Hayat Ben Senden Daha Güçlü Müyüm?



Çok uzun zaman olmuş geçmişten uzanan bir eli tutmayalı. Geçmiş beni tutmaya çalıştıkça ben şimdiye sarıldım. Yaşam şimdi ve burada akıyordu. Beni ben yapanda geçmişti aslında. Hatalarımla, yaşadığım güzeliklerle: Ben.

Dün öğleden sonra çaldı telefonum. Dost bir sesin yürek kırpıntısıydı bu. "Muraaaaaaaaaaat" diye haykırdım. "Dostlarla buluşmaya geldim. Seni de görmek istiyorum" dedi. "Ben de" dedim. "Sesin hiç değişmemiş. Aynı kadife tını. Aynı incelik. Çok özledim seni" dedi. "Şehre tepeden bakan bir yerlere götür beni akademik ve edebi kadın. Uzaklara işte Sen Uzağa Giden’sin. Uzakları iyi bilirsin. Kendi şehrimden uzaktayım. Beni şehrine götür" dedi. "Olur" dedim. Şehrime sarılmayalı çok oldu zaten. Aylardır kendime teğet yaşıyorum. Nisan’dan beri soluk alıyorum belki. Nisan bitiyor. Az içim acıyor. Eski zaman türküleri söylesek yeniden. Konuşalım okuldan, işten, aşktan. "Zamanın var mı ki senin o kadar" dedi. Gerçekten düştüm yine. Kalabalık ve işlek bir caddenin kıyısına sıkışmış son moda kahveci-kitapçı bir dükkanda buluşmaya karar verdik.

Saat 17.00 suları...
İkinci işime geç gideceğim saat 18.30’dan 20.00’a kadar çalışacağım. Murat’ı düşünüyorum. Neredeyse yedi, sekiz yıl öncesini. Zaman çok değişti. Zamanın ruhu, benim ruhum derken can arkadaşımla birbirimizi gördük ve sımsıkı sarıldık. Bu öyle bir sarılıştı ki sanki çocukluğumu bulmuştum. Kadın ve erkek arkadaş olamaz demiştim iki üç gün önce canıma canını giydiğim birine. Ama bizimkisi başka bir sarılmaydı. Kendini arayan ruhlar birbirini bulunca sarılır. Kendine sarılmak gibidir bu. Kendime geldim.

Söyledik filtre kahveleri. Sokağa, şehre, insanlara baktık. Sonra yüzümüze. En kolayıyla başladık konuşmaya. Ah şen bilim! Sen de olmasan var ya, nicedir (Nietzsche) halim. Geçmiş mimozalar gibi burnumuzu titretti. "Nasılsın?" dedi bana usulca. "Büyümüşsün. Yüzünün hatları belirginleşmiş. Kadın olmuşsun sen!" Gülümsedim. Ben! Kadın! İçimden bir yaş aktı, gitti. Biliyor musun dedim otuz üç yaşındayım ama sanki yirmi üçünde gibiyim. Arada kayıp bir on yıl var. Onca okuma, emek, çaba. Aklın gittiği bir yol. O yolda kalmış, tökezleyen, peşim sıra sürüklediğim bir beden. Durdu hüzünle baktı yüzüme. Aynen dedi.. Aynen! Şu bilincimle 23’ünde olsaydım!

Antropoloji hayalin vardı ne oldu dedi. Var dedim. Benimde dedi. Psikopatoloji ve kültür dedik aynı anda. Gülümsedik. Ben dedi Murat hayatın benden daha güçlü olduğunu kabul ettim ve huzur buldum. Sana bakıyorum. Canlı, kıpır kıpır, hayat dolu haline. Hiç değişmemişsin. Ama gülümsemendeki o hüzün hala duruyor dedi.. Sustuk. Uzaklara daldık gitti. Hüznümden düşen gülümsemem olsun. Gamzelerime gözyaşlarım doldu. İçime ağladım. Kimse görmedi yine.

Telefonum çaldı o anda. Canını canıma giydiğim nasıl olduğumu merak etmiş. Hazırlan dedim odun pazarına gidiyoruz. Eskiler alacağız. Düşler satacağız. Uzaklara gideceğiz bir dost bizi çağırıyor. Sanki duymuş masada konuşulanları. Tüm insanlar yaşamın kendisinden daha güçlüdür dedi. Sen! Bi’tanesin! Duygu yüklüsün! Yaradan kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Sıyrıl ayrık otlarından. Sana sarılıp yaşamının yükünü sana çektirmeye kalkanlardan. Sen çiy tanesisin. Su. Akıp git.. Yoluna git. Bırak el fenerlerini. Salaklık defterinden yeni bir sayfa aç. Şimdi benim çalışmam gerek. İşin bitince konuşuruz..

Zaman doldu. Sanki ertesi gün yine buluşacakmış gibi kalktık hesabı ödedik. Yine buluşma anındaki gibi sarıldık. İki adım attım haykırdı ardımdan Murat, döndüm. Bana göndereceğin şeyleri unutma dedi. Akşam e-posta yolla bana. Olur dedim. Dudağımda ince bir gülümseme dar ve dik bir yokuşu tırmanıyorum keçi gibi. Durdum. Düşündüm. Sordum kendime: Hayat benden daha güçlü müsün?

O an da telefonum çaldı. Beni yine duymuştu. Güçlü ve kararlı bir sesle; senin tüm zamanlarını yaşayacağım. Sadece Nisan’ı değil dedi..

Fotoğraf: Özgür Çakır

Hiç yorum yok: