Zamanda yolculuğumu tamamladım. Birim zamanda yol aldım. Soluğum elverdiğince dünya gözüyle yaşama dokundum. Belki de yaşamı dokudum. Kaç ilmekli bir halıydı hayat? Bilemedim. Bilmek de istemedim. İlmekleri nereye attım? Hayatımı mı düğümledim? Yoksa düğümleri hayata mı çözdüm? Ben perdesini araladım. Kavgalarımın ve zaferlerimin yerle yeksan anıtı bedenime baktım. Soluklandım! Varlığını çoğu zaman fark etmediğim, yoklukların, azlıkların ve imkansızların tınısı iç geçirişlerimde yankılanan nefesime tutundum. Anladım ki o an çokluktan tekliğe ulaşmakmış hayat. Yüzlerce ilmeği birleştirdim de hayatı mı dokudum? Oyaladım mı yoksa kozaladım mı hayatı? Kadere yazılmadım, belki de kaderi yazdım bir nefeste.
Yaşamın ilmiğini taktım boynuma. Nefes! İlk doğan ve son ölene dokundum sesini duydum onun. Yürekçe mırıldandı bana “Bir girizgah ve nihayet ritüelidir nefes. Aklını başında taşıyan, nasıl nefes aldığını bilir. Aklını gönlüne hapseden ise ….” İlmik ilmik nefesler peşinde yüreciğim. Ciğerime kaçıramadığım gökyüzü en çok senden alacaklıyım. Bilesin! Kumbaramda kaldı yaşanmamışlıklar. Niye yatırdım şimdi soluklarımı gelecek bankasına? Hayat aslında fersah fersah nefesmiş. Ben zaman gemisinde forsa, nefes görünmez sevgili. Kim kimin mahkumu bilemedim ki. İki dudak arasına hapsedilmiş, sözlerin ritmi nefes. Nefesi kelimelere yetmeyenleri dili lal olmuş. Onlar, dudak payı bırakılmış bi hayatı soluyormuş.
Başka bir yolculuğa çıkma zamanıdır artık. Karaborsaya düşmeden nefesimi geri almalıyım gelecek bankasından. Lal olan dilimi çözüp kelimelerle dans etmeliyim. Annemin karnında sıvı ile dolu ciğerlerimin, ilk hava ile dolduğu ana gitmeliyim. Bir canın yaşam uğruna attığı ilk adıma. Nefes! Sözde hakim olduğum hayatı kontrolü bende olmayan bir dümenle idare etmek. Nefes! Yaşadığım en ufak acıda, korkuda, mutlulukta, heyecanda kendini gösteren nefesle enlem enlem gezmek beni. Ağlamamak istediğimde boğazımı ilmikleyen, derinliğiyle bazen beni yavaşlatan, coşkusuyla kalbimi çarptıran nefes. Bedenimde yeşeren her şeyin temelindeki ruhani hareketsin sen. Allah’ın bedenimdeki sesi nefes..
Ciğerlerimde demlediğim nefesin imzasıdır okuduğunuz. Kelimeler ruhunuzda esiyorsa bilin ki candan damlamıştır. Bir beyaz kağıtla her şey yapılır. Bir kağıda nefes aldırılır mı derseniz? İşte bu onun anlatımıdır.
Başka bir yolculuk benimkisi. Nefesimi ziyarete geldim, nefsimin gölgesinde. İnsanlığıma dokundum. Yalnızlığı derinden yaşadım keşkelerin gölgesinde. Eski zamanları keseledikçe tenim pembe kaldı korktum. Kanımın rengi solmuş. Kanım pembeye kaçmış. Çok kirlenmişim. Kirler yapışmış üzerime ben fark etmeden. Canımı, kanımı emmiş kene gibi taşıdıklarım. Korunaklı bir hayatın içinde hedef tahtasına dönmüşüm. Herkes, etimden et kopartmış ben susmuşum. Tutunacak bir el bulamamışım bir bebek saflığında. Yok olanların yokluğunun fark edildiği bir hayatta tutunmuştum. Yeniden başlamaya soyunulmuştu benim üzerimde. Yaşanılmayan hayatların kiracısıydı bedeniydim. Herkes geldi nasiplendi, palazlandı ve gitti. Çünkü benim işim onların nefesini tümlemekti. Tek başına nefes alanlar can oldu, canandan gitti.
Bu gidilerde yolcuların h’andan aldıkları bir bir eksildikçe hancı ızdırap yaşamaya başladı. Çile odasına dönünce gün, bir nefeslik ömürde ihtiyaçlarımı fark etmeye başladım. Yemekten, sudan, sevdadan öte. Benim bir haritaya ihtiyacım vardı. Yaşam haritasına. Kader de bile yürümek için harita lazım. İnsan kendinde kaybolunca akıl pusulası kâr etmiyor. Çünkü yol kalple karışıyor. En aciz kaldığın zamanlarda bir sevda bulunmuyor yaşama bir solukluk tutunmak için. Nefessiz kaldığın zamanlarda beden de, kalp de kahpelik ediyor üryan koyuyor bu dünyada seni. Zaten çıplak geldik, çıplak da gidilmeyecek mi? Öyleyse örtünmek niye? Aslını gizlemek niye? Kirlerimden arındım bu yolculukta. Silgi varmış aslında silmek için ardımdan beni ganimet sayıp bölüşenleri. Kendimi emanet edip de kendimden verdiklerimi leş kargalarının ağzından toplamayacağım. Kendi artıklarımın izlerini sürmeyeceğim. Nefes alıp gideceğim. İçimi temizlemek nefes almakmış. Özgürlüğün anahtarı nerelerde aramışım. Nefesimi dışlamış, kendimi köle yapmışım.
Yaşamın ışıkları kamaştırdığında gözümü, anladım ki, içinde bulunduğum gün yaşadığım coşku ve kaygıları anlamama yardımcı olacak bir rehber olarak hazırlanmış bana. Gün bir sığınak. Bilinenin aksine bu sığınak yerle yeksan, dimdik ayakta durmuyor. Gün dediğin gel-geç dünyanın bir yansıması. Mum dibini ışıtmıyor. Gün, gece diye yanıp gidiyor. Gece gün diye ışığa pervane oluyor. Aralarında bir solukluk mesafe var sarılmak için. Nefesi olan kim? Gece örtendir! Gün açık eden! Bazı şeyler gece söylenir, bazı şeyler sadece ışıkta kendini gösterir. Çokluk denizinden, tekliğe akan nedir?
Yaşam nesnelerini bir bir soldurdukça nefessiz kalıyorum. Bu anlarda nefesi kuvvetlilere sarılıyordum. İşte o zaman hayata bağlanıyorum. Bu hastalığın kendisidir. Nefesimi kesip, kendime başka bir soluk buluyorum. Sahte! Bedene tapınca işler sarpa sarar. Nesneden uzaklaşınca akıl karışır. Zımni dünya basar. Dünya ağır gelir. Dünya oyalar. Bedene ruhu giydirmek midir nefes yoksa ruhtan bedene geçmek mi? Tümleyemediğim beden ve ruhun arasına gizlediğim midir nefes?
Günü yaşadım mı? Hayat bedenimi hızla değiştiriyor. Kurgulanmış bir olay örgüsü içinde aynı kalmak, beni yaşatmak mümkün mü? Hayatın yarattığı hızlı gelişmenin yarattığı şok dalgası beynimin her köşesinde yankı bulurken nefesi sorgulamak neden? Bir durup düşünmeye zaman var mı? Yaşamımda gerçekten kaç renklik bir soluk var ki benim? Dağlar, vadiler, nehirler, ovalar ve göller tek renk mi? Hepsi bedende bir renk, bir soluk mu?
Döndüm! Nereye gitmiştim ki zaten? Deniz ve ufkun yer değiştirdiği bir coğrafyada maviye dokunmak? Başka bir dünyada dolaştım, düşündüm ve geri geldim. Eski antik bir kentin dar sokaklarında sek sek oynadım sanki. Bir yabancıyla aynı yolda yürümekten çekinir misiniz? Bu sizi hiç kaygılandırmaya bilir. Kendine yabancı olan, ötekini bilir mi? Ondan çekinir mi?
Nefesinize karışmaya geldim. Belki bu hayatta yaşadığınız en güzel deneyimdir.
Yaşamın ilmiğini taktım boynuma. Nefes! İlk doğan ve son ölene dokundum sesini duydum onun. Yürekçe mırıldandı bana “Bir girizgah ve nihayet ritüelidir nefes. Aklını başında taşıyan, nasıl nefes aldığını bilir. Aklını gönlüne hapseden ise ….” İlmik ilmik nefesler peşinde yüreciğim. Ciğerime kaçıramadığım gökyüzü en çok senden alacaklıyım. Bilesin! Kumbaramda kaldı yaşanmamışlıklar. Niye yatırdım şimdi soluklarımı gelecek bankasına? Hayat aslında fersah fersah nefesmiş. Ben zaman gemisinde forsa, nefes görünmez sevgili. Kim kimin mahkumu bilemedim ki. İki dudak arasına hapsedilmiş, sözlerin ritmi nefes. Nefesi kelimelere yetmeyenleri dili lal olmuş. Onlar, dudak payı bırakılmış bi hayatı soluyormuş.
Başka bir yolculuğa çıkma zamanıdır artık. Karaborsaya düşmeden nefesimi geri almalıyım gelecek bankasından. Lal olan dilimi çözüp kelimelerle dans etmeliyim. Annemin karnında sıvı ile dolu ciğerlerimin, ilk hava ile dolduğu ana gitmeliyim. Bir canın yaşam uğruna attığı ilk adıma. Nefes! Sözde hakim olduğum hayatı kontrolü bende olmayan bir dümenle idare etmek. Nefes! Yaşadığım en ufak acıda, korkuda, mutlulukta, heyecanda kendini gösteren nefesle enlem enlem gezmek beni. Ağlamamak istediğimde boğazımı ilmikleyen, derinliğiyle bazen beni yavaşlatan, coşkusuyla kalbimi çarptıran nefes. Bedenimde yeşeren her şeyin temelindeki ruhani hareketsin sen. Allah’ın bedenimdeki sesi nefes..
Ciğerlerimde demlediğim nefesin imzasıdır okuduğunuz. Kelimeler ruhunuzda esiyorsa bilin ki candan damlamıştır. Bir beyaz kağıtla her şey yapılır. Bir kağıda nefes aldırılır mı derseniz? İşte bu onun anlatımıdır.
Başka bir yolculuk benimkisi. Nefesimi ziyarete geldim, nefsimin gölgesinde. İnsanlığıma dokundum. Yalnızlığı derinden yaşadım keşkelerin gölgesinde. Eski zamanları keseledikçe tenim pembe kaldı korktum. Kanımın rengi solmuş. Kanım pembeye kaçmış. Çok kirlenmişim. Kirler yapışmış üzerime ben fark etmeden. Canımı, kanımı emmiş kene gibi taşıdıklarım. Korunaklı bir hayatın içinde hedef tahtasına dönmüşüm. Herkes, etimden et kopartmış ben susmuşum. Tutunacak bir el bulamamışım bir bebek saflığında. Yok olanların yokluğunun fark edildiği bir hayatta tutunmuştum. Yeniden başlamaya soyunulmuştu benim üzerimde. Yaşanılmayan hayatların kiracısıydı bedeniydim. Herkes geldi nasiplendi, palazlandı ve gitti. Çünkü benim işim onların nefesini tümlemekti. Tek başına nefes alanlar can oldu, canandan gitti.
Bu gidilerde yolcuların h’andan aldıkları bir bir eksildikçe hancı ızdırap yaşamaya başladı. Çile odasına dönünce gün, bir nefeslik ömürde ihtiyaçlarımı fark etmeye başladım. Yemekten, sudan, sevdadan öte. Benim bir haritaya ihtiyacım vardı. Yaşam haritasına. Kader de bile yürümek için harita lazım. İnsan kendinde kaybolunca akıl pusulası kâr etmiyor. Çünkü yol kalple karışıyor. En aciz kaldığın zamanlarda bir sevda bulunmuyor yaşama bir solukluk tutunmak için. Nefessiz kaldığın zamanlarda beden de, kalp de kahpelik ediyor üryan koyuyor bu dünyada seni. Zaten çıplak geldik, çıplak da gidilmeyecek mi? Öyleyse örtünmek niye? Aslını gizlemek niye? Kirlerimden arındım bu yolculukta. Silgi varmış aslında silmek için ardımdan beni ganimet sayıp bölüşenleri. Kendimi emanet edip de kendimden verdiklerimi leş kargalarının ağzından toplamayacağım. Kendi artıklarımın izlerini sürmeyeceğim. Nefes alıp gideceğim. İçimi temizlemek nefes almakmış. Özgürlüğün anahtarı nerelerde aramışım. Nefesimi dışlamış, kendimi köle yapmışım.
Yaşamın ışıkları kamaştırdığında gözümü, anladım ki, içinde bulunduğum gün yaşadığım coşku ve kaygıları anlamama yardımcı olacak bir rehber olarak hazırlanmış bana. Gün bir sığınak. Bilinenin aksine bu sığınak yerle yeksan, dimdik ayakta durmuyor. Gün dediğin gel-geç dünyanın bir yansıması. Mum dibini ışıtmıyor. Gün, gece diye yanıp gidiyor. Gece gün diye ışığa pervane oluyor. Aralarında bir solukluk mesafe var sarılmak için. Nefesi olan kim? Gece örtendir! Gün açık eden! Bazı şeyler gece söylenir, bazı şeyler sadece ışıkta kendini gösterir. Çokluk denizinden, tekliğe akan nedir?
Yaşam nesnelerini bir bir soldurdukça nefessiz kalıyorum. Bu anlarda nefesi kuvvetlilere sarılıyordum. İşte o zaman hayata bağlanıyorum. Bu hastalığın kendisidir. Nefesimi kesip, kendime başka bir soluk buluyorum. Sahte! Bedene tapınca işler sarpa sarar. Nesneden uzaklaşınca akıl karışır. Zımni dünya basar. Dünya ağır gelir. Dünya oyalar. Bedene ruhu giydirmek midir nefes yoksa ruhtan bedene geçmek mi? Tümleyemediğim beden ve ruhun arasına gizlediğim midir nefes?
Günü yaşadım mı? Hayat bedenimi hızla değiştiriyor. Kurgulanmış bir olay örgüsü içinde aynı kalmak, beni yaşatmak mümkün mü? Hayatın yarattığı hızlı gelişmenin yarattığı şok dalgası beynimin her köşesinde yankı bulurken nefesi sorgulamak neden? Bir durup düşünmeye zaman var mı? Yaşamımda gerçekten kaç renklik bir soluk var ki benim? Dağlar, vadiler, nehirler, ovalar ve göller tek renk mi? Hepsi bedende bir renk, bir soluk mu?
Döndüm! Nereye gitmiştim ki zaten? Deniz ve ufkun yer değiştirdiği bir coğrafyada maviye dokunmak? Başka bir dünyada dolaştım, düşündüm ve geri geldim. Eski antik bir kentin dar sokaklarında sek sek oynadım sanki. Bir yabancıyla aynı yolda yürümekten çekinir misiniz? Bu sizi hiç kaygılandırmaya bilir. Kendine yabancı olan, ötekini bilir mi? Ondan çekinir mi?
Nefesinize karışmaya geldim. Belki bu hayatta yaşadığınız en güzel deneyimdir.
33 KÖY, 3003 ÇOCUK İÇİN EL ELE KAMPANYASI
Bir Çocuğun Elindeki Kalem Olabilirsiniz!
2 yorum:
"Nefesi kelimelere yetmeyenleri dili lal olmuş. Onlar, dudak payı bırakılmış bi hayatı soluyormuş."
Çok güzel bir konuya değinmişsin, Okurken insan kendisini ister istemez keşfediyor yazılarında...
Yazdığın yazıda en çok beğendiğim kısmı kendi hayatıma bir ders olsun, tecrübe olsun diye ekliyorum.. Harikasın, yazılarını takip edeceğimmm.:]
eğer kaderse bizi yola çıkaran sonunda tekerrür eder tarih. ama bilirim mayalanmış bir kederin konağıdır yine de kimi zaman içimiz.
kaderin olmadığı bir güne uyanmak dileğiyle..
Yorum Gönder