Aylarca karnımın içinde devinip duran
bebeğe bakıyorum. Kafası göğsümde, elleri elimde öylece oturuyoruz. Başına
gelen onca şeye karşın metanetini koruyor. Bütün gün o oda senin, bu oda benim
dolaşıp durdu oysa hastanede. Kimi şefkatli, kimi hoyrat onlarca el dokundu
minik bedenine. O sustu, biz ağladık. Belki bizi hoş tutmak için çarpıyor
minicik kalbi. Hani bir başlasa ağlamaya feryat figan hepimiz koyuvereceğiz
ama…
Umut, kedi, ben ve bebek yan yana
oturuyoruz. Uzunca bir yolculuktan sonra mola vermişiz gibi. Yüzümdeki
ifadesizliği bozmaya yeminli sineği saymazsak, her şey sütliman. Gündüzün
çığlıkları, bağrışmaları, siren sesleri, meraklı gözler, acıklı yüzler, cevapsız
bekleyişler nihayet siyah halının altına süpürüldü. Birbirine bakan, yarasını
gören, bakışlarıyla teselli veren; yetinmeyip birbirini dinleyen insanların
gölgesi düşmüyor geceye. Neyse ki. Bir tek Umut’un gözlerindeki yarım kalmış
sevinç ve sessizliğimiz…
Yıldızlı bir gece. Yıldızlar hep
gökyüzünde. Ama canım isterse görüyorum onları. Yanıp sönen parlak ışıklar. Hep
orada olsalar bile, çoğu zaman başımı göğe çevirmiyorum. Uzun süredir aklıma
hiç düşmüyorlardı. Şimdi ne olduysa bakışımı toprağa çevirmek istemiyorum. Yıldızlara
bakıyorum. Arada gözüm kollarımda sardığım sıcaklığa takılıyor, bebeğimi
okşuyorum. Canımın istediği her şeyi görüyorum onda. Aylardır beklediğimiz
misafir gelmiş. Onca hazırlık… Raftan düşmüş gibi, hızla aşağıya inen
bakışlarım kediye takılıyor. Umut’a daha yakın oturmuş, hatta kuyruğuyla
sırtını sıvazlıyor. Benim baktığımı görünce çeki düzen veriyor kendine. Umut
ise kim bilir hangi yıldızın peşinde. Belki de kayıp gitmeyi düşünüyor.
Üçümüzün de dinlenmeye ihtiyacı var. Boğazımızdaki düğümü çözmeye. Sadece
dinlenmek de değil, birilerinin bizi dinlemesine de. Sabırla, sözümüz
kesilmeden dinlenilmeye ihtiyacımız var. Kana kana konuşmaya, zehrimizi
boşaltmaya. Ama kim dinlemek ister ki bizi? Bir adam, bir kadın, bir kedi ve
bir bebeğin hayatını, kim dinler? Hem de sıkılmadan. İnsan hayatına duyulan
sağlıklı merak duygusunu gidermek için dinlemek isteyen biri çıkar mı? Hangi
canlı bir diğerinin korkularını taşımak ister? Geceye karpuz kabuğu düşürmemek
gerek. Ürkülerin hepsi sabahın olsun. Ah bebek, sıralı kavak dibinde senin de
toyluğun olsun. Yıldızlı gecede Umut ve Nigar sarılsın birbirine. Kucaklarında
bir bebek eli, bir de pati. Bir bir uyutmak için yıldızları, başlasınlar
ninniye. Atem, tutem men seni/ Şekere katem men seni/ Akşama baben gelende
oy/Önüne atem men seni.
Ninniyi söylemeye daldım, yine unuttum mektubun
gerisini. Nasıl bir akıl oyunudur bu anlamıyorum. İnsan, yol arkadaşını nasıl
unutabilir? Mektubu kutusundan çıkarmak öyle zor geliyor ki. Kim gidip arayıp
bulacak onu dolabın derinliklerinden? Pati! Şuna da bak. Bir iş istemeye gör.
Tırıs tırıs nasıl da uzaklaştı yanımdan. Zul geliyor şimdi kalkmak. Bir gayret doğrulmuşken…
Yıldızlı
bir gecenin oyunu bize bu…
Anımsıyorum! Oturayım oturduğum yerde. Sımsıkı
yumdum gözlerimi. Dünyayla bağımı kesince bir bir aklıma düşer her şey.
Yıldızlı
bir gecenin oyunu bize bu…
Nasıldı gerisi bu mektubun! Yok yok anımsadığım bir şey yok. Madem
gidip alamıyorum mektubu, o zaman tek çare en başından bir daha okumak. Ve
ninniye gelince, mırıldanmadan bir sonraki satıra geçmek.
Aylarca karnımın içinde devinip duran bebeğe
bakıyorum. Kafası göğsümde, elleri elimde öylece oturuyoruz…
Annemin yazdığı onca
şey içinde, neden bu mektup daha çekici geliyor bana? Cevabı kolay aslında: Doğduğum günü
öğrenmek istiyorum. Nasıl bir gündü? Yağmurlu, sisli, güneşli… Üzerime ilk ne
giydirdiler? Annem ne giyinmişti?
Terlikleri mesela. Nasıldı? Topuklu, tüylü, pullu… Al basmasın diye kırmızıydı
belki. O güne dair öğrenebildiğim tek şey gece… Yıldızlı bir gecede doğmuşum.
Adımı o geceden esinlenerek koymuşlar.
Bak mektubun devamını unuttum yine. Parazitlerle dolu bir radyoda sevdiğin
şarkıyı dinlemeye çalışmak gibi bir şey bu. Olsun gün uzun. Nasılsa
evdeyim. İstediğim kadar doğduğum günü düşünebilirim. Okula gidemeyeceğim,
hastayım çünkü. Ben hasta olunca, ev de hasta oluyor. Annemin ve babamın
korkuları, sabahı tansiyon ve mide ağrısı olarak selamlıyor. Akıp giderken gün,
herkesten çok benim dertlenmem gerekiyor, ama ben hiçbir şeyi umursamıyorum.
Hasta olmak güzel şey. Evde kalmak. Yan gelip yatmak. Doğduğum günü düşünmek,
büyümemi bana masalmış gibi anlatan anıların arasında gezinmek. Bir şekilde okuldan
yırtmak, aylaklık etmek, kendimle baş başa kalmak güzel şey.
Pencerenin yamacına tünedim. Evimize
koşut apartmanları tarıyor gözlerim. İşte orada! Sahneyi çoktan kurmuş. Tütüsü
üzerinde, ayaklarında puantlar. Kurşun askerden bir bölüm sergiliyor belli ki.
Onu izlediğimden habersiz. Gözlerimi kapıyorum ve müziği dinliyorum. Beni
kendimden geçiren operaların geçiş töreninden sıyrılıp, gözlerimi açtığımda çoktan
dansa başladığını görüyorum.
Plie… Evet, işte bu plie. Bir bebeğin adım
atmasıdır balede plie; dizler kırılı halde durmak. Ne müthiş bir şey. Bebek ilk
kez ayağa dikildiğinde anne ve babasının yüzünde parlayan sevinç kamaştırıyor
gözlerimi. Ayaklarıma bakıyorum. Yapabilirim. Onun yanında durmak için aralıyorum
perdeyi. Haydi! Bir plie. Ayakta duran çocuk birkaç adım atıyor. Anne ve babası
heyecandan havaya zıplıyor. Alkış, ıslık, türlü tezahüratlar eşliğinde hayata
yürüyor bebek… Plie tamam. İkinci adıma geçmek için hiç sabırsızlanmıyorum.
Ayaklandım da diz kırıyorum. İki battement tendu. Şiir
gibi bir şey bu. Birkaç saniye kendi kendime mırıldanıyorum. Battemant tendu, battement tendu, battement tendu…
Yan yana duruyoruz. Birlikte hareket ediyoruz. Yüzüme hiç
bakmıyor. Baksa, belki aramızdaki büyü bozulacak biliyor. Başıyla yönetiyor
dansı. Ne kadar da tatlı! Beni hiç zorlamıyor. Ayağının altını yere sürüyor ve
son noktada duruyor. Kalçası tam açıktayken, bana bakıyor. Yok, yok “bu olmaz”
bakışı değil, “sabret” de değil… “Ne acelemiz var!” dercesine gülümsüyor.
Battement tendu beni büyülüyor. Ayaklanmışım. Birazdan kendi etrafımda
döneceğim.
Yıldız! Bacaklarını ger. Bu yürümek için ilk
adımdır fizyoterapide. Biraz yürüyelim. Sonra dinleniriz. Hatta biri bizi dinler
belki de.
Fotoğraf: Özgür Çakır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder