İKİ UÇ BAHARIN İNSANI: NİSAN VE EYLÜL -1-

Bi Kadın.. Bi Adam..
Konuşan bir Kadın ne güzel.. Tüm sözleri özetleyen bir Adam daha da güzel! Nisan ve Eylül.. Bu onların hikayesi.. Sadece ikisinin!



Gülümsemesinde bile gizli bir hüzün vardı. Uzun simsiyah saçları aslında onun hapishanesinin parmaklıklarıydı. Saçları bedenini örten elbisesi gibiydi. Aralandılar mı iri, her zaman uzağa bakan gözleri görülürdü. Sanki ufuk çizgisiyle aralarında gizli bir sevda vardı. Kim kimi baştan çıkartıyordu bilinmez.. Bozkırın kızıydı nihayetinde dudakları çoraktı.. Hokka gibi bir burnu vardı. Pembe pamuk şekeri yanaklar. Yüzü çok başkaydı.. Bakınca akılda kalan burnunun üzerindeki bendi! Çiçeği burnundaydı yani! Elleri ince ve uzundu; çalışmaktan başak başaktı! Elleri topraktı! İnce nazenin bir beden, bu yüzü sırtlanmıştı. Böyle bi yüzü taşımak kolay değildi. Rüzgâr estiğinde geldiği anlaşılırdı. Kokusu rüzgar esintisi serinlikti. Sesi hüt hüt kuşu! Konuştuğunda sanki şiir söylerdi.. İnsanın içine Akdeniz dolardı. Ayakları hep yalındı! Yeryüzü ayetlerine aykırı bir doğası vardı. Duruluğu, suskunluğu zaten bunu hissettiriyordu. Yanında insan yaprak gibi titriyordu. Görecek kadar yakın, dokunamayacak kadar uzaktı. Ay gibiydi.. Adı Nisan‘dı.

Nisan Ay’dı! Ay! Evet Ay’dı Nisan.. Hiç bırakıp gitmeyen bir sevgilidir Ay! Her haliyle gelen! Varlığını hissettiren. Yokluğunda bile bulutların içinde orada olduğunu bildiren sevgili! Güneşin parmak izi gibi.. Her zaman saran, kollayan, özleyen, bekleyen sevgili.. Bu Kadın Nisan’dı.. Bu Kadın Nisan’ın Ay haliydi. Sessizliğin çığlığıydı. Susuşları yürek dağlardı. Zalimdi! Nisan’dı sonucunda.. Hangi mevsim vardı ki Nisan’dan başka insanı zalimce kendine aşık eden, sonra aşkla yakan, yıkan, yerle yeksan eden! Önce çırılçıplak bırakıp, sonra ansızın tokat tokat yağmur gibi yağan. Üşüten! Yağmur yağar ya Nisan’da. Hiç dinmeyeceğini sandığın yağmurlar. İliklerine işler hüzün, yalnızlık! Bitsin diye dua edersin yağmur. Dinmez! Daha bir hızlanır. Korunmak istersin sığınırsın bir dam altına. Fırtına dinsin diye beklersin.. Bi anda güneş açar, bi umutla basarsın toprağa. Önce çiçekleriyle saldırır Nisan! Büyüler insanı. Renkler sunar; yeşil, mavi, kırmızı, sarı, pembe, mor.. Çan, çuha, kiraz, gelin çiçekleri sarar koynunu. Kelebekler dans eder ruhunda. Sonra birden rüzgar olur teninde Nisan! Eser! Teslim olursun onun şehvetine.. Koy verirsin kendini kader suyuna.. Akarsın! Nisan seni sahiplenir.. Öper, sarar, koklar! Canına can katar. Seni canının içi yapar! Tam alıştığında, benim sandığında, duygudan soyunur zihne kaçar Nisan! Çıkıp gider senden.. Yerle yeksan olursun.. Ama onun ruhu duymaz.. Nisan! Kadın! Kadın Nisan! Nisan Kadın..


Göklere inanırdı! Ama bir gün denizlerin derinliğini gördü. Bi gün dedi Dolunay olduğumda kendimi, vereceğim Adam’ a göstereceğim seni dedi denize usulca. Ondan bir oğlum olacak! Gözleri sevdiğim Adam’a benzeyen bir Oğlum olacak! Benim Oğlum! Sadece benim.. Adını sen koyacağım oğlumun. Deniz! Senin gibi derin olacak! Senin mavi! Benim oğlum! Benim oğlum Deniz olacak.. Ben Deniz anası.. İşte o anda Deniz şaha kalktı.. Nisan ve Deniz baktılar birbirine.. Kızıldeniz ikiye bölündü bir nefeste.. Suyu karışmaz derinde! Ey Deniz.. Konuşmadan da duyarsın beni.. Benim özümde su. Sadece bi çiy tanesiyim! Sende bi taneyim. Bi tane! Deniz usulca duruldu. Ayaklarına vurdu Kadın’ın. Yalın ayaklar suya gömüldü. Deniz, Kadın’ı sardıkça anlıyordu. Sanki yerin altında bu bedenin birkaç misli daha vardı.. Bu nasıl bir insandı? Başka başka yüzleri bir beden içinde tümlenmişti. Ortak payda yaşamdı!


Yaşamda yürümek adım adım. Günleri kovalamak! Gün olmak. Güneşle doğmak.. Yeniden! Yeniden! Yeniden doğmak.. Gün ile gecenin kavuştuğu anlarda solumak. Kendin olmak için yaşamak! Kendini yaşamak.. Nisan olmak! Yaşama tutunmak için düş görmek. Bi düşe yatmak. Düşte buluşmak hayatla.. Neden bi düşe soyunmak hayatı yaşamak için? Çünkü, hayatta bazı şeyler sadece geceleri söylenir, bazı şeylerse hiçbir zaman söylenemez! Eğer yaşama tutunma gücün varsa rüyanda fısıldanır sözler yüreğine! Rüyana girmeye cesareti olan varsa tabi ki! İşte o anda dünya sana boyun eğer.. Nisan! Yüreği Nisan! Zihni Nisan.. Nasıl bir Kadın bu Nisan? İn mi cin mi? Peri kızı mı? Düş mü? Gerçek mi? Nisan! Sadece bi insan. İnsan! Onunda her insan gibi yaşamda yol alış dönemleri var.. Sonuçta Nisan bir Ay! Kader de Nisan zamanlarını yaşamak da varmış.. İlk önce Hilal, ardından İlk Dördün, sonra Dolunay!

Hilal zamanlar! Helal günler.. Kitap katili olmayan takvimler. Herkes masum! Herkes çocuk! Kimsenin kimseyi aldatmadığı, ölümlerin, savaşın ve kıtlıkların yaşanmadığı zamanlar. Yoktu işte o zaman körler ve sağırlar! Hatta dilsizler..


Hilal! Çocuk Nisan.. Karpuz kabuğundan gemiler yapılan bir coğrafyada hayaldi onun için her şey. Yola yalın ayak çıkmıştı. Toprak en sevdiği oyuncaktı.. Misketleri vardı cebinde. Annesinin, mandalın deliğinden çıkıp balon yapsın diye eline verdiği deterjanlı su dolu bir şişesi vardı. Hiç bisikleti olmamıştı. Ağaçlara çıkardı. Kulağına kirazlar takardı. İlk küpe sevdası o zaman başladı. Küpesiz hep çıplak kaldığını sandı.. Yalana yalana yediği dondurma, çenesinden akan karpuz suyu, zencefilli limonata bir de kuru köfte hilal zamanların tatlarıydı! Topacı çok severdi. Tahtaya hayat vermek onu çok keyiflendiriyordu! Cennet’e gitmeden önce Dedesi ona tahta bir kukla armağan etmişti. Adı Pinokyo bunun demişti! Hayata yalandan soyunmuş çocuk.. Kurgusu yalan! Ama, O yalan söyleyince tüm gerçekliğin karabasan gibi üzerine çöktüğü bir çocuk! Hilal olmak başkaydı. Hilalken her şey ilkti! Her şey mutluluktu. Masaldı belki. İşte bu nedenle çocukluk taşınabilir bir şeydi! Yaşam hep bir döngüydü. Hep hilale bir dönüş vardı..


İlk dördün olduğunda Nisan serpildi.. İlk fark edilen gözleri oldu. Gözleriyle konuşuyordu. Gülümsemesi çizgi haline dönmeye başlamıştı. Kelimelerle dans işte o dönemde başladı. Elinde hep bir kalem vardı.. Okumaktı asıl işi.. Berbat bir balıkçı olmasına karşın sürekli balıktaydı.. Aklında hiç tutamadığı balıklar vardı. Balık tutarken beklemeyi öğrendi. İnsan sadece Proust okurken sabretmeyi öğrenmezdi! Bekledi.. Düşledi.. Ufuk çizgisinin dayanılmaz çekiciliğini ve uzakları keşfetti. İçindeki uzağa dokundu! İnançtan öte bir uzaktı bu.. Daha büyüdüğünde o uzağa gidecekti.. Bir gün diyordu hep Hemingway’a o balığı ben yakalayacağım.. İhtiyar adamın ellerini parçalayan ipi çeken o balığı! Nisan gün geceye döndükçe değişiyordu. Çocuk, giderek uzun ince bir kıza dönüyordu.. Yürüdükçe yerden gelincikler çıkıyordu. Yürüyüşü başkaydı, duruşu başka.. İnsandı! Yola koyulduğunda kuşlar Süleyman’dan haberler söylüyordu! Nisan sadece yüreğiyle bakıyordu kuşlara. Hepsinin içinde bir ses vardı! O sesi oraya kim koymuştu? Ses bazen terk ediyordu onları! İşte o zaman sessiz zamanlar başlıyordu.. Nisan kuğu gibi süzülüyordu.. Kuğu çok güzeldir ama sesi çok kötüdür.. En güzel sesini ölürken çıkarır.. Nisan yitirdiğini sandığı ses için ölümü göze aldı! İşte o anda o ses geri geldi! Büyü çocuk! Artık büyü.. İşte o gün, dünyayla arasına pencereler girdi. İlk kez ayağına ayakkabı geçirdi. Dünyaya camın ardından bakmayı öğrendi. İlk kez yalanla tanıştı. Bedeni onun yüzünü kızarttı. Kambur durmayı adet haline getirdi. Saklanması gereken organları vardı. Memesi vardı, yüzü vardı.. Yaşam aslında cinsiyetsiz olmalıydı. Asıl olan akıldı! İşte o gün bedeni ve aklı birbirinden ayırdı.. Aklını sermaye yaptı yola çıktı..


