7 yılllık esaret




ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

Ben Sana Mecburum, Attila İLHAN


Yedi yıllık esaretin bitişinin bugün 1. yıl dönümü.. Artık anlatacağım..

1 MART GECESİ – 2007
Anne ve baba her sınav öncesinde çocuğa yeni bir elbise alırlardı. Çocuk onlarca imtihandan geçtiği için dolabı bir kez giyilmiş sınav kıyafetlerinin istilasındaydı. Çocuktu nihayetinde! Üzerindeki kıyafetler özgürlük formasıydı, yarınsa bir KADIN gibi giyinip bi salondaki 5 kişinin karşısında durmak zorundaydı. Çok güzel bir elbiseydi.. Gelin gibi olacaktı giyince. Yarın bu elbiseyi giyecekti.. Annesi, babasının ona düğününde taktığı ve boynundan hiç çıkartmadığı kolyesini avuçlarına bıraktı. Dedesi çocuğun avuçlarındaydı. Artık kolye onda ömür sürecekti.. Artık son sınavdı bu! Anne çocuğu büyütmüştü! Kolye,belki de kırmızı kurdeleydi..

Her sınav öncesinde baba ve çocuk balkonda oturup biraz yıldız toplarlardı. Beyaz saçlıydı baba. Çocuk, babası gibi olmak isterdi. Beyaz! Baba çok dürüsttü. Ama onun işiydi bu! Hakem olmak, hakim olmak beyazlıktı. Baba tertemizdi. Çocuk hakim miydi hayata? Çocuk babası gibi miydi? Babasına baktı çocuk bunu düşündü.. Baba böyle zamanlarda çocuğun en sevdiği hikayesini anlatırdı. Anne ve baba birbirine nasıl aşık olmuşlardı? Gökyüzünde yıldız avında baba ve çocuk! Baba anlatırken hikayenin en can alıcı yerinde anne gelir yanlarına otururdu. Baba, anneye elini uzatırdı “Senin en güzel yerin kahverengi gözlerin” derdi. Annenin sesi çok güzeldi. Anne mırıldanırdı! Çocuk dinlerdi. Aşkın kol gezdiği bir evde büyümüştü çocuk. Büyük bir aşkın meyvesi olmak da zordu. Baba ve anne kalktılar. Az gökyüzü dolsun içine dediler.. Çocuk düşündü! Gökyüzü bazen içine doluyordu çocuğun. Bu akşam yıldızlı gökyüzünü içine aldı çocuk.. Yarın sınav günüydü! İmtihana çekilecekti.. Sonra! İmtihan edecekti..

28 ŞUBAT- 2008
Tam üç yıl öncesini anımsadı çocuk bir dostla dertleşirken. O dost ki her konuştuğunda aslında kendini değil çocuğu anlattırdı. Çocuk onu işte bu nedenle çok severdi. Çünkü çocuğa ayna tutan pek azdı. Yok denecek kadar azdı. Çocuk gerçekleri istedikçe insanlar ondan kaçtı. Çocuk açıldıkça, insanlar kapandı. Soyun dedi çocuk! Sonra çıplaklığı görünce giyin dedi. Çünkü ne giyinik ne de soyunuk sadece gördüğü insandı. İnsanı zorlarsan kaçar. Direndiği neyse onu sarmak gerek. Demek ki direndiği yaşama bağlıyor insanı. İşte orada hayat var.

Çocuğun düşüncelerinin çığlığını bir tek dost duydu. Geldi buldu çocuğu.. Dinledi. Anlattı. Paylaştı. Kendini koydu ortaya. Ama zaten kendide çocuktu. Bir balıkçının ilk siftahını çığlık çığlığa paylaşan iki martıydı çocuk ve dost. Aralarında öyle bir sevgi vardı ki. Kimse bilmeyecekti. Kimse kirletemeyecekti. Sözden öteydi onları birleştiren şey. Bir duada buluşmuşlardı. Biri Celaleddin diğeri Şems'ti.. Zeitgeist’ in ihanetiydi bu.. Zaman ruhunu çocukta, çocuk ruhunu zamanda arıyordu. Dost bunu gördü.. Dost çocuğu çocuk kalması için uyardı.. Gitti! Ama çocuğun yüreğini genişleterek gitti. Tıpkı duadaki gibi.

Dost Şems’ti çocuk için! Dost gidince çocuk derin bir yalnızlığa daldı. Hep beklediği dost çocuğun düşlerine yenilmişti. Oysa her faninin sığınmak istediği bir düş vardı. Her faninin peşinden koştuğu bir hipotez vardı. Çocuk da faniydi. Bi hipoteze teslim olmadı. Onu ispatladı! Ama çocuk bir düşe yazıldı. İlk kez birine teslim oldu. Aşık oldu! O biri öyle güzeldi ki.. Öyle saftı ki.. Öyle sıcaktı ki.. Sadece bir BANK verdi çocuğa.. Sadece ikisini koydu o BANK’a. Ne şehvet, ne hırs, ne de başka bir günah vardı o BANK’ta. Geçmiş yoktu, gelecek yoktu! Hiçbir vaat yoktu. Sadece bir soluk vardı! BANK gerçekti! ADAM gerçekti.. Kendisine ona baktığı gibi bakıyordu! Çocuk ilk kez gerçekten biri tarafından sahiplenilmiş, sevilmişti.. Sadece çocuk olarak! Çocuk bunun erişilmezliğini anlattı dosta! Çocuk ilk kez birinin sevgisinde can buldu! Ne az, ne de çok sevildi.. İlk kez kararında sevildi.. Dost o adama sarıl dedi.. Çocuk zaten çoktan adamın elini tutmuştu bile.. Seni seviyorum demişti.

Çocuk bugününü anlattı dosta. Sonra söz onları geçmişe götürdü. Çocuk bir hipotezin peşinden koşmaya başlayalı 3 yıl geçmişti.. Ama öyle kalleş bir hipotezdi ki çocuğun içini kemirdi. Onu dünyadan koparttı. Kişilik törpüsü oldu. Hiçbir hocanın gölgesinde kalmadı çocuk, kendi gölgesine de yenilmedi. Kendine koştu hep, kendini kovaladı. Ama yalnız kaldı. Sözünden, inandığından dönmedi.Çünkü beyazdı çocuk.. Babası gibiydi..

Çocuk, bi gün abiyle arabada giderken hipotez içinde patladı. Direksiyonu bıraktı gözyaşlarına sığındı. Abi usulca çocuğa sarıldı. Çocuk tam on gün hiç konuşmadı. Anne, baba, abi ne yapacaklarını bilemediler. Sonunda anne ve baba çocuğu özgür topraklara götürdüler. Bi akşamüzeri çocuk deniz kıyısında oturdu. Denize baktı.. Sessizlik göz yaşıyla bozuldu! Elini yumruk yapıp haykırdı! BEN SANA NE YAPTIM! Anne ve baba içeriden koştu.. Baba, anneyi durdurdu. Bırak hesaplaşsın. O anda yağmur yağmaya başladı. Çocuk ağladı, yağmur yağdı. Çocuk yağmur oldu, yağmur gökyüzüne karıştı. Anne geldi. Çocuğun elini tuttu. Gözlerinin içine baktı! Hiçbir kitap insanı özgürleştirmez! Hiçbir hipotez yaşamı sırtlanamaz. Kendine gel. Sen! Bi gün inşallah kendin gibi bir çocuğun olur.. Bize yaşattıklarına bak.. Çocuk kurtuldu annesinin elinden, anne yeniden tuttu çocuğu. Birlikte denize atladılar.. Ağır bedenleri almadı deniz. Kocaman bir dalga kıyıya bıraktı anne ve çocuğu.. Yunus öpücüğü kondurdu anne çocuğa. Yavrumsun dedi.. Çocuk başını göğe çevirdi fısıldadı BEN SANA NE YAPTIM! Ertesi sabah valizler toplandı hızla çocuk şehre bırakıldı. Tamamlanması gereken bir hipotez vardı. Yeniden konuşurken, sessizlikten gelmişken. Çocuk şehre salındı. Hipotezi ispatlandı.. tam 340 sayfada yedi koca yıl özetlendi..

1 MART- 2007
Çocuk elini şah damarına koydu.. İçinden geçirdi! “BEN SANA NE YAPTIM”.. İşte o anda bir yıldız kaydı. Çocuk Adem babasına kadar uzandı. Bi ses duyamadı. Tam ayağa kalktığında derin bir soluk aldı. Zihninde bir soru yankılandı “SEN KENDİNE NE YAPTIN?” O anda telefonu çaldı, abisi çocuğa sesiyle sarıldı. Hipotezler ispatlanır ama yaşam akıp gider. Peşinden koşulacak çok hipotez var. Yarın sadece soluğunu kontrol et.. Ve serbestçe ak gitsin.. Sen! Zaten çoktan oldun. Bak elinde ispatlanmış bir hipotezin var, bir de duvara asacağım hiç bakmayacağım bir unvanın olacak. Her ne olursa olsun hala saçını ören, sana okumayı öğretenim. Yanındayım! ABİM! Çocuk dinledi.. Sadece ABİM diyebildi.. Gece ağır gelmeye başlayınca müjganlara, çocuk uyumaya soyundu..

2 MART 2007
Tam 5 saatlik bir sınavın ardından 7 yıllık bir hesap kesildi. Çocuk, oy birliği ile “sir” ilan edildi. İspatlanmış bir hipotezi ve unvanı vardı artık. Onca zamanı bir hipotez peşinde koşarak geçirmişti çocuk. Yaşanmamış bir memleket, ertelenmiş bir beden, telafi edilmesi gereken onca olay vardı. Çocuk derin bir soluk aldı. Yani yaşamını dolduran hipotez onu terk etmişti.. Şimdi hangi ülkede, hangi şehir de bir soluk arayacaktı çocuk.. Belki Laiden’e giderdi yeniden.. Ya da Endülüste bir Fado çığlığında yola vururdu kendini.. Ya da Beyrut’ta kurutulmuş çekirge çitlerdi.. Bunları yapamazdı çocuk.. Annesi, babası, abiyi onu beklerdi.. Cennetteki dedesi, kardeşi, ninesi onu beklerdi.. Kendi şehrine gitti çocuk.

2 MART 2008
Tam bir yıl olmuş hipotezle yollarımız ayıralı. O şimdi bir teori! Kuram olur belki..

Aileme çok teşekkür ediyorum. Fırtınada elimi bırakmadıkları için.. Ruhuma pranga vurmadıkları için. Kendimi bulmam için beni bir esarete yolladıkları için. Yaşadığım hiçbir pişmanlığım yok. Yedi yıl! İnsan ömrü boyunca hep birini, bi şeyi arasa ve onu bulamasa bir kayıp mıdır? Değildir.. Arayıştır asıl olan! Ben aradığımı buldum. Kendimi buldum. Kendimi bulunca ötekini buldum.. Ama yol bitmedi.. Arayış bitmedi. Şimdi ne haykırıyorum, ne fısıldıyorum, ne de içimden sesleniyorum. Biliyorum! Ben ne yaptığımı artık biliyorum..

Şimdi yol beni nereye götürecek diye beklemiyorum. Savrulmuyorum! Yol oluyorum..

Hiç yorum yok: