Sensiz Sabah



Zaman usulca akıp benden giderken içimi derin bir hüzün sarmaya başladı.
Zamana tutunamamak!

Kendinle kalmak. Bir tek kendinle kalmak. Usulca edilen bi dua belki: Kendimle kalmak, kendime kalmak.

Uyandım. Bu sabah kendime uyandım. Sanki senden düştüm. Benler düştü bir bir. Her yanım yüreğim sanki. Her yanım yara bere içinde. Yaralarımı sensiz kendim sardım. Uyandım. Sensiz uyandım. Sessiz kaldım.

Sabaha sarıldım. Sabah çırıl çıplak. Kimse ona dokunmamış daha. Soluğumla ısıttım yüreğini sabahın. Güneşe giyindi sabah benimle. Saat 5 suları. Ezan, yeni güne serenatını yapıyor. "Uyan" diyor. "Ya nasip, ya kısmet" de "Uyan!". Güneş, bedenimi tavaf ediyor. Güneş mavi, engin. Güneş özgür. Güneş Akdeniz! Güneş, mavi bu sabah . Mavi vurdu yüzüme bu sabah güneş. Uyandım. Penceremde sokak güvercinleri. Issız bir sokak. Sönmüş bir lamba. Demokrasi neferi sokak lambası nöbeti güneşe devretmiş. Yorgun. Yalnız. Maviden uzak. Güneşten uzak. O da sensiz kalmış belli Lamba eğretiliğinin farkında. Yalnızlığının... Dokunulmazlığının... Ne de olsa demokrasi neferi! Yüklendiği anlamlarının altında üç beş kedi duruyor, lamba bir yanıp, bir sönüyor.

Kendime uyanmak! Bugünlerde farkındalık zırhlarım eskisi kadar kalın değil. Yunus’un eğri odunuyum sanki. Kendimi fark ettiğimi, fark ediyorum. Tamamlanmamış işleri süpürüyorum zihnimde. Toz kalktıkça siliyorum. İzlerin beni yormasına izin vermiyorum. Kendimi tümlemek için geçmişi şimdiye getiriyorum. Hesabım yok benim. Borçlarımı ödedim. Ben kendime geldim. Yalın! Sadece kendime geldim.

Uzandım kala kaldım yatakta. Kendimi dinliyorum. Sessizliğimin sesi yol gösteriyor bana. Sadece ben! Bir ben! Tek başıma! Bu dünya da! Düşünüyorum! Zamana tutunmak! Aslında sana tutunmak. Kendimi seninle yaşamak. Bi sen.. Bi ben.. Yaşamak!

Uyandım! Karnım aç. Dilim damağım kup kuru. Ayaklarım buz gibi. Bedenim benimle konuşuyor. Oysa sadece gitmek var serde. Gözlerim pencereden görünen dağa takıldı kaldı. Sanki o dağı aşsam kendimle buluşacağım. Kendime gelince sana varacağım. Bir solukluk mesafe var aramızda. Yol onlarca adımla girmiş aramıza. Ağıttır bu türkü sensizliğe. Bilir misin sen o türküyü. Babam söylerdi ince ince anneme biz dinlerdir çocukken. “Karadır kaşların ferman yazdırır. Bu aşk beni diyar diyar gezdirir. Lokman Hekim gelse yaram azdırır. Yaramı sarmaya yar kendi gelsin”.

Doktor! Nöbetçisin yine. Uzaklarda bir yerlerde. Dudaklarımda ince bir gülümseme. Dünden beri bana “Gül’üm” diyorsun! Gül’üm!" Gül’ün gülümsüyor. Sadece sen hisset diye. Yüreğimde çiy taneleri, gel sen iç diye. Çay demledim karanfilli. İnce belliye koydum seni. Limon ve nane ile incelttim seni. Sek sen sabah sabah içilmiyor. Yüreğim bu sessizliği içine sindiremiyor. Sessizlik sensizlik. Sensizlik sessizlik!

Seni içiyorum gri bir sabahta mavi güneş eşliğinde. Dağda hala kar var. Uzun bi güne sığınacağım. Önce seraya gideceğim. Aklımda ortancalar var. Az yol kokusu çekeceğim içime. Sonra işe gideceğim. Toprağa dokunacağım, ardından insan yüreklerine. Gece yürümeye başlayınca kadar yalın ayak şehrimde çalışacağım. Süte boğulmuş kahve molaları eşliğinde, şarkı düşerse dilime sana söyleyeceğim. Bir dua edeceğim Nisan çocuklarına. Doğanlara, ölenlere. Nefesin yettikçe yaşayacağım Nisan’ı sessizce. Sessizce konuşacağım seninle. Sen nasılsa beni duyarsın. Doktor! Benim nöbetimdesin ya. Beni bekliyorsun ya. Bu bana yeter. Tıpkı benim seni beklediğim gibi beni bekliyorsun ya. Özlemle...

Sessiz sabahın koynundan çıktım. Hayatı yaşamaya doğru gidiyorum. Sessiz, ama SENİNLE!

Fotoğraf: Deviantart

Hiç yorum yok: