Yeni Gün Senfonisi

İşte bir gün daha başladı. Zihnim karma karışık. Bazen elimde bir silgi olsun istiyorum. O yeni yetmelikte hissettiğim yeni gün büyüsünü yeniden yaşamak için. Derdik ya: Yepyeni bir gün! Bu yepyeni gün -ki her ne demekse- şimdilerde çok uzak bana. Yeni bana çok uzak. Tamamlanmamış bir şeyler işi bitirmek gibi soluk aldığım her gün. Yok, bu öyle depresyon duygusu ya da yalnızlık senfonisi değil. İçimden bir şeyler akıp gidiyor. Debisi oldukça yüksek. Bazen ben bile buna dayanamıyorum bu gidişe. O nedenle sana dur demedim. Gitme demedim. Bekle demedim. Gitme demedim. Sen başka bir coğrafyada gözlerini açtın bu sabah. Belki ruhlarımız aynı dağlarda, denizlerde geziyor. Nefes aldıkça içim sızlıyor. Şimdi artık sende uzaktasın. En az bana ben kadar uzaktasın. Böyle zamanlarda burnumun direği sızlar. Ağızdan nefes almaya çalıştıkça boğazım kurur. Burnumun çok acı çekme istemi var ya.. Tüm sistemim bir olur kalbim burnumda atar. Her nefes alış beni bu şehre daha çok bağlar. Ve bu bağ! Ve bu bağ beni yutar. Herkes gider, ben kalırım. Bir rüzgâr kalır benimle. Eteklerimi uçurur, yüzümde dans eder, bana türkü söylettirir. Ama her nedense onunda hep acelesi vardır. Arada sırada olsa uğrar! Bilir benim onu istediğimi hemen çıkar gelir. Arşınlanıp bitmeyen yollar, rüzgâr, ben ve sözleri eskimiş türküler bu coğrafyanın içinde yaşar gideriz. Uzun olur gemilerin direği, yanık olur efelerin yüreği, ne ben gelin oldum, ne sen güveyi, o yüzden kapanmıyor gözlerim.. Of Anadolu of! Hercai mevsiminde gül dermeye benzer benim öyküm. Daha sabah. Üstelik yeni gün! Böyle diyince gülümsüyorum. Komik geliyor gülüyorum. Yeni gün yeni gün yeni gün bizlere mutlu olsun! Ay ne şarkılardı onlar. Koroda olmak tam bir işkenceydi benim için. Süslü müzik öğretmeni saçını savururken onun tam ters istikametine giden bedenim notaları da götürürdü. Zavallı öğretmenimin içine sinmeyen şeyi bulması günlerini aldı. Sonunda benim oyun bozucu ruhumu fark etti ve koro günlerim birden sona erdi. Üzülmedim de o gün bugündür koroların ritminin olmadığını düşünürüm. Sol anahtarı bende kaldı. Sağ partiler hep iktidar. Ya hep azınlıkta kaldım ben. Ama en çok içimi acıtan kendi coğrafyamda azınlıkta kalmak oldu. Benim başka bir ülkem yok. Başka nefes alacağım bir toprak yok. Bu nedenle gelemedim seninle. Sen git dedim. En derin en temizinden sevdim ben seni. Özlemle bekledim. Sen git ben gelemem. Sen yaşa ben hissederim. Ama hissediş bedenle aklı ikiye bölen bir dikotomdan öteye gitmedi. Ortada şimdi ne beden, ne akıl, ne sen ne de ben kaldı. Zaman vurdu! Zaman döndü, yaşandı, döndü hep vurdu! Sen gittin. Neden daha çok ısrar etmedin beni de götürmek için. Ya da neden ben kalayım demedin. Neden ben gelemedim seninle! Ne var bu topraklarda senden öte. Sorgu yapmak için sorguladığının bir şeyi olmak gerekir derdin. Sorgu yok. Nasıl sigara istiyor canım en organiğinden. Ya ben ne garip adamım sarhoş bile olamıyorum. İlk defa bilinç istemiyorum. Sessizlikten, sensizlikten, yağmursuzluktan tükenen yüreğimi rüzgâra teslim ettim. Belki o beni iyileştirir. Ne olacak senin bu halin gözüyle bakıyorlar bana. İnceden dalga geçiyorum hepsiyle. Aslında bu pejmürde hal beni rahatlatıyor. Bu öyle haz verici ki sadece kendimi yaşıyorum ve en sanalından seni. Zaten dünya gerçek mi ki? Maddeye bu kadar bağlı insan mutlu olabilir mi? Maddeden arınınca vücut beka bulur mu? Bekadan öte yaşarken ölür mü? Bu sonsuz mutluluk getirir mi?

Geçenlerde bir yazı okudum keşke dedim birden heyecanla doğruldum yerimden bunu sen de okusan. Sadece sen! Yani gördüklerimi görebilsen. Yine benim mevsimim geldi. Sonbahar. Yollar çok güzel. Çıkıp gitmeyi zorlayan yollar. Yine film festivali, ardından caz haftası, sonra fakir insanlar semtinde panayır var. Ahmet babanın yeri daha bir güzel. Çocukluğumuz da imrendiğimiz şarap şişeleri, tavada balık ve canım kalamarlar, kötü beyaz peynir ve midyeler. Çok konuştu Ahmet Baba benimle. Göle karşı oturduk. Göl artık bizim değil, ağaçlar yandı. Su yok. Göl çekildi. Giderken seninde götürdü. Çocukluğumuzun en güzel uçurtmalarından birine oturttu seni. Uçurdu, uçurdu, en uzak diyarlara götürdü seni. Bu göl kıyısında otururken sana gitmek istediğim yerleri söylerdim. Peru derdim, Arjantin, sonra Guadal Kanal sayardım. Sen salaksın derdin. Ne işin var buralarda! Ama sen gittin. Yine giderken de salak ben oldum. Ahmet Baba sana selam söyledi. Ruhlar hiç gitmezmiş dedi. Bir onun yanında durabildim. Seni konuşabildik. Sonra hastaneye geldim işte. Hasta baktım bolca yine. Çok popülerim. Çok hastam var. Kendime hayrım yok ama dokunduklarım büyüleniyorlar. Süpervizyon Hocam bunun tehlikeli olduğunu söylüyor. Aşklar nefrete dönüşebilir ve her aşk bir gün biter diyor. Ya Yunus 17 yıl eğri odun getirmeyen Yunus! Bir söyle aşkın bitti mi? Serap Hoca bana bu nedenle takık az. Bende çok iplemiyorum. Buradaki arkadaşlar benden daha telaşlılar. Ben iplemiyorum. Bak yine seninle konuşuyorum. Ben seni duyuyorum her beni çağırdığında geliyorum. Acaba sen beni duyuyor musun? Bir kerede sen gel be adam! Bir kerede kal! Bir kerede geldim de! Gitmeyeceğim de! Bitsin bu ızdırap…

Yine haklısın! Ben git-gelleri seviyorum. Durduğum yerde duramıyorum. Böyle uçuşmalara bayılıyorum. Rüzgâr eteğimi uçurur, nerede bir su birikintisi olsa içine düşerim, nerede bir köpek görsem peşine düşerim, bir çikolata için ölürüm. Tam senin tersin. Sen hiç sevmezdin bunları. Hep bana kızardın. TANRIM BENİ BAŞTAN YARAT! Demedim.. Sevdim ben kendimi. Sana rağmen sevdim. Sana rağmen seni sevdim. Seni çok sevdim. Hep sevdiğimi söyledim! Öyle çok söyleme derdin değeri kalmaz. Değil! Ben seni çok sevdim. Çok söyleyeyim ki sende hisset. Sevgiyi bil. Bil ve yaşa. Doya yaşa istedim.

Yine sabah! Ama başka sanırım. Evet, evet başka bir sabah. Günlerden ne bilmiyorum. Yeniden yaratılmadım. Aynı beden de hala aynı benim. Bunu taşımak zor ama benim. Hala sabah. Uzun bir sabah. Limonla birlikte yoldayız. Arabasına isim takan kaç kişi tanıyorsun demiştin bir keresinde bana. Bende tanımıyorum bu benim özgünlüğüm demiştim. Her şeyi insanlaştırma ya da kişilik verme çabamdan nasıl tiksindiğini söylemiştin. Neden beni acıttın sen! Ve ben niye bunu sana hiç söyleyemedim! Ve neden beni acıtmana izin verdim!
Trafik yoğun. Ters yola mı girdik biz Limon. Tüm arabalar üzerimize üzerimize geliyor. Rüzgâr yok. Kupkuru bir hava. İçini kurutuyor insanın. Tüm sinüslerim boş. Eski Fransız filmlerinden fırlayan kadınlar gibiyim. Dar virajlı yollarda hızla araba kullanan kadınlar. Yolun iki yanı ağaçlarla kaplı, aşağısı uçurum. Kepek sorunu olmayan saçların rüzgârda savrulmasını engellemek için şifon ya da ipek eşarplar takılmış. Rauf Denktaş’ın 1970′lerdeki gözlüğünün siyahları gözlerde. Tamam, basmayın kornaya anladık yeşil yandı. Hala yeşil hattayız ne ileri ne geri. Adam Birleşmiş Milletler gibi duruyor önümde üstüne mi çıkayım. Ayy! Bir daha kırmızı yansa dinleneceğiz. Ama daha hiç gidemedik ki. Kaldım yine buralarda. Limon bu gün tam gaz. Arabasına isim takan kaç kişi var deyip dururdun. Sen limonu hiç sevmedin. Ona çok sert davranırdın. Oysa o seni nerelere taşıdı. Yeşil yandı tam gaz ileri.

Gitmeyeceğim! Kalacağım burada. Çark ettim. Kalıcağım!

Limon ve ben eve döndük. Artık yazıyorum. Hala sabah. İçimden konuşmanın ötesinde yazıyorum. Artık yazıyorum.


1 yorum:

aslııııı dedi ki...

şimdi ağlardım zırıl zırıl ama olmaz bu kadar insan karşımda otururken.onlar beni bilgisayara bakıyorum çalışıyorum zannediyor.söylesene hep böyle sancılı yarım aşklar mı bitemiyor büyüyüp büyüyüp infilak ediyor insanın içinde.yıllar geçiyor onlar hortluyorlar bir yerlerden.bir söz bir sahne bir mevsimle