Bugün dersten çıktıktan sonra biraz seraları gezmek istedim işe gitmeden önce.. Çiçek görmek istedim. Aslında yüzüne bakmak istedim! Seni düşündüm..
Bana hayal kurdurtuyorsun! Bu çok tehlikeli. İnsan bilmediği şeyleri istemez, özlemez, hayal etmez. Bana öğretiyorsun. Eksik kalan yanlarım acıyor. İstiyorum! Ben de seninle yaşama doğru yürümek istiyorum. Soluğumu senin soluğuna ayarlayıp tek bir vücut gibi yaşamak istiyorum. Bana düşle diyorsun.. Otuz iki yaşında düş kuruyorum. Kendi mevsimime belki de yalın ayak, yağmurda yakalanıyorum..
Bi sahil düşünüyorum. Evimiz! Penceresinde perdeler olmayan evimiz. Perdeler çiçekler.. Alı al, moru mor çiçekler.. Çatısı cam olan evimiz.. Üzerimize yağmurun yağdığı, akşamları elma gibi yıldızları topladığımız evimiz.. Sabah uyanıyorum yalın ayak! Yaz, kış fark etmez deniz topluyorum. Türkü mırıldanıyorum! Okuyorum! Yazıyorum! Çingene pembesi koltuklarımız var veranda da.. Üzerinde turkuaz yastıklar! Sallanan at, arabalar, misketler, türlü oyuncaklar! Bi de bez bebek var.. Sahibini bekliyor:) Oltan! Gazetelerin! Plakların, cd’lerin.. Herkes özgür.. Dağınıklık yok! Yaşamak var! Nefes almak var! Duraksız nefes almak! Okunacak kitaplarım, yazılacak yazılarım, kalemlerim, notlarım.. Sonra yeni yaptığım cevizli ekmek! Sımsıcak süte boğulmuş kahvem masada.. Ardımdan oğlum sesleniyor “Anne! Hangi denizini daha çok seviyorsun?” Gülümsüyorum.. “Ben denizanasıyım! En çok seni seviyorum! Dünya da senden güzeli var mı biriciğim!” Sonra dönüp ellerimle ektiğim çileklere yöneliyorum. Deniz’le koparıp koparıp yiyoruz, yıkamayı bile düşünmüyoruz.. Yüzümüz, gözümüz kırmızı. Benim çilek alerjim var. Oğlumda benim gibi. Ama duramıyoruz çok seviyoruz çilekleri. Tarlaya dalmış karga gibiyiz. Bizi kovalayacak korkuluk yok. Sonra el ele bahçemizden domates, biber, kuzu kulağı topluyoruz. “Anne diyor! Sen okula giderken ben babamla balığa gitsem olur mu?” Baban nerelerde diye geçiyor içimden.. Derken bir ses “iki yaramaz!” diye haykırıyor.. “Kahvaltıya!” “Baba bize kahvaltı hazırlamış” diyorum.. “Domates reçeli koysana anne!” diyor.. Gülümsüyorum! “Enginar reçeli de yiyelim” diyorum! Koşarak eve giriyoruz..
Seraya geldik Limon (sarı araba!) ve ben.. Düşündü Duygu Can (radyo!) bizim şarkımızı ama bulamadı hiçbir kanalda.. Sessiz geldik! Sadece sesini hayal ettik.. Sonra çiçeklere baktım bir bir.. Gözlerim doldu. Damlalar içime aktı.. Bi çoban köpeği geldi. Sarıldı bana! Gözlerinde onunda yaş vardı. “Burnunu çekme” dedin son konuşmamızda.. “Hasta mısın yoksa soğuk mu!” diye sordun. “Soğuk” dedim! Kandırdım seni.. Çektiğim yüreğimdi aslında.. Sümbüller ve laleler aldım. İşe geldim! Pencerenin önüne koydum çiçekleri. Bi kedi geldi. Beni kendi cinsinden sanıyor. Büyük bir kediyim onun gözünde.. Gırlıyor, türlü hareketler yapıyor.. Çiçeklere baktı! Pati attı! Eli cam değdi.. İçini çekti.. İşte o anda göz göze geldik! Elimi koydum cama. Pati ve el çakıştı.. Arada sadece cam vardı.. Bu tıpkı bizim aramızdaki yollardı.. Dokunamadığım! Özlediğim adamla aramda sadece bir cam vardı..
Düşler kurdum işe gelirken. Sabaha kadar yeni makalemi yazdım, postaladım! Hala eski usul yani.. Önümde Biederman’ın makalesi duruyor. Şimdi zihnimi işe vurmalıyım. Çünkü sadece çalışırken seni askıya asabiliyorum. Sadece çocukların hüznü ya da gülümsemesi beni dünyadan alabiliyor.
Seni seviyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder