor da o yüzden böyle ifade ediyoruz. Yaşamda her şeyi kolaylaştırmak mümkündür. Ancak, biz giderek işi daha da zorlaştırıyoruz. Düşünceler hep süzgeçten geçirilerek aktarılıyor. Gerçekten bir dayatma var mı? Yaşamı dayatma düzeneğine çeviren ya da çevirten ne? Belki de rutin düzeneğin kendisidir. Gerçekten ne kadar yaşıyoruz. Sadece aşıkken mi yaşıyoruz! Ya da ayrı iken hisettiğimiz melankoliler mi bizi ayakta tutuyor?


Sana soru soruyorum
Susuyorsun
Seninle konuşmaya çalışıyorum
Susuyorsun
Aslında beni bilerek ya da bilmeyerek eğitiyorsun
Ama hala çağrışımsal düşünmeme bir çözüm bulamadın
Hala uçuşlardayım…
Ne seninle, ne sensiz
Gönlüm söz dinlemiyor.
Baharı yitirdim
Sıcak tenimde dans ediyor
Varlıkla yokluk arasında dolanıp duruyorum
Zaman hakkında düşünüp duruyorum.
Zamanda aynı yolda yürüyor muyuz?
Aynı saatleri yaşıyoruz ama aynı zaman içinde yaşıyor muyuz?
İnsan görmek istemiyorum
Sadece sessizlik istiyorum
Kendi sesim bile hasta ediyor beni….

Bazı zamanlar sadece beden olarak yaşasam ne güzel olurdu. Güneşi, havayı, rüzgarı ve kendimi hissetmeden sadece yaşasaydım ne olurdu? İşte yine sadık yarim sana döndüm yazıyorum. Belki aynı sözler, aynı terane ama! İçim titriyor. Bu garip bir hal. Tarifi bende değil. Düşünüp duruyorum. Gidiyorum. Her gidiş de yaşadığım o garip ayrılık kaygısı şimdi yok. Aidiyet duygumu yitirdiğim için sanırım bu kadar rahatım. Bu dünyada hiçbir şey bana ait değil. Canım bile benim değil. Her şeyin tasarrufu başkasındaysa ben ne yapabilirim diye düşünmekten insan kendisini alamıyor. En azından safını belirleyebilirsin. Ben kimden yanayım.

Düş kurmadan bir adım öteye gidemiyorum
Gerçek nerede başlayıp nerede bitiyor
Ben nerede başlayıp nerede bitiyorum
Hep sorular var zihnimde ama ya cevaplar
Her şey benden ayrı
Giderken ne kendimi ne de seni götürüyorum
Sadece toz olmak istiyorum
Zaman bir toz aslında
İçinde sadece kendini saklayan
Ama bu öyle bir toz ki içinde yaşamı taşıyor
Özünü toz yapsan ne olur acaba
Hep son solukta bir hikaye yazıyorum
Her yarım kalmış hikayeyi yeniden yeniden yaşayarak tamamlıyorum
Oysa tamamlanacak hiçbir şey yok!
Zaman toz
Ben toz
Sadece birbirimize karışıp duruyoruz
Gerçekten karışıyor muyuz?
Zaman bana karışmadan bir an olsun bir yerde durmak istiyorum.
Öz, töz, toz ne olursa olsun durmak istiyorum.

… gökyüzünde dolanan iki kuş gördüm. Biri hep diğerini izliyor. Yüreğim öylesine seninle dolu ki ben de bir kuş olmuşum seni izleyip duruyorum. Nereye kadar gideceğimi bilmeden. Gittiğin yere beni götürüp götürmeyeceğini bilmeden. Gerçekten beni götürür müydün? Bunu bilmeyi çok isterdim. Götürseydin neyin olarak gelecektim ki!

Tek bildiğim zamansız acı çekmek insanın anını çok yakıyor!





2 Temmuz, Sivas ve Belkıs Çakır'ın Anısına

"Sıcak bir yazdı anımsadığım. Üniversitenin ilk yılı bitmişti. Son beş yazdır olduğu gibi aileme ait bir iş yerinde çalışıyordum. Yazları sıcak ve kurak geçen bozkır ikliminde tek eğlencem kitaplardı. Haftada 2-3 kez de sinemaya giderdim. O günlerde kavradım tek başına film izlemenin ne derece keyifli olduğunu. Çocukluğu üzerimden bir türlü çıkartmak istemediğim günlerdi. Son günlerde tatile gitmeyen arkadaşlarımla buluşup yeni açılan pizzacıda vakit geçirmeye, daha doğrusu günü öldürmeye başlamıştık. Sözde üniversite 2. sınıf öğrencisiydim. Ancak, yaptıklarımın liseli bir öğrenciden çok farkı yoktu. Sıcak insanları durağanlaştırmış, miskinleştirmişti.

Hayatımı sorguladığım günlerdi. Yaptığım işten memnun muydum? Sahiden bu kız, bu insan mı olmak istiyordum! Aklımda onlarca soru tilkicilik oynarken, ben sadece yaşıyordum..."

Sivas olaylarının üzerinden on beş, belki de yirmi gün geçmişti. Önümde gazete, Sivas haberlerini okuyordum. Metin Altıok’un şiirleri her yerde yayımlanıyordu. Herkes Aziz Nesin’i konuşuyordu. Kitaplarını daha çok kişide görmeye başlamıştım. Herkesin dilendeydi Sivas. O ana kadar benimde sadece dilimdeydi…

Kendimi kaptırmış bir şekilde gazete okurken içeriye lise arkadaşım Hakan girdi. Babasının aynı pasajda ofisi vardı. Canı sıkılınca bizi ziyarete gelirdi. Gazeteye baktı "çok üzgünüm" dedi. "Ben de" dedim. "Olayları anlamaya çalışıyorum sadece" dedim. Yüzüme baktı "seni daha üzgün bulacağımı sanmıştım" dedi. Ne demek istediğini hiç anlamadım. Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. Hakan durdu "senin hiçbir şeyden haberin yok" dedi. "Neden haberim yok?" dedim. O anda ayağa kalktığımı anımsıyorum sadece.

"Orada Belkıs’da yandı" dedi.

"Hangi Belkıs?" dedim. Sadece bağırdığımı anımsıyorum: "bu doğru değil!".

Elime telefonu aldım ve hemen Belkıs’ların evini aradım. "Ben Şebnem! Belkıs’ı telefona verir misiniz?" dedim. Sesimden kendim irkildim. O ses de kaderi reddediş vardı. Bir isyan! Bir haykırış! Karşıdan gelen tek ses “Kuzuuuuuuuuum!” oldu. Dakikalarca bir şeyler demeden, diyemeden ağladığımızı anımsıyorum telefonun bir ucunda ben, diğerinde bir anne. Annem gelip aldı telefonu elimden. Belkıs dedim... O telefon nasıl kapandı anımsamıyorum. Tek bildiğim Arkadaşım artık yoktu!
Temmuz 1993

"Ben şimdi biraz da
Senin için görüyorum
Gökyüzünün parlak,
Bakış seken mavisini.
Ben şimdi biraz da
Senin için duyuyorum;
Gecenin o sarsak,
Yokuş çıkan ezgisini.
Ben şimdi kanayarak
Senin için yaşıyorum;
Sazan derisi gibi
Günlerimi külle soyarak"

 

Bu satırları yazmadan önce “ ben şimdi biraz ”ı okudum Metin Altıok’tan.

2 temmuz hep sıcak geçecek bazı yürekler için..
Bazı kaderleri sırtlanmak çok zor. Yangın yeri olarak anımsanmak bir şehir için. Yangın yeri olmak yüreklerde! Her şehrin bir kaderi vardır. Her şehrin bir yüreği. Şehri ayakta tutan yürek atışıdır. Susmuş, susturulmuş bir yüreğin şehri olmaz.

Belkıs Çakır 35 yaşında olacaktı bu mevsim.

Lise arkadaşımdı Belkıs. Aynı sırada oturduğum güzel bir kızdı. İnceydi! Narindi! Nazenindi! İnsandı! Hiç kimsenin kalbini kırmadı. İçtendi. Gülümsemesini anımsıyorum. Kömür karası gözlerini. Gözlük takardı ve bundan hiç hoşlanmazdı. Son dört yıldır bende gözlük kullanıyorum ve bunu pek sevmiyorum. Onun gözlükleri siyah çerçeveliydi. Benimkiler kırmızı. İnce, uzun parmakları vardı benimkilerin aksine. Kalem tutarken bile yara olurdu elleri. İşte öyle narin bir kızdı. Güzel bir sesi vardı. Çok şarkılar söyledik birlikte. Son dönemde de halk danslarına merak salmıştı. Elimiz cebimizde suni teneffüs saatlerinde bahçeyi arşınlarken şiir okurduk birbirimize. Aynı sırada oturmaktan hep keyif aldığım bir kızdı. Uzun telefon konuşmalarımızın ardından babamın “evladım siz okulda hiç konuşmuyor musunuz?” dediğini anımsıyorum. Abisini çok severdi. Ben de abimi çok sevdim.

Tüm bunları neden mi anlattım?

Arkadaşımı çok özledim. Anımsandığını hissetsin istedim. Aradan geçen 16 yıla karşın ilk gün ki gibi olayın sıcaklığını hissettiğimizi bilsin istedim. Ben duygumu yazdım. Bu olaya objektif bakamam.

Neden mi?
Karanlık güçler var bu ülkede. Nerededir, kimdir o bilemeyiz. Sadece var oldukları dilden dile dolaşır. O yüzden hep birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyarız. Hele şu günlerde! İşte bu söylemlerle korkularımızdan öfkeler üretiriz. Yakar, yıkarız. İncittiğimizin kendimiz olduğunu bilmeden. Çünkü, hep susturuluruz çocukluğumuzdan beri. An gelir susmaz oluruz. Çünkü sustukça sıra bize gelir.
Hayatı tekerleme gibi yaşadık.
Çünkü hayat bir iktidar mücadelesiydi. Bu mücadelenin askerleri gibi gözüken özgürlük, eşitlik, demokrasi ise tek dişi kalmış canavardı. Canavara yenildik...

! Bu yazı günleri putlaştırma değildir.

Sivas olayları kadar Başbağlar'da canımı acıtmaktadır. Yaşananları anımsamaktan öte anlayacağız, sahiden bir olacağımız günlerimiz olsun.

Arkadaşıma, canım Belkıs'a ve tüm vefaat eden canlara!

Gönlüm bu kadarını yazabildi.

Bundan sonrasını, sözün ötesini Bir Milyon Kalem (1MK) yazarlarına ve okura bıraktım!