MISIRIN SON MARİFETİ: ALTERNATİF ENERJİ

Her kış aynı demeçleri duymaktan yoruldu yüreğimiz. Eksi 30'ları gören yurdum insanı yine kara teslim! Ayder yaylasının manzarası çok güzel olabilir bu günlerde. Belki Erciyes'de kardelen de toplanabilir. Ama Sivas, Mardin, Artvin, Ardahan, Iğdır ve diğer yurdum şehirleri kışa, kara ve soğuğa tam teslimken güzel manzara görecek yaratıcı bir göz yok bende.. Özlemini çektiğimse soba ateşinde demlenmiş bir bardak tavşan kanı çaydan daha fazlasıdır.

Çok uzağa gitmeye gerek yok aslında. Çankaya'nın ortasına saklanmış bizim sokağa bakalım. Her yer bembeyaz. Kediler nereye gitti belli değil! Ve demokrasi neferi bizim sokak lambası kimi ve neyi aydınlattığını bilmeden yanmaya devam ediyor. Burnumu pencereye dayayıp dışarıya baktığımda ince ince yağan kar beni hiç de mutlu etmiyor.

İran, doğal gaz konusunda Moliere'in "Cimri"sini oynamayı alışkanlık haline getirdiğinden beri kışlar daha uzun ve soğuk geçiyor. Kara iklimi ciğerlerimizi yakıyor. Kışları soğuk ve kar yağışlı şehrimde yüreklerimize kar yağıyor. Yürekler zaten soğuktu! Artık buz kesiyor. Kibritçi kız misali bir ışık, ısınmak için yeni çareler arıyoruz.

Günümüzde teknolojik gelişmeler, enerji politikası, tüketici talebi ve uluslararası politikalardaki gelişmeler özellikle Avrupa Birliği ülkelerini alternatif enerji kaynakları bulmaya yöneltmiş durumda. Sıkı durun petrole kuma gelmiş! Bu dünyada kimse yeri doldurulmaz değil yani:)))) Kışlar biter! Kışa da bahar gelir! Yani amannnnnn petrol! Canım petroooool! Artık sana sana MUHTAÇ DEĞİLİM petrol:))))))))

Her şeyin organik olma yarışına girdiği günümüzde çevre kirliliğini önlemek ve petrole olan bağımlılığı azaltmak amacıyla yaratıcı beyinler iş başında. Birçok ülke petrolle olan bağımlığını azaltmak için araştırma-geliştirme projelerine hız veriyor. Dünyanın geldiği son nokta ise BİOFUEL.

Biofuel canlı organizmalardan üretilen yakıt olarak tanımlanabilir. Şimdilik biodiesel olarak biliniyor; çünkü sadece dizel olarak üretiliyor. Buradaki anahtar sözcük ŞİMDİLİK! Avrupa Birliği ülkeleri %2 oranında biofuel kullanıyor. Dünyanın diğer ucunda Brezilya'da ise şeker kamışından, pancardan, buğdaydan ve mısırdan oluşan bir alternatif enerji modeli yapılandırılmaya başlamış bile.

Bu alternatif enerji kaynakları hem ekonomik hem de çevre dostu. Ancak, her güzel gibi onunda bir kusuru var. Dünya'yı ne kadar kötü kullandığımız tartışılmaz bir gerçek. İnsanın ayak bastığı her yerde kan ve gözyaşı var. Her gün adını bildiğimiz ya da bilmediğiz pek çok canlı türü dünya üzerinden siliniyor. Tarım alanları giderek azalmaya başlamışken mısırdan ya da diğer tahıl ürünlerinden benzin elde etmek pek de kolay gibi durmuyor. Çünkü yakında yiyecek ekmeğimiz bile kalmayabilir! Yani dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olabiliriz.

Alternatif enerji işleyen ve aşmış akılların birer mucizesidir! YARATICISINA baş kaldıran insan yüzyıllardır Frankenstein'lerini yaratıp, Dolly'lerini doğurturken ilk kez özünden bir şey üretmeyi başabilmiştir. Umarım bizde ülke olarak bundan payımıza düşeni alırız..

BİR AYRILIŞ HİKAYESİ: SAÇLARIMI KESTİM

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum
ama nasıl, kilometrelerle derin,
kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz...

Hain ay terk edeli geceyi, en kuytularda bir acı belirdi. Bir çığlık geceye karıştı. Kimse duymadı . Saçlarımı kestim...

Sessizlik beni çok korkuttu. SENsizliğine dayanamadım. Sessizliği ancak hıçkırıklarım korkutabilirdi. SENsizliğe ancak hıçkırıklarım dayanabilirdi. Saçlarımı kestim. Yüzünü bu coğrafyadan çoktan silmişken SEN, elimde kalanlarla avunmaya çalışıyordum. Ta ki zihnimdeki SENi almak için başka bedenlere pusu kurduğunu söyleyene dek. İşe o andan itibaren hıçkırıklar kendilerinden korkmaya başladı. Korkutulması gereken ne SEN, ne de sessizlikti artık. Artık kendimden korkuyordum. Kendimden gitmem gerekiyordu. SANA GELİŞ BİLETİMİ kaybetmiştim. Son kalan umutları, bekleyişleri kestim. Ertelenmiş tüm düşleri o gece kestim ben. Saçlarımı kestim. YARATAN' a borç olan bedenimi toprağa sakladığımdan, kesebildiğim tek şeyi saçlarımı kestim. Yüzümü döndüm duvara. Duvar aynam oldu benim. Yansıyan tek şey bedenimin çığlıklarıydı. Ellerim makasın soğuğuyla buluştuğunda son konuşmamızdaki sesin çınladı kulaklarımda. Ellerim öylesine soğuktu ki makasın soğukluğu titredi. Makas ellerim oldu. Kestim. Saçlarımı kestim. Gözyaşlarım rotasını çoktan şaşırmıştı zaten. İçime akan yaşları silmeye gerek yoktu. Tek tek yere düşerken saçlarım bir aşkın nasıl yerle yeksan olabileceğinin işaretçisi gibiydi. Duvar acıma dayanamadı. Sıvalar döküldü bir bir. Saçlarım yere dağılırken penceremi araladı rüzgar. İçim ürperdi. Saçlarımı kestim. O anda dalga kıranı aşan dalgalar gibi çağladı gözyaşlarım..

