
Geçenlerde bir yazı okudum keşke dedim birden heyecanla doğruldum yerimden bunu sen de okusan. Sadece sen! Yani gördüklerimi görebilsen. Yine benim mevsimim geldi. Sonbahar. Yollar çok güzel. Çıkıp gitmeyi zorlayan yollar. Yine film festivali, ardından caz haftası, sonra fakir insanlar semtinde panayır var. Ahmet babanın yeri daha bir güzel. Çocukluğumuz da imrendiğimiz şarap şişeleri, tavada balık ve canım kalamarlar, kötü beyaz peynir ve midyeler. Çok konuştu Ahmet Baba benimle. Göle karşı oturduk. Göl artık bizim değil, ağaçlar yandı. Su yok. Göl çekildi. Giderken seninde götürdü. Çocukluğumuzun en güzel uçurtmalarından birine oturttu seni. Uçurdu, uçurdu, en uzak diyarlara götürdü seni. Bu göl kıyısında otururken sana gitmek istediğim yerleri söylerdim. Peru derdim, Arjantin, sonra Guadal Kanal sayardım. Sen salaksın derdin. Ne işin var buralarda! Ama sen gittin. Yine giderken de salak ben oldum. Ahmet Baba sana selam söyledi. Ruhlar hiç gitmezmiş dedi. Bir onun yanında durabildim. Seni konuşabildik. Sonra hastaneye geldim işte. Hasta baktım bolca yine. Çok popülerim. Çok hastam var. Kendime hayrım yok ama dokunduklarım büyüleniyorlar. Süpervizyon Hocam bunun tehlikeli olduğunu söylüyor. Aşklar nefrete dönüşebilir ve her aşk bir gün biter diyor. Ya Yunus 17 yıl eğri odun getirmeyen Yunus! Bir söyle aşkın bitti mi? Serap Hoca bana bu nedenle takık az. Bende çok iplemiyorum. Buradaki arkadaşlar benden daha telaşlılar. Ben iplemiyorum. Bak yine seninle konuşuyorum. Ben seni duyuyorum her beni çağırdığında geliyorum. Acaba sen beni duyuyor musun? Bir kerede sen gel be adam! Bir kerede kal! Bir kerede geldim de! Gitmeyeceğim de! Bitsin bu ızdırap…
Yine haklısın! Ben git-gelleri seviyorum. Durduğum yerde duramıyorum. Böyle uçuşmalara bayılıyorum. Rüzgâr eteğimi uçurur, nerede bir su birikintisi olsa içine düşerim, nerede bir köpek görsem peşine düşerim, bir çikolata için ölürüm. Tam senin tersin. Sen hiç sevmezdin bunları. Hep bana kızardın. TANRIM BENİ BAŞTAN YARAT! Demedim.. Sevdim ben kendimi. Sana rağmen sevdim. Sana rağmen seni sevdim. Seni çok sevdim. Hep sevdiğimi söyledim! Öyle çok söyleme derdin değeri kalmaz. Değil! Ben seni çok sevdim. Çok söyleyeyim ki sende hisset. Sevgiyi bil. Bil ve yaşa. Doya yaşa istedim.
Yine sabah! Ama başka sanırım. Evet, evet başka bir sabah. Günlerden ne bilmiyorum. Yeniden yaratılmadım. Aynı beden de hala aynı benim. Bunu taşımak zor ama benim. Hala sabah. Uzun bir sabah. Limonla birlikte yoldayız. Arabasına isim takan kaç kişi tanıyorsun demiştin bir keresinde bana. Bende tanımıyorum bu benim özgünlüğüm demiştim. Her şeyi insanlaştırma ya da kişilik verme çabamdan nasıl tiksindiğini söylemiştin. Neden beni acıttın sen! Ve ben niye bunu sana hiç söyleyemedim! Ve neden beni acıtmana izin verdim!
Trafik yoğun. Ters yola mı girdik biz Limon. Tüm arabalar üzerimize üzerimize geliyor. Rüzgâr yok. Kupkuru bir hava. İçini kurutuyor insanın. Tüm sinüslerim boş. Eski Fransız filmlerinden fırlayan kadınlar gibiyim. Dar virajlı yollarda hızla araba kullanan kadınlar. Yolun iki yanı ağaçlarla kaplı, aşağısı uçurum. Kepek sorunu olmayan saçların rüzgârda savrulmasını engellemek için şifon ya da ipek eşarplar takılmış. Rauf Denktaş’ın 1970′lerdeki gözlüğünün siyahları gözlerde. Tamam, basmayın kornaya anladık yeşil yandı. Hala yeşil hattayız ne ileri ne geri. Adam Birleşmiş Milletler gibi duruyor önümde üstüne mi çıkayım. Ayy! Bir daha kırmızı yansa dinleneceğiz. Ama daha hiç gidemedik ki. Kaldım yine buralarda. Limon bu gün tam gaz. Arabasına isim takan kaç kişi var deyip dururdun. Sen limonu hiç sevmedin. Ona çok sert davranırdın. Oysa o seni nerelere taşıdı. Yeşil yandı tam gaz ileri.
Gitmeyeceğim! Kalacağım burada. Çark ettim. Kalıcağım!
Limon ve ben eve döndük. Artık yazıyorum. Hala sabah. İçimden konuşmanın ötesinde yazıyorum. Artık yazıyorum.