motor, bazuka ve gitmeler üzerine

alıp başımı defolma (!) hissimin kuvvetli olduğu günler. yaşadığım kaygıdan yüzüm, gözüm, boynum, böğrüm sivilce içinde. yetmedi, tansiyonum asansörcülük oyununu keşfetti. ancak, ciddi bir sorun var. bizim çocuk tepelere tırmanmayı seviyor, ama aşağıya nasıl ineceğini hiç bilmiyor. bazen kaydıraktan kayıyor, o anlarda dünyam tepetakla oluyor. gözlerim karanlığı seviyor. köstebek ruhum gömülmek diliyor. nafile... biri şu çığırtkanları sustursun istiyorum. gürültüler artıyor "n'oldu...",  "iyi misin?...", "ya bir doktora gitmedin"... beynime veren inzibatların söylevleri eşliğinde, “iyi ararsan eve dönüş yolunu bulursun” masalından sıkılmış olan kanım, damar yollarını terk edip burun deliklerimden fışkırıyor. işte o vakit “hadi diyorum… hadi kızım… Uzağa Giden olma vaktin geldi.”

boyumu aşan işleri gözümün tersiyle iteliyorum. sırt çantamın içine birkaç giysi tepip, zihnimden yol haritamı çiziyorum. gidiyorum...

tam kapıdan çıkarken, elime çarpıyor Bazuka. Uyurkulak!etme, eyleme… okumak istemiyorum. canım yanıyor yahu. hiçbir kelimeyi peşimden sürüklemek istemiyorum. aşk, yalnızlık ve şiddete dair hikayelerden bana ne! biliyor musun kimselere demedim ama Limon’u (sarı araba!) sattım. iki ay oldu. Duygucan'ın (radyo!) sesi sağır ediyor kulaklarımı geceleri. uyuyamıyorum. umarsızca, sevdiğim adamın bana sarılmasını bekliyorum. o da gelmiyor. beni avutacak bir kitap olsaydı dediğim zamanların sayısı artıyor.  sen neredeydin bakalım benim canım yanarken Uyurkulak? tutkular kitaplığı’nın ırzına geçen editörün ruhuna sövüyordun değil mi? şimdi tam giderayak, neden çelme takıyorsun bana? kürk mantolu madonna bakma bana. seni severim bilirsin. ama bakma bana. bakma! o-ku-ma-ya-ca-ğım!

yine bir kitapla konuşuyorum. üstelik bunun ardında, yakışıklı yazar fotosu da yok. kahretsin! atıyorum çantama kitabı. atlıyorum motora. sırtımda bazuka. düşüyorum yola...

buradayım. nerede mi? her yerde. çay, simit ayinindeyim. sen yoksun yanımda. tuzlu su akıyor yanağımdan bi damla. bahar şebnemle gelir ya işte öyle bir vaziyet. suratım sırılsıklam. rastgele bir sayfayı açıyorum her zaman ki gibi. “Kuş Yuvası”… Tahir’in hikayesini okuyorum. bunu sen okumalısın diye not düşüyorum aceleyle. canım adını söylemek istiyor. sıkıyorum dudaklarımı. son cümleyi okurken, burnum kanamaya başlıyor. eğimine yandığımın dünyası daha bir çalkantılı geliyor bana. çayımı getiren, garson telaşlanıyor. gözlerimle ona “korkma” diyorum.  "eyvallah" dercesine bakıyor bana. kitabın üzerinde kandan ayraç yapıyorum. 35. sayfa da Pembe hikaye başlıyor. kan, elbet durur biliyorum.

okumaya ara verip mırıldanıyorum… “ömrümce hep adım adım / her yerde seni aradım / ben kalbimden başka yerde / inan seni bulamadım."

garson bana bakıyor ve ilk kez konuşuyor "sesin güzelmiş abla..." dudağım yana kayıyor, galiba gülümsüyorum. elimin tersiyle, ağzımın içine süzülen kanı siliyorum.

Ve biliyor musun Uyurkulak, kırdığım kalemi yeniden açıyorum. galiba yazıyorum.

Hiç yorum yok: