GÜLNAR YANGINI*



“Rüzgar kırdı dalımı
Ellerin günahı ne
Ben yitirdim yolumu
Yolların günahı ne”


Müzeyyen Senar’ın “Odeon Yılları” albümünü dinleyerek uzun ve dar yayla yollarında gidiyorum. En fazla 50 km hızla gidilebilecek bir yol burası. Her yer yemyeşil. Gözlerim böyle güzelliklere hasret. Ardıl dağları aşmak var serde. Ancak, ötelerde beni bekleyen şeyi düşündükçe içim acıyor. İlerledikçe yerden ateş çıkıyor. Bu başka bir sıcak. Yangın yeri acısı sarmış dört yanımızı. Yeşilin karardığını sadece ceviz ağacı gölgesinde görmüşüz biz. Yeşil cevizin karasını kına yapardık elimize. Şimdi ise ağacın yeşili gözyaşımızda kara kına.. Bu öyle bir manzara ki! Siyahı hiç bu kadar can yakıcı görmemiştim. Arabayı durdurup yangının dağladığı dağlara bakarken Müzeyyen Senar’ın sesini yüreğimde hissettim. Öyle bir hüzün vardı ki sesinde..

“Seni,
Sesini,
Gözlerinin rengini
Unutabilsem
Şu yanan gönlümü avutabilsem”


Yol boyu Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne ait yardım konvoylarıyla karşılaşıyorum. Kimsenin dağıtılanlarla ilgilendiği yok. Herkesin gözü toprakta. Toprak simsiyah! Üzerinde tek bir yaşam belirtisi olmayan toprak can acıtıyor. Mezarlıklar bile daha canlı. Bu kocaman alan yeniden eskisi gibi olur mu kaygısı yüreklerde. Elle ağaç dikmek yerine, uçaklardan tohumlar atılsa diyor yaşlı bir amca başlıyor çocukluğundan orman anılarını anlatmaya. Bir ara hıçkırıklara boğuluyor, yanan hayvanları anlatıyor. Mehmetçik’in ve çevre belediyelerin canla başla çalışması yetmedi diyor. Saatte 70 km hızla esen poyrazla, kıvılcımların dansı bu kara aşkı ortaya çıkartıyor. Sevdanın karasını ne yapayım diye düşünüyorum. Yanmış yürek yerine, üreten can olsun diye iç çekiyorum. Gördüğüm manzarayı anlatamıyorum. Yanık kokusu her yere sinmiş durumda. Bir nine ve torununun ruhu karışmış siyaha. Ormanda can bulan iki yürek, ateşten kaçarken ağaçların koynunda küllere karışmış. Her yerde başka bir acı öykü var. Aklıma 17 Ağustos düştü. Allah bize bu acıları yaşatmasın bir daha.

Yol boyu soğutma çalışmaları devam ediyor. İçimi ürpertecek kadar sessiz yol. İnsan kuş sesi arıyor. Yol boyu kaplumbağalar olurdu. Sonra geyik görme heyecanıyla atardı yürek. Hiçbiri yok!

“Akşam olunca yarelerim sızlar
Derdim çoktur deymeyin bana kızlar
Bu derdime şahit olsun yıldızlar
Yeter Allah’ın çektiğim ah yeter
Bu ayrılık bana ölümden beter”


Güneş yalın ayak bir kız bu coğrafyada artık. Giderken Güneş, gecenin siyahı toprağın siyahıyla buluşuyor. Hüzün şarkılarda. Müzeyyen Senar’la başlayan yolculuğum aynı sesle sona eriyor.

“Yaralarım çok derin
Sonu yok bu kederin
Kendime seçtiğim yar
Şimdi oldu ellerin”

* HER ÇOCUĞUN BİR MASALI OLMALI KİTAP KAMPANYASI için geldim Toroslara. 50 koli kitap Yeşilovacık Belediyesi'ne teslim edildi. Görevi yerine getirmenin verdiği huzurla yola koyulduk. Karahindibağlarla dolu toprak. Sarı bir çiçeğe, neden kara denir ki diye düşünüyorum. Aklımdan onlaca düşünce geçiyor. Geçen yıl yanan orman arazisine bakıyorum. İslah çalışmalarına başlanmış. Arabayı durdurup, bir kahveye giriyoruz. Sabah çayını yudumluyoruz. Gazetelere bakasım yok. Şehirde ne olduğunu umursamıyorum. Kalkıp dışarı yürüyorum. Karahindibağlarda gözüm. Çömeldim birden. Elimi uzattım sarı çiçeğe, tam kopartacakken bir kız mırıldandı o anda GÜNEŞ UFUKTAN ŞİMDİ DOĞAR! Amin dedim sadece...




2 yorum:

beenmaya dedi ki...

zate kocamandı da yüreğin ne çok şey ekleyip de gelmişsin heybene, yüreğine....

hoş gelmişsin...

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Güneş Ufuktan Şimdi doğacak biz Atatürk'ün kızları, Türkan Hocamızın ışığını daha da ilerilere taşıyacağız.
Tüm emeklerin için teşekkürler, Sevgiyle kal Uzağa giden Kadın.