Söyle senden başka kimim var benim.
Seninle ağlarım.
Seninle gülerim.
Söyle senden başka kimim var benim..”
Futbol ilginç bir oyun. Bir topun peşinde koşan 26 adamın (22 futbolcu, 4 hakem, 1’i yedek) hiç bitmeyen hikayesi bu.
Aslında haksızlık yapıyoruz. Futbol sadece 26 adamın oynadığı bir oyun mu? Teknik heyet, yedek oyuncular ve seyircileri de işin içine katarsak herkes top peşinde. Masör, doktor, polis, çekirdekçi, simitçi, kahveci, gazozcu... Liste uzar gider: Develi’deki garsonlar, stad önündeki simitçi, kahveci, gazozcu, çekirdekçi, koreççi, tükrük köftecisi, forma satıcıları, karaborca bilet işindekiler, bahisçiler. saatlerce televizyonu işgale den yorumcular. Yetmedi bazen asker, bazen politikacı...
Bu top aşkı garip bir durum. Tepilmek ve sevilmek arasında gidip gelen bir ilişkiyi yaşamak hiç de kolay değil.. Sürekli dövülerek sevilmek: Bu coğrafyada yaşayan kadınların kaderini yaşıyor futbol topu. Dayak zaten cennetten çıkma değil mi?
Değişik adlarının olmasıda ilginç bir durum. Meşin yuvarlak! Komik değil mi? Hatta özlü sözlere konu: Top yuvarlaktır. Dünya da yuvarlaktır ve döner. Dünya döner döner ve vurur. Top çarpar. Bir top ve onun peşindekiler. Kadınlar boşuna kıskanmıyor yani topları. Toplar da kıskanır mı kadınları? Bu topun cinsiyeti, milliyeti yok sadece sahası farklı. Fileler değişiyor sadece. Su topu, tenis topu, basket topu, bir de sokaklarda koşan top var. Kristal toplar, küpelerde sallanan toplar. Ama dün akşam bir top bir ülkenin yaklaşık 2 gününü değiştirdi. Bir kaleye tam üç kez girerek. Üstelik aynı kaleye girerek!
Kendi kalene gol atmak, nasıl bir ızdıraptır. Aman biz buna alışkınız. Yollarız Yavuz ve Midilli’yi bombalatırız birkaç liman gireriz bir savaşa. En insan tarafımızla yaratırız bir Hiroşima. Olmadı tek gecelik gollerle savuştururuz aşksal yalnızlıklarımızı. İşte dün Fenerbahçe önce kendi kalesine gol attı. Kimin attığının bir önemi yok. Takım olarak yediler golü. Neyse ki ilk şok çabuk atladı. Kendi kalene gol atınca acayip suçlanırsın. Eski defterleri açarsın. Ta gerilere gidersin. Hani şu kadın erkek kavgalarında olduğu gibi. "Sen nişan çarşısında bana o terliği almadın" diye başlar serzeniş, uzar gider. Yuh! Üzerinden 40 sene geçmiş. Kadın terliği anımsıyor. Ya aldıklarını anımsasana. Ama içinde kalmış. O tamamlanmamış bir iş. Bu golü kaleden çıkartmak lazım. Hemen bir gol atmak lazım. Gidip bir terlik almak azlım. Tamamlanmamış işler öldürür insanı. Sürekli gol atarsın kaleye ama kendi kalene.
Gol yedik ya ben işlerime gömüldüm. Süngüm düştü. "Püüüüüüü" dedim Yarın kim bilir neler derler. Aman giyerim ben de bikini, Ahmet Çakar'dan fazlam yok oldukça eksiğim var. Bir ilk gerçekleştiririm yaşamımda. 16 nisanda bir toplantıda başka bir şehirde konferans vereceğim. Oturdum bilgisayarın başına konuşma metnimin slaytlarını yazıyorum. Yani yazmaya çalışıyorum. Birkaç e-posta yazdım. Kulağım maçta ama. O anda telefonum çaldı. En yakın kız arkadaşım AYS, hüngür sümük ağlıyor. Bir şey oldu sandım. On sekiz yıl olmuş dedi biz o filmi izleyeli. Açtım, dediği kanalı Roy Orbison söylüyor. Richard nasıl adam ama yürek hoplatıyor. Aşk işte, beni gülümsetiyor. Hmm dedim 33 olacağım ben az kaldı. En azından sen muradına kavuştun bir kızın var. Benim sadece diplomalarım var. Kaleye goller geliyor. Derken bir gol berabere!
Beraberlik durumları insanı hiç mutlu etmez. Nedense tahtaravalli bir tarafın ağırlığına yenilmek zorundadır. Hayat kaybedenler kulübünü doldurma yarışı. Şu Mirkelam denen adamı pek seviyorum. Bunun bir Ayva şarkısı var, pek bir feylezof havasında. Ey aşk nerdesin? Güzel yerdesin. Ama da nerdesin? Bu sabah çok çağrışımsal yazıyorum, okurdan özür diler hemen konuya dönerim. Sessizlikten çıktım. Manik olmam doğal.. Sonra yine sessizleşirim. Kendini fark etmek de kıl bir durumdur. Çünkü, kendini fark ettikçe özgürlüğünü yitiriyorsun ve denetliyorsun kendini. Dön konuya. Konu neydi? Beraberlik durumları! Bir e-postada görmüştüm çok beğenmiştim sonra o resmi kayıp ettim. Bir tahtaravalli üzerinde iki kuş. Biri kafeste, biri özgür. İkisi de bekliyor. İşte beraberlik! Çok güzel. Koş Fener koş... Bu da başka bir filmin repliği ama idare edin.
İşte o sırada içeriden kıyamet koptu. İkinci gol! Yer gök sarı lacivert en büyük Fenerbahçe! Yenmek! Yazacağım ama zamanım kalmadı. Saat 11.45 gibi bitecek sabah seansları. Bir kahve içmeliyim süte boğulmuş ve biraz şeker koymalıyım içine. Biraz değil çok şeker koymalıyım. Şeker komasına girmeliyim. Adı zafer koması olmalı. Yenmenin tadını çıkartmalıyım. Hatta demeliyim ki giy Ahmet Çakar mayokini, olmaz bikini, son moda tankini, bence sen giy yokini! Sonra bir top bulmalıyım. Önce kendi kaleme atmalıyım, sonra bir beraberlik durumu yaşamalıyım. Ardından yenmeliyim!
Yenilgi mi? Onu başka sefere yazarım artık. Hayat terazisi bugün benden yana çekti. Ben galip safındayım.
*Bu yazı 03 Nisan 2008 günü saat 10.36 civarında yazılmıştır.
3 yorum:
.)
ne guzel olmus yazın .)
sey dicem baktim soyle birmilyonkalem' e, lakin cok profesyonel :s
beceremem saniorum :(
sadık okuyucular safında olmam hepimiz icin en hayırlısı .))
sevgiler opucukler gulucukler sana .)
mmuucckkkks ;)
gittim geldim de ne güzel olmuş buralar böyle özlemişim hem de çok :)))
çok güzel olmuş :) severim çağrışımsal yazıları, kendim de epey çağrışımsal yazadığımdan mıdır böylesini okumanın daha samimi gelmesinden midir bilmem, ama çok sevdim.
Yorum Gönder