Herkesin Rüyası Kendine Benzer


İnsan her gece rüya görür mü? Sevim görüyor. Gitmediği yer kalmadı dünyada. Yakında uzaya el atacak. Aslında içten içe bunu istiyorum. Bir kara deliğe rastlasın diye dua ediyorum. Kara delik bu, uyku muyku dinlemez, insanı yutuverir. Ben de kurtulurum. Hem rüyalarından hem de Sevim’den.

Ne meraklıymış rüya görmeye karım. Hani bir daha evlenecek olursam, müstakbel eşimin kötü huylarını ya da marifetlerini öğrenmek için didinmeyeceğim. Tek bir şey soracağım kendisine. “Rüya görüyor musun?”. “Görüyorum” diyenin… Cennetten düşmüş huri bile olsa daha bakmam yüzüne. Aman aman sakın “rüya görüyor diye hanımla aranı bozmaya değer mi?” demeyin. Değer! 

Neler çektiğimi bir bilseniz her sabah. Horoz öttü mü, Sevim doğruluverir. Ayaklarını iki seksen uzatır yatağın içinde, sırtını yaslar duvara. Gözlerini tavana diker sanki vahiy gelmiş gibi başlar anlatmaya. Kaf dağına çıkar, Asya çöllerini gezer, tropik adalarda ne maceralar yaşar. Sevim rüyasını yarılamadan daha saat çalar, ben kalkarım. “La havle” çekip gömleğimi, pantolonumu ütüler, kravatımı bağlar, çocukları uyandırır, çayı koyarım. Sevim daha reklam bile almamıştır rüyasına. Kız mızırdanır açıktım makamından, oğlan geceden bitiremediği ödevleriyle boğuşur. Masayı hazırlarım bir çırpıda. Sevim daha yeni kutuplara varmıştır. 

Ben çocukken rüyalar sadece görenler için değil, rüya anlatıcısını dinleyenler içinde ilginçti. Malum televizyon, bilgisayar, bermuda şeytan üçgeni “google, feysbuk, tivitır” o günlerde hak getire. Yaşantılarını rüyalara taşıyıp öyküleştirenler pek revaçtaydı o vakitler. Çünkü masal niyetine paylaşılırdı meclislerde. Anlatılanın neresi düş, neresi gerçek, neresi arzu, şehvet bilinmezdi. Bunu kimsenin önemsediğini de sanmam. Çünkü aslolan hikâye anlatıcısıydı. Bizim anlatıcıya bakıyorum da… Kulağım kaldırmıyor anlattıklarını zihnime taşımayı. Veriyorum kendimi işe, çocuklara.
Saat yedi buçuk. Sevim Paris’e yeni varmış. Bilmem kaç yüz tane olan bavullarının gelmesini bekliyor. Ne rüyaymış kardeşim. Sanırsın anası rüya görsün diye doğurmuş Sevim’i. “Başını yastığa koysun, uyanasıya kadar rüya görsün, gece olana dek de gördüklerini anlatsın kızım” demiş herhal. 

Neyse ben kahvaltıyı hazırlar, bir iki parça azık teperim çocukların ağzına. Kendim yerim yemem, düşeriz yollara. Oğlan okula, kız kreşe. Biz evden çıkarken Sevim hâlâ tavana anlatır rüyasını. Seslenmeden kapıyı yavaşça çeker çıkarız. Derin bir soluk alırım her seferinde. Sevim kutuplardadır o vakit. “Don anasını satayım. Ya da kazık çak oraya da geleme bir daha” derim içimden. Çocuklar yanımda olduğundan şöyle rahat rahat da beddua edemem. Oğlan, kız bakarlar yüzüme. Seslenmezler.

Günlerden bir gün Sevim yine kutuplarda, çıktık evden. Kız yapıştı elime, oğlan ardımızda yürüyoruz günün geri kalanına doğru. Kız fısıldadı: “Baba sen hiç rüya görmez misin?”. Aval aval baktım çocuğun yüzüne. Derken oğlan asıldı öbür elimden.”Sahi baba sen hiç rüya görmez misin?”. Şaşkınlığım iki misline çıktı. “Görmem” dedim. Bunun çocukları rahatlatacağını düşünmüştüm. Bari babalarının aklı başında olduğunu bilsinler istedim. Ama düşündüğüm gibi olmadı. İkisi de başları önlerinde, gıklarını bile çıkarmadan yürüdüler. Bir müddet sonra kız hayıflandı. “Desene baba biz sana çekmişiz. Hiçbir zaman annemin gittiği yerlere gidemeyeceğiz.” Oğlan yüzüme baktı. İçimdeki kederi kavradı belli ki seslenmedi. Ya da anlamadı olanı biteni, bir şey deyip erkekliğine helal getirmek istemedi.

Çocukları okullarına bıraktım. Nasıl geldim işe hiç anlamadım. Rüyaları düşündüm. Göremediklerimi. Patates kafamı kaşıdım. Sevim’le ilk tanıştığımız zamanlara gittim. Taze kızılcık memelerini avuçladım, öptüm. Ne zamandır koyun koyuna yatmadık diye hesaplamaya çalıştım, parmaklarım yetmedi. 

Anlayacağınız evliliğimiz Sevim’in rüya görmeye başlamasıyla tepetaklak oldu. Her geçen gün rüyaları çeşitlendi, uzadı. Gün geldi yanından kalkıp gittiğimi fark bile etmedi. Neredeyse gözü çocukları bile görmez oldu. Sadece uyumak için nefes alır hali beni delirtiyor. Ve her gece rüya görmesi… Nasıl çıldırmayayım ki!
Dünya turuna çıkar Sevim her gece. Kabarelere, tiyatrolara, operalara, sosyetik mekanlara gider özendiği kibar hanımlar gibi. Davetlere katılır. Adını daha önce hiç duymadığım yemekler yer, içkiler içer. Bir giydiğini bir daha giymez. Tanımadığı yazar, şair, ressam yoktur. Sevim gezer tozar, benim rüyalarım incinir. Sevim eğlenir güler düşünde. Benim rüyalarımın gözleri dolar ama ağlayamaz. Uykum siyah bir ekrana döner her gece biteviye. 

Sahi ya ben ne zamandır rüya görmüyorum? Belki de Sevim benim, çocukların yerine rüya görüyor. Ben Sevim’i biraz tanıyorsam kesin öyledir. Yoksa nasıl her akşam Paris’te yemek yer, sabah New York’ta uyanır. Oysa Burgaz’a bile gidemedik on küsur yıldır. Sevim rüyalarına benziyor. Belki de rüyaları Sevim’e. 

Fotoğraf: Özgür Çakır

4 yorum:

kahvetelvesi dedi ki...

Eğlenceli, etkileyici, ilginç bir yazı olmuş :) Rüyaların bilinçaltıyla ilintili olduğuna inanırım..Sevim'in iç dünyasında neler var acaba, merak ettim :)

Erkan Şen dedi ki...

Okundu...

Bettra dedi ki...

Keyifle okudum :) Sevim kadar olmasin AMA ruyasiz da olmasin hayat... Nasil ucarim ucsuz bucaksiz denizlerin uzerinde o vakit..?

Sevgiler...

Adsız dedi ki...

hemen her gece rüya gören, sıklıkla aynı saatte uyanıp başucunda tuttuğu kalemi eline alıp not eden bir kadın olarak korktum: ''acaba içimemi kaçtım''diye.Kimi sabahlar tavana sabitlenmiş bakışlar, gün boyu kafamı kurcalayan rastlantılar... Feci!