Çöktüm yere. Sarıldım saçlarıma. Dağılan her zülüf aslında paylaştığımız zamanlardı. Hangi biri söze dökülebilirdi ki.. Saçlarıma sarıldım SANA sarılır gibi. SENin sıcaklığın vardı saçlarımda. İşte o an hıçkırıklar dindi.. Gözyaşlarım akmaya devam etti. Sesim kesildi. Gözyaşlarım akmaya devam etti. Serildim yere. Pes ettim. Yumdum gözlerimi. SENi görmek için kıvranırken yüreğim zihnim el koydu duruma. Rüzgar sardı bedenimi. Soğuk ninni söyledi bana. Kar içime yağdı. İçimden anneannemin öğrettiği duaları mırıldandım. "Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?.." dualar duaları izledi. Adını mırıldandım. Adın ninni oldu bana.. Öylece daldım uykuya.. Saçlarımı kestim!

Uyandım. SEN yoktun, saçlarım yoktu. Yüzüm vardı sadece. Japon çizgi filmlerinden fırlamış gibi duruyordu gözlerim yüzümün ortasında. Kocaman gözlerim daha bi kocaman olmuştu. Uzun zamandır yüzümü görmemiştim. Saçlarım yoktu ama tüm varlığımı haykıran yüzüm duruyordu karşımda. Şimdi daha iyi anlıyorum bütün parçaların tamamından daha farklı bir şeydi. Bütünden saçlarımı çıkardım gözlerimi gördüm. Bütünden SENi çıkardığımda kendimi gördüm! SENden geriye kalan beni!

Bedenini götürmüştün ama düşlerimizi bırakmıştın. Sesini bırakmıştın bana, kokunu. Mavi gömleğini her üzerime giydiğimde kokun sarardı bedenimi. Kokun rüzgar esintisi serinlikti. Yüreğim hafiflerdi. SENi giyerdim üzerime mavi gömlek gibi. SENi taşırdım her gittiğim yere. Saçlarımı götürdün. Gözlerim çıktı ortaya. Kendini götürdün. Ben çıktı ortaya. SENden geriye çırılçıplak bir ben kaldı geriye..



Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık biliyorum:
toprağın -yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil değil!
Sen yürümelisin,
yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak..
Sen yürümelisin, beni bırakarak...
Kadın sustu.



Saçlarımı kestim. En son saçlarım kesildiğinde 5 yaşındaydım. Annem hastaydı o zaman. Babam yıkadı beni! Babam yedirdi. Babam uyuttu, oynadı benimle; ama tarayamadı saçlarımı. Elinden tuttum babamın saçlarımı kestirmeye gittik. Babam ağladı. Çok ağladı. Saçlarım kesildi bir bir. Saçlarım yere işte o günde bugün ki gibi düştü. Ben babama hiç gönül koymadım. Ben hastalıklara gönül koydum. Ben saçlarıma gönül koydum bir makasa direnemedikleri için. Ben zihnime gönül koydum bana ait olan bir şeyi ben bitiremediğim için.

Sana gönül koymadım. Saçlarımı kestim. Gittiğin için değil. Gittiğin yollardan geri döndüremediğim için değil. Okuduğumuz kitap yarım kaldı. Yazdığımız satırlar. Söylenecek türküler vardı. Doğacak çocuklar. Ekilecek topraklar. Saçlarımı kestim. Herkese, her şeye, gidişlere, kalışlara, yaşama direnmek için!



SARILDILAR!!!
bir kitap düştü yere...
kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...Nazım Hikmet

BİR KIŞ MASALI: SEN KAR BEN KARDELEN

Kar yağıyor. Aslında gökyüzünden senler düşüyor. Hepsini bir araya getirim ama hiç biri sen etmiyor. Var olmayan ülkenin prensesiyim ben. Sesimi gönderiyorum sana. Sesin geliyor. Seni bir bütün olarak istiyorum. Yüzünü, gözlerini, ellerini hayal ediyorum. Bir sürü düşünce zihnim süpürgesine binmiş cadı gibi geçip gidiyor. Bir süpürgeye bende atlamak istiyorum. Çünkü o süpürgede yol alan düşüncede kar olmak, karda saklanmak var. Kar sensin. Sende saklanmak, senin olmak, seninle olmak istiyorum. Sözlerin bir olduğu zamanlar gibi. Karda bir olmak. Rüya ile gerçeğin çakıştığı bir zaman diliminde kollarında uyanacağımı biliyorum. Bedenleri ayrı iki saat gibi işleyen kaderlerimiz uzlaştığında ise senin olacağımı biliyorum.

İçimde uçuşan kar tanesisin. Zihnime, yüreğim bir çığ gibi düştüğünden beri nefes alabiliyorum. En son bu hissi Ilgaz’a giderken yaşamıştım. Nefes almak! Suni tenefüs saatlerinden öte. Burnunun bahar geldiğinde her aldığın solukla birlikte yanması gibi. Nergis mevsiminde kır çiçeklerini koklayabilmek gibi. Yani uzun süredir hissettiğim ve ertelediğim bu his Ilgaz’da yeniden belirginleşti. Çünkü sen oradaydın! Aslında hem vardın hem de yoktun. Ben sanki oraya daha önce gitmiş gibiydim. Şehir senin hayalinle bambaşka bir niteliğe büründü. Şehir sen oldu. Şehir adeta, ben de yaşayan sen oldu. Şehri ve seni birbirinize karıştırdım. Çok gezdim, tüm sokakları arşınladım. En çok şehre kuş bakışı hakim olunan o noktayı sevdim. Seninle buluştuğum zamanlar gibiydi. Huzur buldum! Kendimi buldum! Çocuksu gülümsememi buldum! Bu dünyaya seni bulmaya geldim diye bir şarkı vardır sen bilir misin! Hiç birine söyledin mi? İşte bu dünyaya Seni bulmaya geldim. Varolmayan ülkeye geldim.. Varolmayan ülkede gerçekten sana geldim. Gerçek prense geldim. Sana geldim.. Masaldaki periyim ben!

Oturduğum yerden belli belirsiz görünen Ilgaz ile dertleşiyorum şimdi
Rüzgar eşliğinde alabildiğine Ilgaz!
Çok sessiz biraz hüzünlü
İşte benim gördüğüm Ilgaz!
Keşke kar (SEN) toplayabilseydim Ilgaz’dan
Keşke kardelen (BEN) toplayabilseydim Ilgaz’dan
Hem bu kadar marur hem de ayakta durmak için usul usul titreyen
Herşeye herkese direnen kaç dağ var!
Hem bu kadar marur hem de ayakta durmak için usul usul titreyen

Herşeye herkese direnen kaç çiçek var!
Sadece garip bir dağ olduğunu sanırdım
Sadece garip bir çiy tanesi olduğumu sanırdım
Bunda da yanılmışım
Aslında ben bir dağın çiçeğiyim!
Aslında sen bir çiçeğin dağısın!
Kışın bahara çaldığı bir mevsimde herkesten gizli kar yiyen kardelen
Kışın bahara çaldığı bir mevsimde herkesten gizli kardeleni saran dağ
Ilgaz’da öylesine yalnız ki biz olmadan!
Yürek ve zihin gibiyiz..
Üşümemek için bir olmak gerek
SEN ve BEN yetmiyor
BİZ olmak gerek..
Kış masalı bu bitmez.. Sen yağarsın kar, ben seni beklerim kardelen.. bi mevsim gelir masal kardan aşka döner!

Bugün söylemedim.. Söyleyemedim! Göz yaşlarımdan akıp gitti kar..
Şimdi söylüyorum! SENİ SEVİYORUM..

BÜYÜYÜNCE GELİN OLUR MU GELİNCİK?

sadece iyi olduğunu bilmek istedim
hangi koyunda ya da coğrafyada olduğunu değil!
nefes aldığını hissetmek istedim
ben uzakta değilim
gülüşündeki gamzeyim
sen gülümse ben hissederim..

Sözler ruhları verimli kılan, bereketli hale getiren çiy damları gibidir. İşte bu nedenle satırlara şebnemler damlıyor. Sen görsen de, görmesen de ben bu satırların içindeyim. En az senin kadar bu satırların içindeyim. Seninle bu satırlarda buluşuyorum ama aramızda kocaman bir kıta var. Yaşlı bir ana kara parçasıyla savaşamam ben. Ruhumda kelebekler uçurtan adam ruhunun derinliğindeki hiçliğe teslim bugün. Ne bir ses, ne de haber gelmiyor artık senden. Kendi ruhum ne halde bilmiyorum. Çok yabancılaştığım bir dünyada, en yakın olduğum benim de sende kaldı. Kendimden de ne bir ses var, ne de bir haber. Nasılım bilmiyorum. Bunu bana birinin söylemesi lazım. Nasılım bilmiyorum.

Bu git-geller içinde sana dokunmak için çareler arıyorum. Sana dokunmak ruhunu kavramaktan geçiyor. Senin ruhunu kavrayabilmek için, ruhundan kopan çığlıkları hissetmem gerek. Bunun için bende ruhumu nadasa bıraktım. Nirvanaya ulaşmak gibi hayallerim yok benim. Ruhumu nadasa bıraktım, bir an olsun yanında olduğumu hissetmek için. Ama yapamadım. İçim çocuk benim, el tutmak ister. İçim çocuk benim, korkunca sarılmak ister. İçim çocuk benim, bir şey söylenmese de dönüp bakınca orada bir sığınak olduğunu bilmek ister. İçim çocuk benim, gözlerinin içinde olmak ister. İçim çocuk benim, gülücüğündeki gamze olmak ister.



Sen ruhunu nadasa bırakalı kaç kış geçti bilmiyorum. Sen kendinden gideli, benden gideli çok kış geçti. Sen kendi içine döndün ama dünya dışa açıldı. Zaman durmadı. Zaman değiştirdi her şeyi. İnsanlar kendilerini tutkularına kaptırdılar. Ürperten insan dehası ruhları sardı, doğa ölüyor. Sen ruhunu nadasa bıraktığından beri yağmur yağmıyor bu kente. Tüm lanetlenmiş yaşamlar birleşip şehrimize saldırdılar. Şehir insan mayasının özüyle tanışıyor artık bugün. Kapitalizm artık kendini olgu olarak ifade edecek bedenlerini şehirlere saldı. Suç artık tekel değil şehrimizde. Artık suç fabrikadan halka dağıtılır gibi. Suçun outlet’leri var benim şehrimde. Suç önce evde. Anneler suçlu önce. Öpüp, koklamak, incitmemek varken sürekli duygusal olarak örseledikleri çocukları karşısında suçlu anneler. Anneler bilmiyor ki ne kadar zenginler. Doğada her canlı ana olamıyor.

Şehir artık senin şehrin değil. Benim şehrim de değil. Bugün bir kız senin yaşadığın kenti anlattı, ben dinledim. İçimden bir şey kopup gitti. Ben sana geliş biletimi kaybetmişken o senin soluduğun şehrin kalbinden haberlerle geldi. Senin kalbinin attığı şehirde kalmış. Yürüdüğün sokaklarda yürümüş. Senin hissettiğin soğuğu hissetmiş. Benim sana gönderdiğim sokak güvercinine simit vermiş bile olabilir. Nefes alamıyorum. İçim acıyor. Günlerdir sesini duyamıyorum. Bu yalnızlıkla öylece kalmanın nasıl bir şey olduğunu bilir misin sen? Senimi geri istiyorum. Şu kızı birisi sustursun diye inlerken ruhum, bir şehre aşık olunacaksa işte bu kent orasıdır dedi kız uzaktan. Duymak istemiyorum romantik şehir hikayeleri.


Ruhun hala nadasta olsun diye dua ettim. Allah baba duydu beni. Allah baba yağmur yağdırdı. Kara yağmur değdi. İlk kez dudaklarımın dudaklarınla buluşması gibiydi. Kar eridi. İçimin eridiği gibi kar eridi. Şehirde büyüyen zihinler bilmez, bir şehri şehir yapan içinde yaşattıklarımıdır. Sevdiklerimiz! Ailem burada benim, kardeşimin mezarı, dedem, anneannemde burada karşı yakada. herkes burada: Simitçi çocuk, mendil satan çocuk, mahallem burada benim. Hala yaşama direnen sokağım, ladin ağaçları, söğüt ağaçları, gelincikler burada! Hala mırıldanırım içimden "büyünce gelin olur mu gelincik" diye. Bahçeli evimiz, içindeki dut ağacı. Çocukken oynağım en kıymetli oyuncağım toprağım, çamurum burada benim. Çocukluk hayallerim. Nevbahara direnen gençliğim. En önemlisi sen buradasın. 

Gördüğüm bu son kışı söze dökmedin. Bu kışı ne kadar yaşadın bilmiyorum. Senin yüreğin nisan, aklın eylüldü çünkü. Mevsim döndüğünde, kendinde keşfe çıkışın bitecek mi? Gelecek misin? Bu kendine yaptığın bir göçtü aslında. Onlarca döllenecek çiçek vardı zihin kıvamında sen rengini bulmaya çalışan. Yağmurdaki arı gibisin. Arılar yağmurda uçamazlarmış. Arı olmak mucize aslında. Tüm havacılık kurallarına göre bir arının uçması hiç mümkün değilmiş. Olasılık hesaplarını alt üst eden bir durum bu. Ama insan yasalarına göre! Görmeyen bi göze ne gösterilebilir ki? Hissedemeyen yüreğe...

Gel artık! Gel artık! Gel artık!

.. ve söyle büyünce gelin olacak mı gelincik?
büyüyünce senin gelinin olacak mı gelincik?

dua ediyorum usulca duy beni Ömer Hayyyam bizim için yazmış

bir çember olsa merkezinde sen,
kenarında ben
sen döndükçe beni
ben döndükçe seni görsem
ve öyle bir an gelse ki yarı çap sıfır olsa..

BEKLEME! BELKİ GELMEM! GELEMEM! 5 DAKİKA BEKLE GİT*

Sana geliş biletimi kaybettim. Evet! Geliş biletimi kaybettim. Bunu sana söyleyecek gücüm yoktu. Son konuşmamızda sevda sözlerindeki cimriliğimde bundandı. Bu cümleyi defalarca kendime söyledim. Biletimi kaybettim! Ama sana diyemedim...

Nasıl istedim sana gelmeyi. Hayalini kurduğumuz her şeyi yaşayacaktık. Biletimi kaybedişim, gerçeğimizin kırılması oldu. Dünya yüreğime battı. Çıkaramadım. Öğrendim ki, gerçekler yapıştırılmıyormuş sevgilim. Gecelerce koynumda tutsak ettiğim kavuşma arzumuzu bir bilete yükledim. O da uçtu gitti. Yaşamımız boyunca hep peşinden gittiğimiz ideallerimi bir bilete yükledim, onu da kaybettim.

Hüzün dalgasını savmaya çalışıyorum üzerimden. Düşünüyorum. Belki kavuşamadık ama, hep bunun hayaliyle yaşadık. Pişman mısın? Ben değilim. Kavuşmak değildi ki özlediğimiz. Bizim ki boşa geçirilmiş bir hayat değil. Sadece özlemek ve beklemek arasına sıkıştırılmış bir hayatı paylaşmadık seninle. Başkalarından kaçırarak kendimize sakladığımız bir yaşamı solumadık. Bu coğrafyanın rüzgarında savrulmadık. Başka yaşamların içinde kaybolmadık. Ellerimiz toprak gördü, gömülmeden. Ellerimiz çiçek derdi. Ellerimiz başak topladı. Ellerimiz ellerimizi sardı. Tüm bunları zihnimden geçirmek avutmuyor beni. Anımsamalar canımı daha acıtıyor. Sana geliş biletimi kaybettim!

Bu cümleyi her söylediğimde bir ürperti ile sarsılıyor içim. Bana ezberlettiğin o şiiri anımsamaya çalışıyorum. Bellek antolojim ihanet ediyor bana. Ellerimden yağmurlar taşıyor, gözyaşlarım ellerimde sel oluyor. Dudaklarım dile geldi sevdiğim… Senin öğrettiğin şiirini mırıldanıyor dilim Bekleme! Bekleme! Gelemem. Beş dakika bekle git..

Gel diyorsun uzaklardan bana. Gelemem! Bekleme. Beş dakika bekle ve git. Yollar çıkmaz oldu. Soluk aldığın şehri dinledim bugün. Şehir sessiz. Yürek sessiz. Yürek sensiz. Bekleme! 5 dakika bile bekleme. Git… Bir çocuğun bütün oyuncaklarını bir anda yitirmesi gibi bir şey bu. Bir daha hiç çikolata yiyemeyeceğini bilmek gibi. Kaybettim! O biletin içinde, bir dünya vardı. Sen vardın. Bekleyişler, umutlar, türlü masallar. Ben dünya biletimi kaybettim.

Öyle milli piyangodan para çıksın hayali değil bu. Yaşam biletinizi kaybettiniz mi hiç? Bizim düşümüz yolda bir adım atarken, aynı anda soluk alıp vermekti. Kalp atışımız bir, soluğumuz bir. Başka bir şey düşünmemiştik. Aynı dünyada, başka coğrafyaları yaşamaktan yorulan yüreğimizi eylemek değildi. Öfkelerimiz birdi bizim. Memleket sevdamız vardı. Ekmeğe katık ettiğimiz şehirlerimiz. Şarkıların ıslattığı bir gırtlağın kelimelere binmiş yolcularıydık. Döneceğimizi biliyorduk bir gün toprağımıza. Gelincik tarlalarına uyanacağımızı, sümüklü bozkır çocuklarına kaval çalacağımızı, ay ışığında yalın ayak yine ninem masallarını dinleyeceğimizi düşlüyorduk. Romantizm kelimesi anlamını yitirmemiş, aşk outlere düşmemişti. O zamanlar benim sana gelmem için bir bilete gerek yoktu.

Ellerine dokunamayacağım kadar uzaklaştığımız zamanları yaşayacağımızı hiç düşünmemiştim. Senden ayrı kaldığımda yaralarımı memleket aşkıyla sardım. Uzaklığımızın acısı dağlarken yüreğimi, memlekete dair aldığın her haberde griye çalan gözlerini düşündüm her sabah. Kara haberlerin arasına sıkışmış şekilde seni düşündüm. Uzak o zaman uzak oldu işte bana. Oysa aramızda hiç mesafe olduğunu hissetmedim. Çay bardağındaki dudak payı bile yoktu aramızda. Soluğumuzdan bile yakındık. Yüreğimdeki acıyı artırdı her sabah memleket gözlerin. Usulca işe git deyişin çınladı hep kulaklarımla. İşe git, üret ve çocukların gülümsemelerine karış. Bir çocuk gülüşünde bana gel dedin. Burada çocukların gülücükleri kış oldu. Bu diyarın çocuklarının gülümsemesi kış.Yüzleri dondu bebelerin. Gözlerindeki ışık dondu. Bunların tek sorumlusu benim. Gözlerim artık aşkın çocuğu umutu göremez oldu. BEN BİLETİMİ KAYBETTİM! Tüm bu umutsuzluklar içinde bir kez daha gözlerini görebilseydim. Bir sarılabilseydim. Neden biletimi kaybettim? Kendime bunu soruyorum... Sessizlik sarıyor yüreğimi. Derin bir soğuk kaplıyor bedenimi. Yürüyorum.

Sen bu yolları bilmezsin. Uzak değil, yakın değil. Bazı zamanlarda çıkıp gitmek istersin ya öylece. Üşür müyüm, aç kalır mıyım, başıma bir şey gelir mi diye düşünmeden. İçin alır götürür seni. Gidersin. Yol sana karışır. Hiç bilmezsin, ne haldesin? Var mıyım, yok muyum. Öyle bir gün işte. Sana geliş biletimi kaybettim. Yüreğimi kaybettim. Anjiyo yaptılar yüreğime tüm damarlar tıkalı. Öyle yaşayacaksın nereye giderse ayakların dediler. Sana geliş biletimi kaybettim. Nefes alamıyorum. Ne bir türkü, ne bir şiir, ne bir çocuk gülümsemesi kesmez bu acıyı.


Kuşlar dümen kırmışlardı Sana doğru.
Sokak güvercini de bekler ama biz gelmeyeceğiz.
Bu mevsim ayılar uyumadı, kuşlar göçmedi, biz de biletimiz kaybettik gelmeyeceğiz..
SEN’in için son söz sevdiğin şairden!
*Attilâ İlhan'a saygıyla..........


Sen İstinye'de bekle ben burdayım
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu
Ben senin olmadığını arıyorum
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa
Hiçbiri benim değil
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git!


UZAĞA GİDEN KADIN


Sen çalışırken ben günü yaşadım azıcık. Ben de çalıştım. Çalıştım ama, günden payı
Pencereleri çok seviyorum. Pencere sana açılan kapı. Penceremin ardından bir dünya saklı. Kimi zaman ışık vuruyor, kimi zaman Ay doğuyor camın ardından. Yaşam akıp gidiyor oracıkta. Seni arıyor gözlerim.  Pencerem kıvrıla kıvrıla bir yerlere varmaya çalışan buyük bir caddeye bakıyor. İnsanalrın telaşesi içinde bir yerde saklanmış duran seni arıyor gözlerim. Oradasın biliyorum. Bakışlarını hissediyorum üzerimde. Yüreğimle sana bakıyorum. Penceremim önüne bir sokak güvercini konuyor ben sana bakıyorum. Ama ben pencereyi açmıyorum. Önünde duruyorum. Gelmem için zaman var. Davet beklemiyorum. Öylece bakıyorum sana. Bunu seviyorum. Seni görmem yeter. İyi olduğunu bilmem yeter. Gözlerimi kapasam, usulca öpülsem. Bu mucize olurdu. Bekliyorum. Bunu bekliyorum. Bunu istiyorum. Bunu özlemle bekliyorum. Gökyüzüne bakıyorum gülümseyerek. Sen ve gökyüzü birbirinize çok benziyorsunuz. Alabildiğine mavi, alabildiğine sonsuz ve alabildiğine benim olan başka ne var ki diye düşünüyorum.
Pencereleri çok seviyorum. Pencere sana açılan kapı. Penceremin ardından bir dünya saklı. Kimi zaman ışık vuruyor, kimi zaman Ay doğuyor camın ardından. Yaşam akıp gidiyor oracıkta. Seni arıyor gözlerim.  Pencerem kıvrıla kıvrıla bir yerlere varmaya çalışan buyük bir caddeye bakıyor. İnsanalrın telaşesi içinde bir yerde saklanmış duran seni arıyor gözlerim. Oradasın biliyorum. Bakışlarını hissediyorum üzerimde. Yüreğimle sana bakıyorum. Penceremim önüne bir sokak güvercini konuyor ben sana bakıyorum. Ama ben pencereyi açmıyorum. Önünde duruyorum. Gelmem için zaman var. Davet beklemiyorum. Öylece bakıyorum sana. Bunu seviyorum. Seni görmem yeter. İyi olduğunu bilmem yeter. Gözlerimi kapasam, usulca öpülsem. Bu mucize olurdu. Bekliyorum. Bunu bekliyorum. Bunu istiyorum. Bunu özlemle bekliyorum. Gökyüzüne bakıyorum gülümseyerek. Sen ve gökyüzü birbirinize çok benziyorsunuz. Alabildiğine mavi, alabildiğine sonsuz ve alabildiğine benim olan başka ne var ki diye düşünüyorum.
Yazın en güzel renklerini giyindim. Tenimde dans eden beyaz bir elbise. Şifon kumaş rüzgarla dans ederken Sende gör istedim. Tüm renkleri zihnime kazıdım. Daha önce görmediğim renkler bunlar. Biliyor musun ladin ağaçları kıpkırmızı. Doğa başka bir güzel bu mevism. Allah baba yapmış bu sabah sanki bizim için, görelim diye. Ben senin içinde baktım. Nefes alınca burnun yanıyor bahar gibi. Onca sıcağa karşın bir koku var. Sanki sen gelmişsin gibi. Kokun, rüzgar esintisi serinlik tenimde dolanan. Onca acıya karşın gizliden yaza bahar gelmiş. Sende hisset istedim. Çocuklar ne kadar mutlu bir görsen. Gitsem yanlarına saklambaç oynasam, sobelesem hepsini. Çocuklarla dans etsem en çorak kaliyle toprağın. Çocuklara uzaktan bakan kediler var. Yatağımızı mahvettiniz diye inceden incede gırlayan kediler. Bir yakalasalar çocukları... Kedileri görmen lazım.

Bu sabah pencereme bir güvercin geldi. Öyle beyaz falan değil. Bildiğin yurdum sokak güvercini. Sen ve ben gibi. Yurdum yani. Simitim vardı elimde. Az ufaladım koydum önüne. Çayımı veremedim ona. Kıyamadığımdan değil, hep ister sonra diye düşündüm. Çayı bilsin istemedim. Doğasına aykırı gibi şeyler hiç geçmedi aklımdan. Sıcaklığı bilirse hep ister dedim kendi kendime. Sıcaklığı bilsin istemedim. Bilmediğin şeyleri istemiyorsun çünkü. Bilmezsen canın çekmiyor, özlemiyorsun. Herkes simit verir olmadı ekmek verirler. Ama soğukta bir bardak çayı kim verir bir sokak güvercinine. Seni düşündüm. Sıcaklığını düşündüm. Sen çalışırken ben düş gördüm. Gündüz düşümde seni gördüğüm.

Yavaş yavaş zaman akıp gidiyor. Öyleye koyuldu gün. Gökyüzü beyaza çaldı, soğuk çıktı. Güvercin gitti. Simit bitti. Gündüz düşü yok. Pencere kapalı. Senim geldi çok. Yüreğimi tutamıyorum. Akşam olsun artık. Yatağımsın sen, yorganım. Bedenimin en kuytusuna sakladım düşümsün sen.

Sen çalışırken ne yaptın, düş gördün mü? Seninkisi akşam düşü olsun mu? Daha geceye çok var deme. Yorgunum deme. Para deme. Başım ağrıyor deme. Ne pişirdin deme. Bir şey deme. Hep bir şey de be adam derim ama bu sefer deme. Bak kapadım gözlerimi akşam olsun artık. Akşam olsun.
Yazın en güzel renklerini giyindim. Tenimde dans eden beyaz bir elbise. Şifon kumaş rüzgarla dans ederken Sende gör istedim. Tüm renkleri zihnime kazıdım. Daha önce görmediğim renkler bunlar. Biliyor musun ladin ağaçları kıpkırmızı. Doğa başka bir güzel bu mevism. Allah baba yapmış bu sabah sanki bizim için, görelim diye. Ben senin içinde baktım. Nefes alınca burnun yanıyor bahar gibi. Onca sıcağa karşın bir koku var. Sanki sen gelmişsin gibi. Kokun, rüzgar esintisi serinlik tenimde dolanan. Onca acıya karşın gizliden yaza bahar gelmiş. Sende hisset istedim. Çocuklar ne kadar mutlu bir görsen. Gitsem yanlarına saklambaç oynasam, sobelesem hepsini. Çocuklarla dans etsem en çorak kaliyle toprağın. Çocuklara uzaktan bakan kediler var. Yatağımızı mahvettiniz diye inceden incede gırlayan kediler. Bir yakalasalar çocukları... Kedileri görmen lazım.

Bu sabah pencereme bir güvercin geldi. Öyle beyaz falan değil. Bildiğin yurdum sokak güvercini. Sen ve ben gibi. Yurdum yani. Simitim vardı elimde. Az ufaladım koydum önüne. Çayımı veremedim ona. Kıyamadığımdan değil, hep ister sonra diye düşündüm. Çayı bilsin istemedim. Doğasına aykırı gibi şeyler hiç geçmedi aklımdan. Sıcaklığı bilirse hep ister dedim kendi kendime. Sıcaklığı bilsin istemedim. Bilmediğin şeyleri istemiyorsun çünkü. Bilmezsen canın çekmiyor, özlemiyorsun. Herkes simit verir olmadı ekmek verirler. Ama soğukta bir bardak çayı kim verir bir sokak güvercinine. Seni düşündüm. Sıcaklığını düşündüm. Sen çalışırken ben düş gördüm. Gündüz düşümde seni gördüğüm.

Yavaş yavaş zaman akıp gidiyor. Öyleye koyuldu gün. Gökyüzü beyaza çaldı, soğuk çıktı. Güvercin gitti. Simit bitti. Gündüz düşü yok. Pencere kapalı. Senim geldi çok. Yüreğimi tutamıyorum. Akşam olsun artık. Yatağımsın sen, yorganım. Bedenimin en kuytusuna sakladım düşümsün sen.

Sen çalışırken ne yaptın, düş gördün mü? Seninkisi akşam düşü olsun mu? Daha geceye çok var deme. Yorgunum deme. Para deme. Başım ağrıyor deme. Ne pişirdin deme. Bir şey deme. Hep bir şey de be adam derim ama bu sefer deme. Bak kapadım gözlerimi akşam olsun artık. Akşam olsun.
Bu sabah pencereme bir güvercin geldi. Öyle beyaz falan değil. Bildiğin yurdum sokak güvercini. Sen ve ben gibi. Yurdum yani. Simitim vardı elimde. Az ufaladım koydum önüne. Çayımı veremedim ona. Kıyamadığımdan değil, hep ister sonra diye düşündüm. Çayı bilsin istemedim. Doğasına aykırı gibi şeyler hiç geçmedi aklımdan. Sıcaklığı bilirse hep ister dedim kendi kendime. Sıcaklığı bilsin istemedim. Bilmediğin şeyleri istemiyorsun çünkü. Bilmezsen canın çekmiyor, özlemiyorsun. Herkes simit verir olmadı ekmek verirler. Ama soğukta bir bardak çayı kim verir bir sokak güvercinine. Seni düşündüm. Sıcaklığını düşündüm. Sen çalışırken ben düş gördüm. Gündüz düşümde seni gördüğüm.

Yavaş yavaş zaman akıp gidiyor. Öyleye koyuldu gün. Gökyüzü beyaza çaldı, soğuk çıktı. Güvercin gitti. Simit bitti. Gündüz düşü yok. Pencere kapalı. Senim geldi çok. Yüreğimi tutamıyorum. Akşam olsun artık. Yatağımsın sen, yorganım. Bedenimin en kuytusuna sakladım düşümsün sen.

Sen çalışırken ne yaptın, düş gördün mü? Seninkisi akşam düşü olsun mu? Daha geceye çok var deme. Yorgunum deme. Para deme. Başım ağrıyor deme. Ne pişirdin deme. Bir şey deme. Hep bir şey de be adam derim ama bu sefer deme. Bak kapadım gözlerimi akşam olsun artık. Akşam olsun.
Bu sabah pencereme bir güvercin geldi. Öyle beyaz falan değil. Bildiğin yurdum sokak güvercini. Sen ve ben gibi. Yurdum yani. Simitim vardı elimde. Az ufaladım koydum önüne. Çayımı veremedim ona. Kıyamadığımdan değil, hep ister sonra diye düşündüm. Çayı bilsin istemedim. Doğasına aykırı gibi şeyler hiç geçmedi aklımdan. Sıcaklığı bilirse hep ister dedim kendi kendime. Sıcaklığı bilsin istemedim. Bilmediğin şeyleri istemiyorsun çünkü. Bilmezsen canın çekmiyor, özlemiyorsun. Herkes simit verir olmadı ekmek verirler. Ama soğukta bir bardak çayı kim verir bir sokak güvercinine. Seni düşündüm. Sıcaklığını düşündüm. Sen çalışırken ben düş gördüm. Gündüz düşümde seni gördüğüm.
Yavaş yavaş zaman akıp gidiyor. Öyleye koyuldu gün. Gökyüzü beyaza çaldı, soğuk çıktı. Güvercin gitti. Simit bitti. Gündüz düşü yok. Pencere kapalı. Senim geldi çok. Yüreğimi tutamıyorum. Akşam olsun artık. Yatağımsın sen, yorganım. Bedenimin en kuytusuna sakladım düşümsün sen.

Sen çalışırken ne yaptın, düş gördün mü? Seninkisi akşam düşü olsun mu? Daha geceye çok var deme. Yorgunum deme. Para deme. Başım ağrıyor deme. Ne pişirdin deme. Bir şey deme. Hep bir şey de be adam derim ama bu sefer deme. Bak kapadım gözlerimi akşam olsun artık. Akşam olsun.
Yavaş yavaş zaman akıp gidiyor. Öyleye koyuldu gün. Gökyüzü beyaza çaldı, soğuk çıktı. Güvercin gitti. Simit bitti. Gündüz düşü yok. Pencere kapalı. Senim geldi çok. Yüreğimi tutamıyorum. Akşam olsun artık. Yatağımsın sen, yorganım. Bedenimin en kuytusuna sakladım düşümsün sen.
Sen çalışırken ne yaptın, düş gördün mü? Seninkisi akşam düşü olsun mu? Daha geceye çok var deme. Yorgunum deme. Para deme. Başım ağrıyor deme. Ne pişirdin deme. Bir şey deme. Hep bir şey de be adam derim ama bu sefer deme. Bak kapadım gözlerimi akşam olsun artık. Akşam olsun.
Sen çalışırken ne yaptın, düş gördün mü? Seninkisi akşam düşü olsun mu? Daha geceye çok var deme. Yorgunum deme. Para deme. Başım ağrıyor deme. Ne pişirdin deme. Bir şey deme. Hep bir şey de be adam derim ama bu sefer deme. Bak kapadım gözlerimi akşam olsun artık. Akşam olsun.
Uzağa gidemeyen ve sana hep uzak kalan Kadın!




mı da aldım. Hakkım kadarını aldım merak etme. Tamam tamam itiraf ediyorum hınzır kedilik yaptım azıcık. Kızma! Pencereden baktım bi ara, hayal kurdum. Hayal kurmayı seviyorum. En gerçeğinden hayaller kurmayı ama. Yasaklanmadan az gündüz düşü gördüm. Bu gündüz düşlerini çok seviyorum. Çünkü, bu sayede seni görmem için illa gece olmasını beklemem gerekmiyor. Seni hissetmem için uyumam gerekmiyor yani. Gündüz düşleri için yüreğini açman yeter, yatak yorgan gerekmiyor yani. Bir pencere görünce burnumu dayıyorum gökyüzüne bakıyorum. Türkü mırıldanıyorum, anneannemin öğrettiği duaları okuyorum, senin yüzünü gözümün önüne getiriyorum. Mutlu oluyorum işte. Mutlu olmak çok kolay aslında. Bir pencere olsun yeter. Dertlendim mi bir pencerenin önüne gidiyorum, sana gelir gibi. Burnumu dayıyorum cama, tıpkı sana sarılır gibi.

Sen çalışırken ben yazı yazdım. Öylesine yazdım. Bir konu olsun, gündeme otursun diye yazmadım. Dağa, denize, gökyüzüne yazdım. Yazarken gülümsedim hep. Ellerim ısındı. Gökyüzüne baktım arada. Yazdım. Sana baktım arada. Yine yazdım. Sana yazdım. Kendime yazdım.

Sen çalışırken uzaklarda başka bir coğrafyada, başka hayatları yaşarken, başka bir havayı solurken ben yaşamın içindeydim. Sensiz güne karıştım sanma. Tüm bunlar yaparken hepsini sana söyledim. Sabah ki sokak güvercinini gördüm az önce pencereme sığınmış ısınmaya çalışıyordu. Onu sana çaya gönderdim. Sen sarınca bırakmazsın! Sahiplenirsin! Bakarsın! Alışsa da ona çay verirsin. Sokak güvercinini ben gibi gönderdim sana. Sen çalışırken ben adını söyledim. Çay içemedim, bi şey yiyemedim. Adını söyledim duydun mu? Bütün gün ne olduysa duydun ama beni duydun mu? Bu günde böyle geçti. Ama sen hala çalışıyorsun! Uyu artık! Üzerini örtmeye, sana ninni söyleyeme sokak güvercini gelecek! Belki benim duyuramadığım sesimi o sana duyurur..


Ben Uzak Giden Kadın..