çocuk şiirleri

Merkezi Belçika'nın Lieg kentinde bulunan Uluslararası Dünya Çocuk Şiirleri Örgütü 1978 yılında; her yıl 22 Mart'ın Dünya Çocuk Şiirleri Günü olarak kutlanacağını bildirdi. Tam otuz yıldır bugün çocuklara şiir söylüyoruz! Savaştan, açlıktan, acıdan öte bir dünya olduğunu da göstermek için yine bir günün ardına saklanıyoruz! Birleşmiş Milletler'e üye tüm ülkelerde bugün çocuklara umut, barış, sevgi ve doğa şiirleri söylenecek.. Belki büyüklerde kendi söyledikleri masallara yalandan da olsa bir güncük inanırlar..

Dinleri, dilleri, renkleri ayrı olan bütün dünya çocukları sadece iki gelinciği sahiplenebildik biz düş de olsa.. Gerçeğe doğru giderken Adam’la yolumuz şiirden geçti. Yüreğimize taktığımız alyansımıza bağladık çocuklarımızı.. Biz sadece sevdik.. Şimdi çocuklarımın üzerine örteceğim! Onların kulağına şiir söyleyeceğim masal tadında.. Peki ya siz bugün hangi şiiri söyleyeceksiniz evlatlarınıza?




Görsel: Metin Karadağ

Bir rüyaymış

Bugün dersten çıktıktan sonra biraz seraları gezmek istedim işe gitmeden önce.. Çiçek görmek istedim. Aslında yüzüne bakmak istedim! Seni düşündüm..

Bana hayal kurdurtuyorsun! Bu çok tehlikeli. İnsan bilmediği şeyleri istemez, özlemez, hayal etmez. Bana öğretiyorsun. Eksik kalan yanlarım acıyor. İstiyorum! Ben de seninle yaşama doğru yürümek istiyorum. Soluğumu senin soluğuna ayarlayıp tek bir vücut gibi yaşamak istiyorum. Bana düşle diyorsun.. Otuz iki yaşında düş kuruyorum. Kendi mevsimime belki de yalın ayak, yağmurda yakalanıyorum..

Bi sahil düşünüyorum. Evimiz! Penceresinde perdeler olmayan evimiz. Perdeler çiçekler.. Alı al, moru mor çiçekler.. Çatısı cam olan evimiz.. Üzerimize yağmurun yağdığı, akşamları elma gibi yıldızları topladığımız evimiz.. Sabah uyanıyorum yalın ayak! Yaz, kış fark etmez deniz topluyorum. Türkü mırıldanıyorum! Okuyorum! Yazıyorum! Çingene pembesi koltuklarımız var veranda da.. Üzerinde turkuaz yastıklar! Sallanan at, arabalar, misketler, türlü oyuncaklar! Bi de bez bebek var.. Sahibini bekliyor:) Oltan! Gazetelerin! Plakların, cd’lerin.. Herkes özgür.. Dağınıklık yok! Yaşamak var! Nefes almak var! Duraksız nefes almak! Okunacak kitaplarım, yazılacak yazılarım, kalemlerim, notlarım.. Sonra yeni yaptığım cevizli ekmek! Sımsıcak süte boğulmuş kahvem masada.. Ardımdan oğlum sesleniyor “Anne! Hangi denizini daha çok seviyorsun?” Gülümsüyorum.. “Ben denizanasıyım! En çok seni seviyorum! Dünya da senden güzeli var mı biriciğim!” Sonra dönüp ellerimle ektiğim çileklere yöneliyorum. Deniz’le koparıp koparıp yiyoruz, yıkamayı bile düşünmüyoruz.. Yüzümüz, gözümüz kırmızı. Benim çilek alerjim var. Oğlumda benim gibi. Ama duramıyoruz çok seviyoruz çilekleri. Tarlaya dalmış karga gibiyiz. Bizi kovalayacak korkuluk yok. Sonra el ele bahçemizden domates, biber, kuzu kulağı topluyoruz. “Anne diyor! Sen okula giderken ben babamla balığa gitsem olur mu?” Baban nerelerde diye geçiyor içimden.. Derken bir ses “iki yaramaz!” diye haykırıyor.. “Kahvaltıya!” “Baba bize kahvaltı hazırlamış” diyorum.. “Domates reçeli koysana anne!” diyor.. Gülümsüyorum! “Enginar reçeli de yiyelim” diyorum! Koşarak eve giriyoruz..

Seraya geldik Limon (sarı araba!) ve ben.. Düşündü Duygu Can (radyo!) bizim şarkımızı ama bulamadı hiçbir kanalda.. Sessiz geldik! Sadece sesini hayal ettik.. Sonra çiçeklere baktım bir bir.. Gözlerim doldu. Damlalar içime aktı.. Bi çoban köpeği geldi. Sarıldı bana! Gözlerinde onunda yaş vardı. “Burnunu çekme” dedin son konuşmamızda.. “Hasta mısın yoksa soğuk mu!” diye sordun. “Soğuk” dedim! Kandırdım seni.. Çektiğim yüreğimdi aslında.. Sümbüller ve laleler aldım. İşe geldim! Pencerenin önüne koydum çiçekleri. Bi kedi geldi. Beni kendi cinsinden sanıyor. Büyük bir kediyim onun gözünde.. Gırlıyor, türlü hareketler yapıyor.. Çiçeklere baktı! Pati attı! Eli cam değdi.. İçini çekti.. İşte o anda göz göze geldik! Elimi koydum cama. Pati ve el çakıştı.. Arada sadece cam vardı.. Bu tıpkı bizim aramızdaki yollardı.. Dokunamadığım! Özlediğim adamla aramda sadece bir cam vardı..

Düşler kurdum işe gelirken. Sabaha kadar yeni makalemi yazdım, postaladım! Hala eski usul yani.. Önümde Biederman’ın makalesi duruyor. Şimdi zihnimi işe vurmalıyım. Çünkü sadece çalışırken seni askıya asabiliyorum. Sadece çocukların hüznü ya da gülümsemesi beni dünyadan alabiliyor.

Seni seviyorum!

basit olmak

Ah, ne kadar zor seni sevdiğim gibi sevmek!
Aşkından rüzgar canımı yakar,
Kalbim, şapkam canımı yakar.
Kim satın alır,
Şu kurdeleyi benden
Şu ak ketenden kaderi
Beyaz mendiller yapmak için?
Ah, ne kadar zor seni sevdiğim gibi sevmek!
FC LORCA


Kalbimin sıkıştığı anlardan bi tanesi. Sessizliğimin içinde sadece kalbimin serenatı var şimdi. Gidiyorum! Hangi zamana yolculuk? Hangi coğrafyanın koynuna? Bilmiyorum! Gördüğüm sadece yol. Yüreğimi ağaç gölgelerine teslim ettim, zihnimi vurdum yola. Gidiyorum. Ardımdan su dökenim yok. El sallayanım. Göz yaşı dökenim. Sadece gelincikler yoldaşım. Bugün rüzgarda yok. Baharın yerle yeksan ettiği Mart’a gidiyorum. Kendi mevsimime doğru yürüyorum.

Nasıl atıyor kalbim bilemezsin! Derinlerde, çok derinlerde gizlediğim, belki yüzleşmekten korktuğum insanlığımdan soyundum az önce. Şimdi gidiyorum.. Kendimden ayrı çıktığım bir düşü kapattım. Verilecek hesabım kalmadı. Borçlarımı ödedim. Gidiyorum. Son borcumu Yaratıcı’ya ödedim. İnsanlığımı da soyundum. Gidiyorum.. İnsanlığım! Çoğu zaman isim bile koymaktan kaçındığım, farkına varmamak için çabaladığım insanlığım için için tırmalıyor beni. Kalbim başka türlü atıyor. Çok sıkıştım, çok sıkıldım. Öyle bir şey ki anlatamam. Atsam atılmaz, satsam satılmaz sandığım insanlığımdan soyundum! Sözcükler yetmiyor anlatmaya. İnsanlığımı süsleyen her şey kifayetsiz!

Sana bile kendimi anlatamamışım. Yine camekanların ardına sığındığımı ve flu olduğumu söylüyorsun. Yani açık değilim! Sana bile açık değilsem ya da böyle hissettiriyorsam.. Ben, seni anladığımı ve kendimi de sana anlattığımı düşünüyordum. Anlatamamışım! Düşünüyorum; belki gerçekten açık değilim. Belki de sadece aidiyet duygumu yitirdim. Kendime bile ait değilim! İnsanlığımı bile çıkarttım.. Gidiyorum..

Aslında açık olduğumu düşünüyorum. Neyin savaşını veriyorum ben: Varoluşun! Bu varoluş sanırım en sancılı olarak burada şu andaki birlikteliğimizde oluyor. Ben şiddetle aynı dili konuşmak için çırpınıyorum. Sadece kendimi anlatmaya çalışıyorum. Öyle süslü cümleler kurduğuma bakma. Çok şey bilmiyorum. Kendimi olduğumdan başka göstermiyorum. Sadece ben kendime geldim. Ötelerden geldim. Anlatacaklarımı bitirince gideceğim. Ben sadece basitliği bulmaya geldim. Basitliğin içindeki gerçekliği! Belki de soyunduğum insanlığımı giymeye geldim.. Vardan yoka geçtim.. Haydan huya.. Olmadı! Soyunamamışım! İnsan kalmışım. Hırslarımla, tüm günahlarımla insan gelmiş, insan gidiyorum..

En son beni ne zaman dinledin. Herkesten kaçırıp sende harcamak için çabaladığım zamanlarımı, onunla bununla aylakça geçirerek beni cezalandırdın. Hep emirler vererek, kendince ve çok başarılı olduğun sindirme yöntemlerinle beni hep karşı kıyıda tuttun. Düşman belledin. Farklı diye etiketledin. Oysa ben KADIN’dım! İNSAN! O çizgi de durdum. Yabancı saydığın! Yok saydığın! Uzak saydığın! Adıma aldandın. Hiç içime bakmadın. Beni görmeye çalışmadın. Çünkü bütün aynalarda sen vardın. Oysa ben sadece KADIN’dım!

Yabancıyım buralara. Sözüm sadece kendim. Daha kendimden ötelere geçemedim! Narinden öte nazeninim! İncindim! Kelimelerin dansı ve gelincik aslında benim kaderim.. Gidiyorum!

Bi kez olsun beni anlamaya çalıştın mı? Bu KADIN nedir? Kimdir? Kimin fesidir araştırdın mı? Şimdi geride kalınca tepki koyuyorsun. Ben de artık buna dayanamıyorum. O yüzden gidiyorum. Çünkü bana ait kafanda çizdiğin bir protetip var. Ben o değilim.. Ben senin yok saydığın ya da korktuğun KADIN değilim! Gerçekten benim ne yaptığımın ya da ne olduğum bir önemi var mı sence? Bu da öyle öfke ayaklarına yatarak söylenmiş hikayelerden değil. Ben dümdüz geldim! Kendim gibi.. Sen kendin gibi gelebildin mi? Yüreğimin hızlı atışı devam ediyor. Bu sanırım red edilmiş çocuk nidalarından çok sıkıldım ve bunaldım. Benim şiddetle birileriyle konuşmaya ihtiyacım var. Şiddetle! İnsanlığımı soyunmuştum değil mi? YALAN! İnsan üzerime yapışmış.. Şiddetiyle!

Öyle kapattım ki kendimi kalbimin atışı yavaşladı. Bir yaşam krizi daha böyle atlatıldı. Kalp atışları durunca krizler bitiyor mu? Pek sanmıyorum. Sorgulardan, yalnızlıktan, yarım kalmışlıklardan, yanlış anlaşılmaktan çok sıkıldım. Kendimi anlatamadın. Aynaya bakmaya geldim. Aynalar beni bana göstermeye değil, beni yaralamaya kalktı. Kendi yaralarını bende tedavi etme! Ben senin aynan değilim! Senin yarıştığın ben değilim.. Ben soyundum! Ben yarışlardan çoktan geçtim.. Ben kendime geldim! Kusuşlarımı tamamladım. Bir şeyler çok uzun süredir yanlış gidiyor ve ben buna müdahale edemiyorum. Bak yine kalbim hızlanmaya başladı yani kriz henüz geçmemiş.

Ha birde frekans meselesi var. Abicim benim kiminle frekansım tutuyor ben daha bunu bilemezken; bi de benim adıma karar vermiş. Manipülasyon ateşten gömlek! Ben giymem! Ben dünyayı anlamak için kendime geldim! Başkasının sözleri üzerinde yürümedim. Kendi köprümden geçtim..

Tam ikindi vakti, tam sefa saati. Kapımın önüne çıkmışım. Dedem, tüpün üzerinde balık pişiriyor, ninem pencereden bizi izliyor. Saat 6 olmuş annem elinde paketleriyle gününün çilesi doldurmuş geliyor. Ona uzun süredir sarılmadığım kadar büyük bir özlemle sarılıyorum. Yitirdiğim tüm duyguların kaynağına ulaşırcasına adeta onun enerjisi emiyorum. Annem sadece benim olmuş. Babam karşı kıyılarda gelir gelmez bir temas ediyor sonra yok oluyor. Dedemin balıklıklarını mahallenin kedileri paylaşmış. Onun hiç umuru değil, gülüyor sonra anlıyorum ki aslında o ikram etmiş balıkları bu ne lüks diyorum dedeme. Sen diyor bunu ancak ben yaşlarda olunca anlarsın. Kitabını, sakızını paylaşırken için yanıyor yok cimri değilsin ama sana ait ya onlar gıdım gıdım, koklata koklata veriyorsun. Zihnindekilerini aktarırken yaptığın gibi, salı ver diyor. Ne çok özledim dedemi. Neden öldüyse! Çok konuşasım var ama yazıyorum. Sıkışıklık hissi devam ediyor. Birde kendimi kontrol ediyorum. Ne oluyor diye?

Ne oluyor? Aklımda yankılan tek sözcük: Basit olmak! Ne kadar da zor aslında basit olmak. Soyutluk ve karmaşıklığı bu kadar severken; somut ve basit olmak. İnsanlığımı soyundum! Soyutluğu soyundum! Zihnimden arındım.. Karmaşıklığı soyundum! Duygumdan arındım.. Geriye benden ne kaldığına baktım:) Hala insanlığım üzerimde! Ben! Benden kalan! Hala kelimelerin dansına devam ediyorum.. Gidiyorum ....


Görsel: Ahmet Coka

7 yılllık esaret




ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

Ben Sana Mecburum, Attila İLHAN


Yedi yıllık esaretin bitişinin bugün 1. yıl dönümü.. Artık anlatacağım..

1 MART GECESİ – 2007
Anne ve baba her sınav öncesinde çocuğa yeni bir elbise alırlardı. Çocuk onlarca imtihandan geçtiği için dolabı bir kez giyilmiş sınav kıyafetlerinin istilasındaydı. Çocuktu nihayetinde! Üzerindeki kıyafetler özgürlük formasıydı, yarınsa bir KADIN gibi giyinip bi salondaki 5 kişinin karşısında durmak zorundaydı. Çok güzel bir elbiseydi.. Gelin gibi olacaktı giyince. Yarın bu elbiseyi giyecekti.. Annesi, babasının ona düğününde taktığı ve boynundan hiç çıkartmadığı kolyesini avuçlarına bıraktı. Dedesi çocuğun avuçlarındaydı. Artık kolye onda ömür sürecekti.. Artık son sınavdı bu! Anne çocuğu büyütmüştü! Kolye,belki de kırmızı kurdeleydi..

Her sınav öncesinde baba ve çocuk balkonda oturup biraz yıldız toplarlardı. Beyaz saçlıydı baba. Çocuk, babası gibi olmak isterdi. Beyaz! Baba çok dürüsttü. Ama onun işiydi bu! Hakem olmak, hakim olmak beyazlıktı. Baba tertemizdi. Çocuk hakim miydi hayata? Çocuk babası gibi miydi? Babasına baktı çocuk bunu düşündü.. Baba böyle zamanlarda çocuğun en sevdiği hikayesini anlatırdı. Anne ve baba birbirine nasıl aşık olmuşlardı? Gökyüzünde yıldız avında baba ve çocuk! Baba anlatırken hikayenin en can alıcı yerinde anne gelir yanlarına otururdu. Baba, anneye elini uzatırdı “Senin en güzel yerin kahverengi gözlerin” derdi. Annenin sesi çok güzeldi. Anne mırıldanırdı! Çocuk dinlerdi. Aşkın kol gezdiği bir evde büyümüştü çocuk. Büyük bir aşkın meyvesi olmak da zordu. Baba ve anne kalktılar. Az gökyüzü dolsun içine dediler.. Çocuk düşündü! Gökyüzü bazen içine doluyordu çocuğun. Bu akşam yıldızlı gökyüzünü içine aldı çocuk.. Yarın sınav günüydü! İmtihana çekilecekti.. Sonra! İmtihan edecekti..

28 ŞUBAT- 2008
Tam üç yıl öncesini anımsadı çocuk bir dostla dertleşirken. O dost ki her konuştuğunda aslında kendini değil çocuğu anlattırdı. Çocuk onu işte bu nedenle çok severdi. Çünkü çocuğa ayna tutan pek azdı. Yok denecek kadar azdı. Çocuk gerçekleri istedikçe insanlar ondan kaçtı. Çocuk açıldıkça, insanlar kapandı. Soyun dedi çocuk! Sonra çıplaklığı görünce giyin dedi. Çünkü ne giyinik ne de soyunuk sadece gördüğü insandı. İnsanı zorlarsan kaçar. Direndiği neyse onu sarmak gerek. Demek ki direndiği yaşama bağlıyor insanı. İşte orada hayat var.

Çocuğun düşüncelerinin çığlığını bir tek dost duydu. Geldi buldu çocuğu.. Dinledi. Anlattı. Paylaştı. Kendini koydu ortaya. Ama zaten kendide çocuktu. Bir balıkçının ilk siftahını çığlık çığlığa paylaşan iki martıydı çocuk ve dost. Aralarında öyle bir sevgi vardı ki. Kimse bilmeyecekti. Kimse kirletemeyecekti. Sözden öteydi onları birleştiren şey. Bir duada buluşmuşlardı. Biri Celaleddin diğeri Şems'ti.. Zeitgeist’ in ihanetiydi bu.. Zaman ruhunu çocukta, çocuk ruhunu zamanda arıyordu. Dost bunu gördü.. Dost çocuğu çocuk kalması için uyardı.. Gitti! Ama çocuğun yüreğini genişleterek gitti. Tıpkı duadaki gibi.

Dost Şems’ti çocuk için! Dost gidince çocuk derin bir yalnızlığa daldı. Hep beklediği dost çocuğun düşlerine yenilmişti. Oysa her faninin sığınmak istediği bir düş vardı. Her faninin peşinden koştuğu bir hipotez vardı. Çocuk da faniydi. Bi hipoteze teslim olmadı. Onu ispatladı! Ama çocuk bir düşe yazıldı. İlk kez birine teslim oldu. Aşık oldu! O biri öyle güzeldi ki.. Öyle saftı ki.. Öyle sıcaktı ki.. Sadece bir BANK verdi çocuğa.. Sadece ikisini koydu o BANK’a. Ne şehvet, ne hırs, ne de başka bir günah vardı o BANK’ta. Geçmiş yoktu, gelecek yoktu! Hiçbir vaat yoktu. Sadece bir soluk vardı! BANK gerçekti! ADAM gerçekti.. Kendisine ona baktığı gibi bakıyordu! Çocuk ilk kez gerçekten biri tarafından sahiplenilmiş, sevilmişti.. Sadece çocuk olarak! Çocuk bunun erişilmezliğini anlattı dosta! Çocuk ilk kez birinin sevgisinde can buldu! Ne az, ne de çok sevildi.. İlk kez kararında sevildi.. Dost o adama sarıl dedi.. Çocuk zaten çoktan adamın elini tutmuştu bile.. Seni seviyorum demişti.

Çocuk bugününü anlattı dosta. Sonra söz onları geçmişe götürdü. Çocuk bir hipotezin peşinden koşmaya başlayalı 3 yıl geçmişti.. Ama öyle kalleş bir hipotezdi ki çocuğun içini kemirdi. Onu dünyadan koparttı. Kişilik törpüsü oldu. Hiçbir hocanın gölgesinde kalmadı çocuk, kendi gölgesine de yenilmedi. Kendine koştu hep, kendini kovaladı. Ama yalnız kaldı. Sözünden, inandığından dönmedi.Çünkü beyazdı çocuk.. Babası gibiydi..

Çocuk, bi gün abiyle arabada giderken hipotez içinde patladı. Direksiyonu bıraktı gözyaşlarına sığındı. Abi usulca çocuğa sarıldı. Çocuk tam on gün hiç konuşmadı. Anne, baba, abi ne yapacaklarını bilemediler. Sonunda anne ve baba çocuğu özgür topraklara götürdüler. Bi akşamüzeri çocuk deniz kıyısında oturdu. Denize baktı.. Sessizlik göz yaşıyla bozuldu! Elini yumruk yapıp haykırdı! BEN SANA NE YAPTIM! Anne ve baba içeriden koştu.. Baba, anneyi durdurdu. Bırak hesaplaşsın. O anda yağmur yağmaya başladı. Çocuk ağladı, yağmur yağdı. Çocuk yağmur oldu, yağmur gökyüzüne karıştı. Anne geldi. Çocuğun elini tuttu. Gözlerinin içine baktı! Hiçbir kitap insanı özgürleştirmez! Hiçbir hipotez yaşamı sırtlanamaz. Kendine gel. Sen! Bi gün inşallah kendin gibi bir çocuğun olur.. Bize yaşattıklarına bak.. Çocuk kurtuldu annesinin elinden, anne yeniden tuttu çocuğu. Birlikte denize atladılar.. Ağır bedenleri almadı deniz. Kocaman bir dalga kıyıya bıraktı anne ve çocuğu.. Yunus öpücüğü kondurdu anne çocuğa. Yavrumsun dedi.. Çocuk başını göğe çevirdi fısıldadı BEN SANA NE YAPTIM! Ertesi sabah valizler toplandı hızla çocuk şehre bırakıldı. Tamamlanması gereken bir hipotez vardı. Yeniden konuşurken, sessizlikten gelmişken. Çocuk şehre salındı. Hipotezi ispatlandı.. tam 340 sayfada yedi koca yıl özetlendi..

1 MART- 2007
Çocuk elini şah damarına koydu.. İçinden geçirdi! “BEN SANA NE YAPTIM”.. İşte o anda bir yıldız kaydı. Çocuk Adem babasına kadar uzandı. Bi ses duyamadı. Tam ayağa kalktığında derin bir soluk aldı. Zihninde bir soru yankılandı “SEN KENDİNE NE YAPTIN?” O anda telefonu çaldı, abisi çocuğa sesiyle sarıldı. Hipotezler ispatlanır ama yaşam akıp gider. Peşinden koşulacak çok hipotez var. Yarın sadece soluğunu kontrol et.. Ve serbestçe ak gitsin.. Sen! Zaten çoktan oldun. Bak elinde ispatlanmış bir hipotezin var, bir de duvara asacağım hiç bakmayacağım bir unvanın olacak. Her ne olursa olsun hala saçını ören, sana okumayı öğretenim. Yanındayım! ABİM! Çocuk dinledi.. Sadece ABİM diyebildi.. Gece ağır gelmeye başlayınca müjganlara, çocuk uyumaya soyundu..

2 MART 2007
Tam 5 saatlik bir sınavın ardından 7 yıllık bir hesap kesildi. Çocuk, oy birliği ile “sir” ilan edildi. İspatlanmış bir hipotezi ve unvanı vardı artık. Onca zamanı bir hipotez peşinde koşarak geçirmişti çocuk. Yaşanmamış bir memleket, ertelenmiş bir beden, telafi edilmesi gereken onca olay vardı. Çocuk derin bir soluk aldı. Yani yaşamını dolduran hipotez onu terk etmişti.. Şimdi hangi ülkede, hangi şehir de bir soluk arayacaktı çocuk.. Belki Laiden’e giderdi yeniden.. Ya da Endülüste bir Fado çığlığında yola vururdu kendini.. Ya da Beyrut’ta kurutulmuş çekirge çitlerdi.. Bunları yapamazdı çocuk.. Annesi, babası, abiyi onu beklerdi.. Cennetteki dedesi, kardeşi, ninesi onu beklerdi.. Kendi şehrine gitti çocuk.

2 MART 2008
Tam bir yıl olmuş hipotezle yollarımız ayıralı. O şimdi bir teori! Kuram olur belki..

Aileme çok teşekkür ediyorum. Fırtınada elimi bırakmadıkları için.. Ruhuma pranga vurmadıkları için. Kendimi bulmam için beni bir esarete yolladıkları için. Yaşadığım hiçbir pişmanlığım yok. Yedi yıl! İnsan ömrü boyunca hep birini, bi şeyi arasa ve onu bulamasa bir kayıp mıdır? Değildir.. Arayıştır asıl olan! Ben aradığımı buldum. Kendimi buldum. Kendimi bulunca ötekini buldum.. Ama yol bitmedi.. Arayış bitmedi. Şimdi ne haykırıyorum, ne fısıldıyorum, ne de içimden sesleniyorum. Biliyorum! Ben ne yaptığımı artık biliyorum..

Şimdi yol beni nereye götürecek diye beklemiyorum. Savrulmuyorum! Yol oluyorum..