Dolunay zamanları.. Kadın olmak! Eylül’ün olmak!
Başını ellerinin arasına koymuş ufka bakıyordu. Düşünüyordu! Düşlüyordu.. Aklında hiç tutamadığı balıklar, gidilmemiş coğrafyalar, doğrulmamış çocuklar vardı. Sevgi özlemektir diye geçiyordu içinden. İnsan bilmediği şeyi ister miydi? Özler miydi? Sevgi sadece özlemek değildi.. İçi acıyordu! Ama bunun nedenini bilmiyordu. Bi anda tüyleri diken diken oldu. Deniz kabardı. Rüzgar esti.. Rüzgâra serzenişte bulunacaktı ki uzaktan bir atlının geldiği gördü.


At yaklaştıkça üzerindeki Adam seçilmeye başladı. Adam usulca yanına geldi Nisan’ın. Birbirlerine baktılar. Güneş, Nisan’ın gözlerini kamaştırmıştı. Işıkla sarılmış bir Adam vardı karşısında. Kocaman! Güçlü! O anda gürleyen bir ses duydu Nisan! İrkildi. Korkuyla kalktı yerinden. Çocuk dedi Adam! Adam’ın söylediklerini duymadı. Rüzgâr alevlendi. Sinirle saldırdı Nisan ve Adam’a! Ayakta tutunamadı Nisan savruldu. Ağzını açtı bir şeyler söylemek için. İçine rüzgar doldu. Beyaz elbisesi üzerine yapıştı. Sanki sudan çıkmış gibiydi. Adam onun bir Kadın olduğunu fark etti. Memelerine baktı.. Rüzgâr, Adam’a saldırdı. Ben Eylül’üm dedi kafa tutarcasına adam! İşte o anda attan düştü.. Rüzgâr deli gibiydi. Fırtına diye seslendi Kadın.. At ürktü kaçtı. İkisinin de elbiselerini parçalayan bir rüzgâr çıktı. İşte o anda Kadın’ın sol memesini gördü Eylül. Elleriyle örttü kadın bedenini Nisan. Uzun zaman sonra dik duruyordu; kambur olamazdı! Artık olamazdı! Bedenini taşımaya başlamıştı.. Nisan’dı! Kadın’dı! Sertçe baktı Adam’ın yüzüne.. Birden elini kavradı. Koşmaya başladılar. Nereye gidiyorlardı bilmiyordu Eylül. Koştular.. Koştular.. Koştular..


Bi mağaraya getirdi Nisan Eylül’ü.. Düştü belki bu! Çok güzeldi Kadın.. Birden gözlerinde bir nem fark etti. Bu fırtına bütün gün sürer dedi ılık bir ses. Ne yapacağız. Çok soğuk! Su yok! Ve daha kötüsü güneş gidiyor. Ben karanlıktan çok korkarım. Gerçekten korkarım! Karanlık gölgeleri getirir. İşte o anda Nisan’ın gölgesi duvara yansıdı. Ay da yok dedi Nisan korkuyla! O zaman bu ışığı gönderen kim? Memesinin ucunu gördü Eylül! Çorak dudaklarını! Çok güzeldi. Sadece korkma diyebildi..


Sen bilmezsin bu fırtınayı
dedi Nisan.. Sadece soluğu duyuluyordu. Korkudan irileşmiş gözleri.. Öyle hızla nefes alıp veriyordu ki.. Göğsü yerinden fırlayacaktı. Eylül birden sardı ince belini Nisan’ın.. Kulağına kendi sesini kaçırdı.. Annesinin ona söylediği ninniye başladı.. Nisan sadece “şiiiii” sesini duyuyordu. Sarıl bana dedi. Korkma! Saçlarını okşadı.. Ellerini tuttu Eylül! Yüreğin elimde! Hadi artık korkma.. Nisan onun kulağına fısıldadı sen kimsin?


Ben Eylül dedi adam! Beni unutma..


Eylül dedi Kadın unutulacak kadar sıradan değil ki! Asıl sen unutma. Ben Nisan!


Adam gözlerinin içine baktı Kadın’ın.. İzim kalsın düşüncelerinde o zaman dedi usulca..

Hiç yorum yok: