Dün keyifsiz bir gün geçirdim.. Çok korktuğum ve kadere hükmedemeyeceğimi düşündüğüm bir olayla yüzleştim. Yüzleşmeye her zaman hazır olmuyorsunuz. Canım acıdı. Sessizce geçti tüm gün. Birkaç telefon konuşması dışında hiç kimse ile konuşmadım. Kendimle bile konuşmadım. İç sesimi kıstım. Sesi kısabiliyor insan, ama düşünceleri... Çağan Irmak’ın unutulmaz filmi Babam ve Oğlum’dan bir sahne anımsadım bir ara, mırıldandım durdum "İnsan büyüdükçe, hayalleri küçülür mü?"
Filmler yön verdi dün hayatıma. Cazcı Kardeşler filminden bir sahne tırtıkladı beynimi sonra. "Tanrı’nın verdiği bir görevdeyiz" diyen iki adam silueti gezinip durdu zihnimde. Arabalarının deposunu yeni doldurmuş, ceplerinde yarım paket sigara ve Şikogo ‘ya (İnadına Türkçe yazacağım!) iki yüz elli kilometre varken kendi misyonlarının farkında olan ve bunu yüksek sesle söyleyebilen bu iki adamın siluetini kovamadım zihnimden. Neydi bu adamların görevi diye düşündüm: Büyüdükleri yetimhaneyi kurtarmak için bir konser vermek. Peki benim görevim neydi? Yaratıcının bana verdiği görev neydi? Hiçbir şey bilmiyorum. Hiçbir şey bilmediğini iddia eden birinden daha bilge biri var mıdır? Kendi cehaletimi görmek, şişkin egomun yerle yeksan oluşu ve hiçlik hırkasına talip olmak.. Bak yine ego iş başında. Aşmış akıl mı, şaşmış akıl mı?
Tüm öğretilerimden sıyrılabilir miyim? İnsanların çoğu kültürümüzün bize sunduğu bir çok durumdan habersiz. Bunun ana sebebi tüm öğrenmeleri okula, daha çok üniversiteye bırakmış olmamız. Herkes üniversiteye gitmiyor. Üniversiteye gidenlerin hepsi felsefe dersi almıyor. Felsefe derslerini alanların çoğu bu öğretiyi özümsemiyor. Özümsediğini düşünenlerse şimdi nerede ve ne yapıyor? Bilmiyorum. Kendi hikâyemi kovalıyorum. Bu yazınında bir başlangıç olduğunu biliyorum. Kendimden düştüm, kendime gelmeye çalışıyorum.
Ben canım yanınca giderim. Acıyla temas etmemek için belki. Bu gidişler beni çok yorar. Bu seferde ustalığımı imha ederken acemiliğim, sadece dönüşlerde rastlanan bir suskunluk içindeyim. Başta dedim ya canım yanıyor. Otuz dördü dolandığım şu günlerde öylesine çıkıp gitmek de pek hoş karşılanmıyor. Gökyüzü hüzünlü benim şehrimde bir kaç gündür. Gözyaşlarına yağmur denmiş ve bu yeryüzü için bereket bilinmiş. Ne fark eder. Anlam yüklediğimiz kadar varız. Gökyüzü ağlıyor ya da yağmur yağıyor..
Doğduğum kentin sokakları bugün dar geldi bana. Limon’la (sarı araba!) daha önce hiç girmediğimiz sokakları arşınladık dün. Yol çalışması nedeniyle değiştirilen güzergâhlardan bir zahmet sürücüleri haberdar etmeyen pek sayın belediye sayesinde şehrimin tüm viraneliğiyle yüzleştim. Girdiğim her çukurda kendime sordum "iyi bir hayat nedir?" diye. Bu soruyu ne zaman sorsam başıma bir bela gelir. Varsın geldin. Sorgulanmayan bir hayat yaşamaya değer midir? Sınadığım insan ve/veya Yaratıcı değildir. Sınanan kendimim biliyorum. İmtihan edilirken, imtihan edemem değil mi?
Son günlerde doğrudan ve basit sorular soruyorum. Ama sorduğum bu soruları yanıtlamanın o kadar basit olmadığını görüyorum. Şeytanın avukatı kesildim. Birbiri ardına, kendimi zora koşmak için bir sürü soru soruyorum. En sonunda gerçek ile hayal arasına sıkışmış boş bir sokakta buluyorum kendimi ve soruyorum: "İyi hayat nedir?".
Bu sorunun yanıtı verebilmem için yer merkezli evren görüşümü terk etmem gerek. Çünkü bu görüşte asıl olan benim. Nasıl mı? Fiziksel dünyayı, doğrudan doğruya fiziksel bedenimin merkezinden görüyorum. İşte bu nedenle algıladığım dünyanın merkezi benim. Bu durum herkes için aynıdır. Nasıl mı? Çocuklar ben-merkezli dünyayı gerçeklik kabul ettiklerinde buna benmerkezcilik (egosantrizm) diyoruz. Yetişkinler kendilerini evrenin merkezi olarak gördüklerinde ise mevcut durumu egoizm olarak adlandırıyoruz. Egoizm hayatın ahlaki boyutunun bir kategorisidir. Egoizm bir insanın kendi fiziksel var oluşunu, kendi seçimlerinin öncelikli temeli olarak görmekte ısrarcı olmasıdır. Evrenin merkezi benim. Eşsiz ve biriciğim. İnsanım! Narsizme kayış mı var ne? Yaşam denen tecrübe yolu kısa sürede bize diğer varlıkların bizi sınırlama ve arzularımızı gerçekleştirmemize engel olma gücüne sahip olduklarını öğretir. İşte bu öğretilerle engellenmiş olan ben gibi bireylerde çıkar ve sorar "İyi hayat nedir?"
İyi hayat diye bir şey yoktur!
Filmler yön verdi dün hayatıma. Cazcı Kardeşler filminden bir sahne tırtıkladı beynimi sonra. "Tanrı’nın verdiği bir görevdeyiz" diyen iki adam silueti gezinip durdu zihnimde. Arabalarının deposunu yeni doldurmuş, ceplerinde yarım paket sigara ve Şikogo ‘ya (İnadına Türkçe yazacağım!) iki yüz elli kilometre varken kendi misyonlarının farkında olan ve bunu yüksek sesle söyleyebilen bu iki adamın siluetini kovamadım zihnimden. Neydi bu adamların görevi diye düşündüm: Büyüdükleri yetimhaneyi kurtarmak için bir konser vermek. Peki benim görevim neydi? Yaratıcının bana verdiği görev neydi? Hiçbir şey bilmiyorum. Hiçbir şey bilmediğini iddia eden birinden daha bilge biri var mıdır? Kendi cehaletimi görmek, şişkin egomun yerle yeksan oluşu ve hiçlik hırkasına talip olmak.. Bak yine ego iş başında. Aşmış akıl mı, şaşmış akıl mı?
Tüm öğretilerimden sıyrılabilir miyim? İnsanların çoğu kültürümüzün bize sunduğu bir çok durumdan habersiz. Bunun ana sebebi tüm öğrenmeleri okula, daha çok üniversiteye bırakmış olmamız. Herkes üniversiteye gitmiyor. Üniversiteye gidenlerin hepsi felsefe dersi almıyor. Felsefe derslerini alanların çoğu bu öğretiyi özümsemiyor. Özümsediğini düşünenlerse şimdi nerede ve ne yapıyor? Bilmiyorum. Kendi hikâyemi kovalıyorum. Bu yazınında bir başlangıç olduğunu biliyorum. Kendimden düştüm, kendime gelmeye çalışıyorum.
Ben canım yanınca giderim. Acıyla temas etmemek için belki. Bu gidişler beni çok yorar. Bu seferde ustalığımı imha ederken acemiliğim, sadece dönüşlerde rastlanan bir suskunluk içindeyim. Başta dedim ya canım yanıyor. Otuz dördü dolandığım şu günlerde öylesine çıkıp gitmek de pek hoş karşılanmıyor. Gökyüzü hüzünlü benim şehrimde bir kaç gündür. Gözyaşlarına yağmur denmiş ve bu yeryüzü için bereket bilinmiş. Ne fark eder. Anlam yüklediğimiz kadar varız. Gökyüzü ağlıyor ya da yağmur yağıyor..
Doğduğum kentin sokakları bugün dar geldi bana. Limon’la (sarı araba!) daha önce hiç girmediğimiz sokakları arşınladık dün. Yol çalışması nedeniyle değiştirilen güzergâhlardan bir zahmet sürücüleri haberdar etmeyen pek sayın belediye sayesinde şehrimin tüm viraneliğiyle yüzleştim. Girdiğim her çukurda kendime sordum "iyi bir hayat nedir?" diye. Bu soruyu ne zaman sorsam başıma bir bela gelir. Varsın geldin. Sorgulanmayan bir hayat yaşamaya değer midir? Sınadığım insan ve/veya Yaratıcı değildir. Sınanan kendimim biliyorum. İmtihan edilirken, imtihan edemem değil mi?
Son günlerde doğrudan ve basit sorular soruyorum. Ama sorduğum bu soruları yanıtlamanın o kadar basit olmadığını görüyorum. Şeytanın avukatı kesildim. Birbiri ardına, kendimi zora koşmak için bir sürü soru soruyorum. En sonunda gerçek ile hayal arasına sıkışmış boş bir sokakta buluyorum kendimi ve soruyorum: "İyi hayat nedir?".
Bu sorunun yanıtı verebilmem için yer merkezli evren görüşümü terk etmem gerek. Çünkü bu görüşte asıl olan benim. Nasıl mı? Fiziksel dünyayı, doğrudan doğruya fiziksel bedenimin merkezinden görüyorum. İşte bu nedenle algıladığım dünyanın merkezi benim. Bu durum herkes için aynıdır. Nasıl mı? Çocuklar ben-merkezli dünyayı gerçeklik kabul ettiklerinde buna benmerkezcilik (egosantrizm) diyoruz. Yetişkinler kendilerini evrenin merkezi olarak gördüklerinde ise mevcut durumu egoizm olarak adlandırıyoruz. Egoizm hayatın ahlaki boyutunun bir kategorisidir. Egoizm bir insanın kendi fiziksel var oluşunu, kendi seçimlerinin öncelikli temeli olarak görmekte ısrarcı olmasıdır. Evrenin merkezi benim. Eşsiz ve biriciğim. İnsanım! Narsizme kayış mı var ne? Yaşam denen tecrübe yolu kısa sürede bize diğer varlıkların bizi sınırlama ve arzularımızı gerçekleştirmemize engel olma gücüne sahip olduklarını öğretir. İşte bu öğretilerle engellenmiş olan ben gibi bireylerde çıkar ve sorar "İyi hayat nedir?"
İyi hayat diye bir şey yoktur!
Bugün iyi dediğin şey, yarında iyi olmaya devam edecek midir? Yaşamın dizginlerini tutmak öyle kolay değil. Yine aynı sözler, aynı düşler, aynı terane...
Bence iyi hayat, ölüm çaldığında kapını tereddütsüz gidişe hazır olmaktır, pişmanlık duymadan. Ötesi bilmiyorum..
Sahi bilmediğimi nereden biliyorum?
Sahi bilmediğimi nereden biliyorum?
Black - Wonderful Life
Yükleyen novosibirsk
11 yorum:
eğer nefes alabiliyorsam, görebiliyor,duyabiliyor,tad alabiliyor,hissedebiliyor ve tüm bunlarla beraber aklımı kullanabiliyorsam bu iyi bir hayattır ve tabii ki gidişe hazır olmak,yaşamını bu temele göre hazırlamak..ÖZüm/üz bu değil mi?
iyi, kötü, aydınlık, karanlık...hayat olduğu gibi aslında belki de tanımsız.
tanımın içini dolduran da hayatın başına ekleyen de bizleriz sadece...
Can eksik değil (diyelim) Eksik olan ne öylese ? Bunca arayış çaba . Eksik olan bakışlar,görüşler o zaman.
Bildiğimiz, gördüğümüz kadarıyla biliriz ki işin içine keyfiliğide katalım.
Ancak bilmediğimizi kabul ettiğimizde hakkımızı veririz ve anın hakını vermeye , öğrenmeye hazır oluruz. Benzerde olsa bir hikayeden yeni bir şey çıkarırız.
Bulanmadan akmak açık bir zihni, tevazuyu, bilmediğini kabul ediştir.
İyi bir hayat ?
Niye sevinir, niye kızar, niye öfkelenir, niye utanırız ? İyi/kötü bir şey olduğunu düşünürüz. Bir değer biçeriz olanalara redetsekde çoğu zaman.
İyi bir hayat?
Dünya üzerinde bir hayata sığacak kadar çok şey yapılabilir mi? Bütün açlar doyurulabilir mi? Bütün hazlar tadılabilir mi? Bütün kitaplar okunabilir mi? Gücümümüz kadarıyla, yapabildiğimiz kadar, bizim için iyi olan, başkasına zararı dokunmayan şeyleri yapmak belki. Yapamak, yapabilmek, niyetlenmek.
Biraz daha kurcalayalım .Bir yatalak için iyi bir hayat? Onun bir şansı var mı? Bakış olabilir mi acaba?
Derin konulara girmişiz..
Okuyunca bende düşündüm bir an "iyi hayat" nedir diye..
Off haklısın işte..
Hayat denen bu enteresan oyunda son nefeste gülebilmektir belkide..
Herkese, ve herşeye inat..
Mutlakiyetçiliği arıyorsan iyi hayatıda bulamazsın.
Hayatı sıradanlaştırırsan asla yaşamdan tad alamazsın. Hayatı sıradanlaştırmayacağım diye de her gün absürd şeyler yapmak gerekmiyor tabii.
Hayata bakış açın burada çok önemli. Eğer bireysel düşünceden yanasan zaten senin için sıradanlaşmak mecburiyet halini alır. Kendi için yaşayan bir insan ne yaparsa yapsın sıradanlaşmaya mahkum olmuş demektir.
Eğer paylaşmadan yana hayata bakış açın var ise. Yaşamın en küçük ayrıntılarından bile mutlu olabilirsin, işte o an iyi hayatın neler olabileceğininde farkına varabilirsin.
Yazında da diyorsun ya "kaç kişi felsefe ile ilgileniyor, ve ya eğitimini alıyor" diye. Felsefe ile ilgilenmek diye bir şey yok aslında yaşamın kendisi bir felsefe. Biraz araştırma , inceleme ve sorgulama yönümüzü ortaya çıkarsak felsefe denen şeyin tam ortasında bir yaşam sürdüğümüzü göreceğiz.
İşte bu yönlerini ortaya çıkarmayan insanlar hep bireyci oluyorlar. Olmaları da gayet normal, çünkü yaşamı bilince çıkaramamış ve yaşamın merkezinde sadece kendilerinin olduğunu düşünürler.
Uzattığımın farkındayım, "yeter be kardeşim" dediğini duyar gibiyim.
Uğur Erhan
yok, basit sorular değil. ağır sorular bunlar. bulunsa cevabı, insanı hafifletecek sorular.
ama ille de kişiye has cevaplar barındırıyor. milyarlarca cevap içinden, kendi cevabını bulmanı gerektiriyor.
zor.
"akışa bırak kendini" derler genelde bu durumlarda. akışı kurcalamaman için. akıp gitmemen için belki. belki de cevabı bulursan, onlardan akıp gideceğin için :) bir sürü sebebi olabilir.
akışı belirlemeni (insani irade çerçevesinde elbet) olabildiğince müdahil olmanı diliyorum.
bu kendim için de dileğim.
ve keşke hepimiz yapabilsek.
her insan bir dünyadır başlı başına iyisi kötüsü hepsi kendince iyidir doğrudur. iyi hayat hayal ettiğimize yakın olandır çünki insanız heep çok olnı isteris ama yakalşınca mutlu olur yine şikayet ederiz diye düşünüyor ve geözlemliyorum. iyi hayat nedir sorsu ise herkeze göre değişsede bence iyi hayat bir yol arkadaşıyla yolda olmaktır mesela sizin aklınızın ucundan geçmez belki yolda olmanın zorlukları ama o da kolay değildir yinede o zorluklara rağmen iyi hayat ne kadar işin üstesinden gelebileceğimiz çıtasında bir tık daha yukarı çıkabilmektir...
iyi hayat iyi şansdır fakat şansını da iyi kullanmakla alakalıdır ama metası ihityacın olandan fazlası değildir sanırım çok uzattım...
Tüm sesleri duydum, kayıt ettim.
Yankımı duyarsınız..
Yakında!
İyi hayat ve bilişsel süreçleri yazmak zamanı gelmiş artık..
Mayıs bize nisandan kalan insanı hissettirsin.
Kadim umutlara!
Ölüm kapıyı çaldığında gitmeye hazır olarak beklemek ///imkansızı istemişsiniz // bu zaten insanı yaşarken öldürür.
Sana bi dostumun diliyle seslenmek istiyorum
'Mutlu hayat yoktur, mutlu anlar vardir.'
Ve son olarak kadere hukmetmek bir ilusion degilse bos bir cabadan baska nedir. Buyuk remi goremeyenler, kadere sozunun gectigini zanneder.
Insanlarin en subjektif konulara dahi yuzeysellikle bakip, basma kalip ifadelerle meseleri degelendirmeleri, ogretilmis kafalarla konusmalari gelecek adina duydugum umutlari mahvediyor.
Sahi bu ulkede, fikrin ve orjinal dusuncenin, kendince var olmanin irzina gecilmis gibi hisseden bir ben miyim?
Yorum Gönder